İkisi arasındaki fark, bir seçimi kazanmakla kaybetmek kadar büyük
Loading...
Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığından çok cumhurbaşkanı adaylığı için kampanya yapıyor.
Topluma değil, bir avuç siyasi elite konuşuyor.
Toplumun gündemiyle değil, kimsenin umurunda olmayan bir siyasi dedikodu zümresiyle uğraşıyor.
Tam da bu sebeple durmadan hata yapıyor. Hata yapıyor. Hata yapıyor.
Çünkü kendi adaylığı için toplumun değil, bir masa ve onun etrafındaki siyasi aktörlerin onayına ihtiyaç duyduğunu biliyor. Türkiye’deki karşılığından çok, siyasetteki ağırlığını umursuyor.
İlk örnek, hiç şüphesiz, parti kurmaylarının karşısında yaptığı bir konuşmada “Yanımda mısınız” diye sorarak yumruğunu kürsüye vurmasıydı.
Tetiklediği tek siyasi rüzgâr adı cumhurbaşkanlığı adaylığıyla geçen diğer bütün CHP’lileri “Yanındayız” demeye zorlamak oldu. Zaten çıkışın doğası gereği tek olası sonuç da buydu.
CHP’nin Genel Başkanı’nın, yani doğal liderinin, kendi partisini sürekli bir şeylere ikna etme çabası bir güçten ziyade güçsüzlüğün göstergesi. O güçsüzlük de diğer olası adaylara kıyasla Kılıçdaroğlu’nun daha “riskli” bir tercih olarak görünmesi elbette.
Komedyen Baturay Özdemir, ‘’Göçmenlerle birlikte 100 milyonluk ülkede seçimi kaybedebilecek tek bir kişi var’’ dediğinde, kahkahaya boğulan yüzlerce seyircisinin (ve videoyu izleyen yüzbinlerce izleyicinin) aklına aynı kişinin geliyor olması, bu güçsüzlüğün kanıtlarından sadece biri. ‘’Belki de o kişi aday olmamalıdır abi!’’
Mutlak çoğunluğu hayat mücadelesi veren bir ülkede toplumun en az ilgilendiği üç şey varsa, biri CHP’nin iç siyaseti, ikincisi de Altılı Masa’yı birinin adaylığına ikna etmek için yürütülen dedikodu kampanyalarıdır. Bu toplumun küçümsenmemesi gereken bir kısmının ülkede hâlâ başbakanlık diye bir merci olduğunu zannettiğini unutmamak gerekiyor. Siyasi eliti, Türkiye’nin hakikatinden çok uzak.
Aynı günlerde Recep Tayyip Erdoğan hiçbir inandırıcılığı olmasa da sosyal konut projesi açıklıyordu. Erdoğan, toplumun gündemine konuşurken; Kılıçdaroğlu, kendi partisini ipe diziyordu. Çünkü biri Cumhurbaşkanlığı, diğeri Cumhurbaşkanlığı Adaylığı kampanyası yapıyordu. Hata bir.
Bir diğer örnek ise Kılıçdaroğlu’nun af çıkışı. Sadece MHP’nin elinden bu af hamlesini almak için yapılan bir çıkış. Yani Cumhur İttifakı’nın içindeki bir anlaşmazlığı gün yüzüne çıkartmak için sarf edilmiş sözler.
Bu anlaşmazlıktan toplumun ezici çoğunluğu elbette haberdar değil. Ben de değilim. Bu yüzden de konunun tam ne olduğunu açıklayamıyorum. İşin komik yanı, benim bile bilmediğim bir meseleyle Kılıçdaroğlu’nun uğraşması zaten.
Ama şunu biliyorum: Kılıçdaroğlu “gerekirse affı konuşuruz” dediği anda CHP’yi “affa sıcak bakan bir parti” pozisyonuna getirdi. Her ne kadar affı “kader mahkumları” gibi ne anlama geldiği belli olmayan bir grup insan için öneriyor olsa da neticede CHP, bu duruşla, güvenlik meselesinde yumuşak bir tavır sergiledi.
Toplumun siyasetten beklediği duruş ise bunun tam tersi. Bu çıkıştan sadece birkaç gün sonra, sebepsiz yere şehir magandalarının katlettiği müzisyen, Kılıçdaroğlu’nun zamansız ve anlamsız çıkışını da çöpe attı.
Otoriter tutumların güvenlik endişesinin arttığı zamanlarda toplumu ne kadar derinden etkilediğini görmek için 2015 yazına gitmek yeterli. Bugün sokaklarda bombalar patlamıyor olsa da ülkenin büyük şehirlerinde sokakta güvenli bir şekilde yürümek mümkün değil. İnsanlar da zaten hayatlarını en çok sıkıştıran meseleler sorulduğunda ekonomiden, güvenlikten ve mülteci krizinden söz ediyor. Ki üçü de birbirinden ayrı değil.
Her krizin yıllardır sadece derinleştiği bir ülkeyiz; özgüvenimizi yitirdik. Bu yüzden Kemal Bey’in bir “Türkiye Hayali” anlatması gerektiğini düşünüyorum. Gündelik siyasi hesaplaşmalarla zaman kaybederek o hayale Türkiye’yi inandırmak mümkün değil.
Dolayısıyla toplum siyasetten af değil, daha sert bir güvenlik rejimi bekliyor. Covid sebebiyle hapishanelerden salınmış insanların sokaklarda dolaşmasını değil hapse dönmesini bekliyor. “Kader mahkumları”na özgürlük değil, kendi yaşam alanlarını daraltan çeteleşmelerin yeraltından çıkarılıp hapse tıkılmasını bekliyor.
AKP-MHP arasındaki anlaşmazlıklardan kimse haberdar değil. Ama sokaklarda tuz gibi satılan uyuşturucudan herkes haberdar. Kaybettiğimiz o müzisyenden de. Hata iki.
Son gol de yine Kılıçdaroğlu’nun kendi kalesine, ustalıkla doksana takarak attığı başörtüsü şutu elbette.
Türkiye’de kim, hangi veriye dayanarak, nasıl bir akıl yürütmeyle bir ‘başörtüsü’ sorunu olduğuna kanaat getirdi, bilmiyorum. Ama Kılıçdaroğlu’nun kariyerlerini CHP düşmanlığı yaparak kazanmış bir grup insanın düşüncelerini fazla ciddiye aldığını artık biliyorum.
Zamanında Cumhurbaşkanı Adayı’nın eşinin başı örtülü diye darbeyle tehdit edilen bir partiyi bu konu üzerinden köşeye sıkıştırabileceğini zannetmek için gerçekten bir kör kuyuda yaşıyor olmak lazım.
Kılıçdaroğlu CHP’yi zaten değiştirdi; 2014’ten beri parti ‘rakı masalarında ülkeyi kurtaranlardan’ arınıyor. Belli ki mesele sadece bu değil. CHP, bu ülkeyi yönetme kabiliyetine sahip olduğunu Türkiye’ye gösteremedikçe, isterse Abdullah Gül’ü genel başkan yapsın, yine de bir adım öteye gidemeyecek.
Neticede Erdoğan golü attı. Anayasa değişikliği cini de bir kere şişeden çıktı. Geri koyabilene aşk olsun. Etti hata 3.
Kılıçdaroğlu’nun tekrardan millete dönmesi lazım. Milletin önceliklerini, siyasetinin önceliği haline getirmesi lazım.
Kendisiyle 2021 yazında, bir grup -benim gibi- “beyin göçü” örneği teşkil eden gençle beraber yaptığımız görüşmede, toplumun artık Türkiye’ye inancını yitirdiğini söylemiştim.
Özgürlüklerden, ekonomiden, güvenlikten çok daha derin bir kriz bu. Kamuoyu araştırmalarında gençlerin statüko partilerinden hiçbirinde “umut” görememelerinin, toplumun muhalefetin de iktidarın da ekonomik krizin üstesinden gelemeyeceğini düşünmesinin de sebebi bu. Her krizin yıllardır sadece derinleştiği bir ülkeyiz; özgüvenimizi yitirdik.
Bu yüzden Kemal Bey’in bir “Türkiye Hayali” anlatması gerektiğini düşünüyorum. Gündelik siyasi hesaplaşmalarla zaman kaybederek o hayale Türkiye’yi inandırmak mümkün değil.
Fakat bunun için önce Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı kampanyası yapmayı bırakıp cumhurbaşkanlığı kampanyasına başlaması gerekiyor.
Günün sonunda aday kendisi olmasa bile Türkiye için hayırlısı bu.