Kemal Bey’in adaylığı

Abone Ol
Bu seçimlerdeki derdimiz ve tartışmamız gereken şey -oy alabilir mi alamaz mı tartışmalarına hiç girmeden- Kemal beyin bu makamı hak edip etmediği ya da en azından bu makama ulaşabilmek için gerekli niteliklere sahip olup olmadığı.

Loading...

Bartın’daki kaza denemeyecek ve denmemesi gereken, Sayıştay raporuna bakınca da kaderle filan bağlantısı olmayan iş cinayeti bu ülkedeki, devletin bazı unsurlarının gayretlerine rağmen süregelen devletsizliğin, insafsızlığın ve vicdansızlığın bir yeni tezahürüydü. Daha önceki maden facialarında alınan tutumları, yargı süreçlerini de bilince son faciaya verilen tepkilerde ve kullanılan dilde devletin ve onu yönetmekten sorumlu olanların madenlerde çalışanlara hangi gözle baktıkları, onların hayatına ne ölçüde değer verdikleri bir kez daha anlaşılıyordu. Soma’da en çarpıcı şekilde görüldüğü gibi protesto etmeleri halinde vatan hainliğiyle de suçlanabilecek insanlardı maden işçileri. Yaşamını kaybedenler nur içinde yatsınlar, halen göçük altında kalanlar da inşallah bir an önce kurtarılırlar. Bu vesileyle Ümit Kıvanç’ın her zaman geçerli kalacak “16 ton” belgeselini de bir kez daha anımsatmak isterim.
https://vimeo.com/541540338. Bugün asıl tartışmak istediğim konu aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlamsız bulduğum, anlamsızdan öte zamanlaması açısından feci, içeriği açısından sorunlu, yapılış tarzı açısından da yanlış bulduğum ABD gezisinin ardından onun olası Cumhurbaşkanı adaylığı. Sonda söylenecek olanı başta söyleyeyim. Kemal Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki seçimlerde Cumhurbaşkanı olmasını yanlış, daha da ötesi fazlasıyla riskli ve bu seçimlerin varoluşsal niteliğine uymayan bir sorumsuzluk olarak görüyorum. Kemal Bey’in Alevi olması benim açımdan onun bir başka zamanda düşünülebilecek adaylığının en olumlu tarafı sayılabilirdi. Giderek Sünnileşen ve laik olduğu iddiasındaki bir ülkede onun Cumhurbaşkanlığının, eğer derdimiz yalnızca kimlik meseleleri olsaydı, simgesel açıdan paha biçilmez bir değer taşıyacağını düşünüyorum. Ne var ki bu seçimlerdeki derdimiz ve tartışmamız gereken şey -oy alabilir mi alamaz mı tartışmalarına hiç girmeden- Kemal beyin bu makamı hak edip etmediği ya da en azından bu makama ulaşabilmek için gerekli niteliklere sahip olup olmadığı. Kendisinin efendi, iyi, yumuşak, anlayışlı, namuslu bir kişi olması seçim kampanyasını sürdürebilmek ve seçimi kazanmak için yeterli sayılamayacağı gibi bunun üzerinden bir siyasi tartışma yapmaya kalkmak bugünün Türkiye’si açısından bana göre anlamsızdır. Siyasi tarihimizin muhtemelen en namuslu siyasetçisi olan Bülent Ecevit’in başbakanlık dönemleri bu ülkede yolsuzlukların alıp başını gittiği, ülkenin de doğru dürüst yönetilemediği dönemler olmuştur. Asıl bakılması gereken Kemal Bey’in bir bakıma paraşütle indiği genel başkanlık makamına oturduktan sonra yaşananlar, partisinin siyasi kimliğine ne katkılar yaptığı ya da yapmadığı, bugünkü büyük mücadeleye girerken partisine bir şevk, enerji, “rant toplama sırası bize geldi” dışında bir iktidar hırsı zerkedip edemediğidir. Zorlu ve sert geçecek bir mücadele için, partinin o mücadelenin gerektirdiği azme sahip olup olmadığı, “geliyor gelmekte olan” rehavetinin dışına çıkıp çıkamayacağı, bir örgüt olarak inandığı bir değerin, uğruna her şeyi göze alabileceği bir “dava”sının bulunup bulunmadığı bugünkü ortamda asıl sorulması gereken sorulardır. Bunlara CHP’nin kendi içinde her konuda canla başla çalışan, bir kısmını şahsen tanıdığım pek çok kişiyi tenzih ederek başka sorular da ekleyebilirim. CHP bir parti olarak dünyanın bugünkü haliyle ilgili 21. Yüzyıla uygun değerlendirmeler yapabilen, dünyaya söyleyecek sözü olan, uluslararası sistemde son 20 yıldır üst üste gelen krizlerin yol açtığı kabuk değişikliğinin niteliğini kavramakla kalmayıp özümseyebilmiş bir parti midir? CHP oligarklarının gerçekten böyle bir derdi var mıdır? Yoksa eğer, neden yoktur? Türkiye için bir gelecek tasavvuru olmayan kişiler neden hala partide köşebaşlarını tutmaktadır? CHP’nin üst üste yaşadığı ve kendisini destekleyenlere yaşattığı hayal kırıklıklarının, dijital sistemin iflası faciasının, Ankara’da kazanılmış bir belediye başkanlığı seçiminin çalınmasına seyirci kalınmasının, iki kez beğensek de beğenmesek de Cumhurbaşkanı adayı diye öne çıkardığı isimlere destek vermemesinin hesabı verilmiş midir? Genel Başkanın siyasi utanç tarihine kazınması gereken “anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama evet oyu vereceğiz” diyerek dokunulmazlıkların paspas edilmesine yeşil ışık yakmasının, anayasayı ve Meclis’i anlamsızlaştırmasının muhasebesi yapılmış mıdır? Kendisi bunun ayıbını nasıl taşımaktadır? Bu partinin başkanı son 11 yıldır Kemal Kılıçdaroğlu olduğuna göre kaybedilen tüm seçimlerin ve referandumların, referandumdaki hesabı sorulmamış “damgasız oy pusulası zarfı” rezaletinin, partinin kendi değerlerini yansıttığı düşünülebilecek ve topluma hitap edecek bir laik ve demokratik söylemin oluşturulmamasının sorumluluğu ondadır. CHP’nin sosyal demokrat bir kimliğin gerektirdiği özellikleri taşıyan bir parti olamamasının, sınıfsal meseleleri gündeme getirememesinin, bu ekonomik ortamda kitleye bunlar ülkeyi yönetebilir hissini yaşatamamasının, toplumu cezbedememesinin, kendi tabanını çantada keklik diye gördüğünden olsa gerek onları cesaretlendirecek, onlara umut aşılayacak herhangi bir söylem üretememesinin de. Bunca yenilgiye karşın istifa etmemesini, CHP’deki çürümüş bir delege yapısını değiştirmek için kılını kıpırdatmamasını, parti içi demokrasi diye bir derdinin olmamasını dürüstlük, tevazu, demokratiklik gibi özelliklerle nasıl bağdaştırabileceğimizi pek anlayamadığım gibi 2019 belediye seçimlerinde doğru adayları bulup onlara destek vermesinin tüm bu sicili temizlediğini sanmıyorum. Gelelim ABD gezisinin içeriğine değilse de zamanlamasına. Bu gezi sırasında Meclis meşum “dezenformasyon” yasasını tartışıyordu. CHP Genel Başkanı birliklerinin başındaki bir komutan gibi bu feci kanunun geçirilmesini engelleyecek bir mücadeleyi gece-gündüz Meclis çatısı altında kalarak vermek, kürsüden gümbür gümbür bir konuşma yapmak yerine neden ABD’deydi? ABD ziyareti çok gerekliydiyse daha sonra neden yapılamazdı? CHP’nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü 1954 seçimlerinde 33 kişilik parti grubuyla, DP’nin ezici çoğunluğuna karşı inanılmaz bir mücadele vermiş, iktidarı bunaltmıştı. Kemal Bey’in CHP’si böylesi bir kanunun oylamasında, kaybedileceği garantilenmiş bile olsa tam kadro bulunmayı düşünemeyecek kadar eyyamcı, umursamaz ve sorumsuzdur. Bu özellikler de ancak partisine siyasi enerji veremeyen, ona mücadele azmi aşılayamayan, görev bilincini partisinin her zerresine yerleştirmekte başarısız olmuş bir parti başkanının hanesine yazılabilir. Böyle bir siyasetçinin her türlü rezilliğin, usulsüzlüğün, şiddetin yaşanmasını beklediğim Başkanlık seçimi kampanyasını yönetmek için gereken niteliklere sahip olduğunu ben kendi hesabıma düşünmüyorum. İktidar değişikliği isteyen birisi olarak bu düşüncemde yalnız olmadığımı da sanıyorum.