Adı geçenlerin her biri o makamı temsil edebilir. Eldeki veriler hepsinin kazanacağını gösteriyor; dolayısıyla sormamız gereken soru, hangisinin daha fazla oy getireceği değil, gemimizi hangisinin güvenle limana yanaştıracağıdır.
Neden olmasın?
Niteliksiz mi?
Değil!
Yeteneksiz mi?
Hiç de değil!
Geride bıraktığı uzun bürokratik yaşamına bakıldığında, kendisine teslim edilen kamunun gücünü, kendi çıkarları doğrultusunda kullandığına dair herhangi bir kanıt yahut tanık var mı?
Yok!
E o halde, Kemal Bey ile neden olmuyormuş?
KALDIRIN CAM TAVANLARINIZI…
Psikolojide buna “
cam tavan sendromu” deniyor.
Nedir “
cam tavan sendromu”?
Pirelerin tehlikeden uzaklaşmaya dair reflekslerini araştıran bilim insanları, ilk olarak topladıkları birkaç pire, 30 santimetre yüksekliğindeki bir cam fanusun içine konulmuş.
Cam fanusun metal olan zemini, alttan ısıtılmış. Bu ısı, pireleri rahatsız etmiş. Doğal olarak sıcaktan uzaklaşmak isteyen pereler, zıplayarak kaçışmaya başlamış. Zıplayan her pire, fanusun tavanına çarpıp düşmüş.
Sıcak zemine düşen her pire, yüksek ısıdan kurtulmak için tekrar zıplamış ancak gene cam tavana çarpmış. Bu durum, böyle dakikalarca devam etmiş. Sonunda cam tavana çarpmamak için 30 santimetreden daha az zıplama refleksini geliştirmişler.
Bir süre daha sürdürdükleri deney sırasında yaptıkları gözlem çerçevesinde, pirelerin artık 30 santimetreden daha fazla zıplamadığı kanaatine ulaşan bilim insanları, deneyin ikinci aşamasına geçmiş.
İkinci aşamada cam tavan kaldırılmış. Metal zemin ısıtılmaya devam edilmiş. Artan sıcaklık, pireleri rahatsız etmiş ve pireler yeniden zıplamış ancak bu kez cam tavan olmadığı halde pirelerin zıplayışları, 30 santimetreyi hiç geçmemiş.
Cam tavan kaldırılmış olduğu halde, tüm pirelerin 30 santimetreyi geçmeyecek şekilde ve eşit yükseklikte zıplamaları, karşılaştıkları engelin aşılamaz olduğuna dair zihinlerinde çizdikleri sınırı gösterir.
Bu durum, pirelerin kendilerine olan güvenlerinin kırıldığına; engellerin aşılamaz olduğuna dair bir saplantıya esir olduğuna işaret eder.
KURTULUN ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİNİZDEN…
Toplumsal hayatta da sıkça karşılaştığımız bu durum, bir çeşit “
iç engel”dir ve psikolojide buna “
öğrenilmiş çaresizlik” de deniliyor.
İlk kez, Seligman ve arkadaşları tarafından kullanılan bu kavram ile tavır ve tutumuyla belirli bir sonucu kontrol etmesinin olanaksız olduğunu öğrenen kişinin üç alanda yetersizliğinin ortaya çıktığı anlatılmak istenir. Bu üç alan, güdüsel, bilişsel ve duygusal bozukluktur.
Güdüsel bozukluk, kişinin bir sonucu kontrol edememesini doğru kabul etmesi, gereken davranışları gösterme konusunda daha az istekli olmasına yol açar. Bilişsel bozukluk ise, kişinin kontrol edilmesi olanaklı bile olsa gerekli davranışı göstermekten imtina etmesine neden olur. Duygusal bozukluk ise kişinin sonuçları kontrol edememesini biliyor alması nedeniyle kalp atışlarında ve kan basıncında görülen yükseliş, kontrolsüz titreme, kaygı ve çöküntüyü birlikte getirir.
Bu tür kişilikler, yeni bir bilgiyle yahut yeni bir durum ile karşılaştıklarında huzursuz olur, içe kapanır ve muhafazakar refleksler gösterir.
Tedavisi var mıdır bu “
öğrenilmiş çaresizlik” sendromunun?
Bilimsel araştırmalar, tedavisinin olduğunu gösteriyor. Toplumsal anlamda bu tedavinin işe yaradığının ilk göstergelerini de 31 Mart 2019 seçimlerinde görmüştük.
O halde konumuza dönelibiliriz.
Malum, önümüzde genel seçimlerle birlikte bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var.
Cumhur İttifakı adayının mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu varsayılıyor. Millet İttifakı’nda ise
“ben başbakanlığa talibim” diyen Meral Akşener’i bir yana bıraktığımızda geriye üç isim öne çıkıyor.
Bunlardan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, her ne kadar seçim zamanına kadar köprülerin altında çok su akacaksa da, Karadeniz gezisi sırasında gösterdiği performans nedeniyle “
çizik yemiş” görünüyor. ABB Başkanı Mansur Yavaş ise adı etrafında yürütülen tartışmalar ile kendi arasına düzeyli bir mesafe koyup, “
işine baktığını” dile getiriyor.
Geriye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kalıyor.
Her üç isim de ve hatta adı dolaşıma sokulmamış başka isimler de aday gösterilebilir ve mevcut koşullar gözönüne alındığında Millet İttifakının adayı, (bazı isimlerle yüzde 51 bazılarıylaysa daha yüksek oranda bir oy oranıyla) seçilecek gibi görünüyor.
Buna rağmen Kılıçdaroğlu adı geçtikçe içinde CHP’lilerin de olduğu ve pek çoğu “
toplumsal kanaat oluşturucusu” konumundakiler, kenarda, köşede, kısık sesle de olsa ve hatta bazı eli kalem tutan
“kardeşler” hislerini yazıya dökerek, Kılıçdaroğlu ile kazanılamayacağını ifade ediyorlar.
Neden?
YIKIN İÇ ENGELLERİNİZİ…
“İç engelleri” olduğu için…
Nedir o “
iç engelleri”?
Kılıçdaroğlu’nun doğuştan sahip olduğu inançsal konumu…
“Toplumsal kanaat oluşturucular”, bugün de Kılıçdaroğlu için “bütün vasıflara sahip ama…” diye başlayan pek çok negatif hali bilinçaltına yerleştirme yarışına girmiş bulunuyorlar. Tek kelimeyle utanılacak bir durumdur bu!
Utanılacak bir durum olan Ebu Suud geleneğinin bütün topluma şırınga ettiği “Aleviliğin din dışılığı” dezenformasyonu, hiç sorgulanmadan yüzlerce yıldır olduğu gibi kabul edilip bugüne kadar taşınmış ve bu durum, aydın ve entelektüellerimiz tarafından hiç sorgulanmadan olduğu gibi kabul edilmiş.
Gündelik hayatımızda, “
alevi ama…” diyerek başlayıp sonunu pozitif ile tamamladığımız bütün cümlelerin yok hükmünde olduğunu sorgulamaktan imtina etmiş “
toplumsal kanaat oluşturucuları”, bugün de Kılıçdaroğlu için “
bütün vasıflara sahip ama…” diye başlayan pek çok negatif hali bilinçaltına yerleştirme yarışına girmiş bulunuyorlar.
Tek kelimeyle utanılacak bir durumdur bu!
Adı Cumhurbaşkanlığı için geçenlerin her biri, o makamı, çok da iyi temsil edebilir. Eldeki veriler, hepsinin kazanacağını gösteriyor; dolayısıyla sormamız gereken soru, hangisinin daha fazla oy getireceği değil, su almaya başlamış bulunan gemimizi hangisinin daha güvenli bir biçimde limana yanaştıracağı tartışmasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
“çelikleşmiş kitlesi”nin alanı giderek daralırken, Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu
“kesişim kümesi”nin giderek genişlediği anlaşılıyor. Çubuğu, NATO’nun önemine ilişkin anlamsız vurgular ile
“kaçış planı”na ilişkin abartılı açıklamalara doğru daha fazla bükmez ise
“kesişim kümesi”nin daha genişleyeceğini söyleyebiliriz.
“Sen iyi birisin, dürüstsün, namuslusun, yetenekli ve niteliklisin ama Alevi kökenlisin ve biz bir Alevi Cumhurbaşkanı istemiyoruz” demek, psikolojideki “cam tavan sendromu” ile örtüşüyor ama aynı zamanda büyük bir ayıpla da örtüşüyor.
“Sen iyi birisin, dürüstsün, namuslusun, yetenekli ve niteliklisin ama Alevi kökenlisin ve biz bir Alevi Cumhurbaşkanı istemiyoruz” demek, psikolojideki “
cam tavan sendromu” ile örtüşüyor ama aynı zamanda büyük bir ayıpla da örtüşüyor. Çünkü köken üzerinden siyaset yapmak, ötekileştirmektir ve insanlığın evrensel birikimi, bunun adını bölücülük olarak koymuş.
Bir düşünün; ABD seçmeni, Obama’ya, “
iyisin, hoşsun ama senin kökenin engel” demiş miydi acaba? Dahası Obama yanlıları, aday olmaması için “
kardeş tavsiyesi”nde bulunmuş muydu?
Sözün özü şudur:
Kökene değil, niteliklere odaklanalım. Zira bir insanın doğuştan kendisine atfedilen kökenine odaklanmak, bel altı bir vuruştur ve 21. Yüzyılda utanılacak bir davranıştır. Niteliklere odaklanmak ise toplumu, içine düştüğü açmazdan kurtaracak yetenekli bir maestroyu gün yüzüne çıkarmaya matuftur.
Demek istiyorum ki zorunlu haller dışında aday olmasını zayıf bir olasılık olarak gördüğüm Kılıçdaroğlu’na yönelik “amalı”, “fakatlı” cümleleri bir yana bırakın; enerjinizi, kendi cam tavanınızı kaldırmak için harcayın. Aksi halde ilelebet orada tutsak kalırsınız.