“Kelime” oyunları

Abone Ol
Ortada bir konu (Kürt sorunu) ve muhatabı olan bir parti var (HDP). Parantez içerisindeki bu sözcüklerin telaffuzu bile sorunlu görülüyor ne yazık ki. Meclis Başkanının parlamentoda temsil edilen 3. partinin ismini ağzına almayışı Abdülhamit sansürlerini aratmıyor. Yasaklı kelimeler ülkesi burası. Türkiye’yi kasıp kavuran orman yangınları döneminde “Help Turkey” tweetini paylaşmak yasaktı mesela. “Yassah hemşerim”lerin nedenini sorgulamak için biraz geç kalındığı dönemdeyiz. Ya da belki de geç kaldığımız için durum böyledir. Abdülhamit döneminin yasaklı kelimeleri ile bugünün yasak/sakıncalı sözcükleri arasındaki farklar ve benzerlikler uzun bir konu. (O dönemin yasaklı sözcüklerinden ikisinin cumhuriyet ve sosyalizm olması da başka bir tartışma) Anlama zorluğu çektiği tüm yurttaşların malumu olduğu şahsa “üstün zekalı” demek yasak örneğin. [1] Yıllarca “Eski Türkiye’de yasaklar vardı” masalının ağırlıklı olarak “Kürt sorunu” versiyonunu dinledik. 12 Eylül’ün yasakçı zihniyetini akil heyetler, açılım süreçleri üzerinden aşmaya (daha doğrusu bu yolla oy devşirmeye) yönelik girişimler kısmi olarak “demokrat ve çoğulcu” bir görünüm ortaya çıkarmayı başardı. Kürt sorunu başlı başına bir konu. Ancak bu konu “yasaklar” statüsünden “ağza alınmayacak” konumuna yeni Türkiye döneminde terfi etti. Geçtiğimiz haftalarda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dillendirdiği, iktidarın ise “öyle bir sorun yok, onu biz çözdük” çıkışına rağmen bir süre devam eden Kürt sorunu tartışmaları sırasında, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un sarf ettiği şu sözler ilginç: “Belli bir konunun muhatabı olarak bazı partileri görmek ya da göstermek parlamento geleneğimizin en temel esasına aykırıdır.” [2] Bu cümleyi ögelerine ayırmak istersek öncelikle ortada bir konu var (Kürt sorunu) ve bu sorunun muhatabı olan bir parti var (HDP). Parantez içerisindeki bu sözcüklerin telaffuzu bile sorunlu görülüyor ne yazık ki. Meclis Başkanının parlamentoda temsil edilen 3.partinin ismini ağzına almayışı Abdulhamit sansürlerini aratmıyor. (İlgili siyasi kesimin Abdulhamit’i bu kadar övmelerinin bir nedeni de bu olsa gerek. Aradan geçen 200 yılda değişmeyen bir zihniyetin ürünleri çünkü.)
Yalnızca Kürtler mi? "Benim için afedersin Ermeni diyen oldu” ifadesine şahit olduk. Kadın konusu ise “tövbe estağfurullah” çekmelik cinsten. Kürtaj tartışmalarında vajina sözcüğü duymaktan utananları gördük. “Tu kaka” sözcüklerinin listesi uzayıp gidiyor.
Özetle buradaki sorun “Kürt sorununu biz çözdük” iddiasında olanların “Kürt sorunu” sözcüğünü ağızlarına almaktan imtina etmeleri. Elbette Kürtler bu konuda yalnız değil. 2014 yılı Nisan ayında (1915 olaylarının yıl dönümünde) Ermeniler için taziye dilenmesinin[3]  üzerinden 4 ay geçtiğinde, yani Ağustos 2014’te "Benim için affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu” [4]ifadelerine şahit olduk hep birlikte. Kadınlarla ilgili konular ise “tövbe estağfurullah” çekip kafa çevirmelik cinsten. Kürtaj tartışmalarında “vajina sözcüğü duymaktan utanan” [5] (ancak kadının kendi bedeniyle ilgili uygulamalara karışma hakkını kendinde gören) anlayışları da gördük ne yazık ki.. Kadının gülmesi, hamile kalması ya da kalmaması, yerinin neresi olduğu hep erkekler tarafından tartışılagelirken duyulması gereken utancın, kadın vücudunun bir parçası üzerinden ortaya çıkması da düşündürücü. Türkiye’nin “sorunlu” kesimleri ile “tu kaka” sözcüklerinin listesi uzayıp gidiyor. Yurt bulamayan öğrencilerin talebi, kadınların öldürülmemek için verdikleri mücadele, doğal alanların mahvedilmemesi için ses çıkaran çevreci ve köylüler, girdi maliyetlerinden isyan eden üreticiler, çiftçiler de yakında bu kategoride kendine yer bulur. Problematik alanlarda “üstünü örtme”, “baskılama” yöntemi olarak kelimelerden intikam alma ve var olan sorunları yok sayma yolu izleniyor. Bu durum Süleyman Demirel’in “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” anlayışından farksız. Hal böyle olunca Abdülhamit dönemini aratmayan ve her gündem maddesiyle birlikte uzayıp giden “sakıncalı” sözcükler listemiz olacak yakında. “Kurdaki artış”, “enflasyon”, “yoksulluk” sözcükleri de her an bu “tehlikeli” kategoriye girebilir. Elbette bu var olan ve giderek şiddetini artıran krize çözüm olmayacak. Gittikçe fakirleşen, emeği ve parasının değeri ucuzlayan kitleler, karşılarında şatafatlı yaşamları daha net görüyor. Başarısız PR çalışmalarına sosyal medyanın “sosyal” gücü de eklenince son model pahalı araçlar, zevksizliğin lüks ile buluştuğu düğün/mevlüt organizasyonları iyice göze batar hale geldi. Basit bir örnekle kışlık salça yapabilmek için pazarda ucuz domates arayan insanlara tropikal meyveleri kurutma tavsiyesi veren ruh hali, iktidarın kendi sonunu hazırladığının göstergeleri. [1] https://www.birgun.net/haber/aym-bilal-erdogan-a-ustun-zekali-dedigi-icin-ceza-alan-seray-sahiner-i-hakli-buldu-359135 [2] https://t24.com.tr/haber/meclis-baskani-sentop-belli-bir-konun-muhatabi-olarak-bazi-bazi-partileri-gormek-ya-da-gostermek-parlamento-gelenegimizin-en-temel-esasina-aykiridir,982393 [3] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/04/140423_erdogan_1915_aciklama [4] https://www.diken.com.tr/afedersin-cok-daha-cirkin-seylerle-ermeni-diyen-oldu/ [5] http://www.radikal.com.tr/politika/bulent-arinc-vajina-kelimesinden-utanmis-1111692/