Dindar mahalle ne yazık ki 200 yıllık bir fırsatı, 20 yılda değerlendirememiştir. Sıra bugünün mağdurlarının sorumluluğu olumlu kullanmasına gelmiştir. Şirin Payzın’ın ilgili programına bağlandığımızda bana “hep tedirgin mahallenin iknaından bahsediyoruz uzun yıllardır tedirgin olan bizleriz mahalle neden kendini sorgulamıyor” sorusuyla kitabın ortasından bir giriş yapmıştı. Aslında bu soru ayıp olur veya şu sıralar siyasi olarak doğru olmaz gerekçesiyle ülkenin seküler kesiminde çoğunluğun zihnini kurcalayan temel bir soruydu. Bireysel açıdan haklıydılar da. Program koşulları konuyu yeteri kadar açmamıza pek izin veremedi. Ardından bu konuyu Bengü hanımın desteği ve İpek Özbey’in duayen gazeteciliğinin deneyimi ile yeterli bir sürede Halk TV de işleme fırsatını bulabildik. Artık PolitikYol satırlarıyla da kamuoyuna takdim etme ihtiyacı da bu şekilde hasıl olmuştu. Toplumsal soru şu; 20 küsur yılda (muhafaza etmeyen) muhafazakârlar iktidarda, maddi ve manevi tahrip ortada, bunların sorumlusu bizler değil mağduruyuz. Sorumlu olan onlara oy vermeye ısrarla devam eden mahalledir. Mahalle öncelikle bizim mağduriyetimiz ile empati kurmalı. Biz zaten seküler siyaset olarak CHP ve İYİ partiyle seçimi kazanacağız. Bu mahalleyi ikna etmek veya onlardan kopan siyasi hareketleri taşımak bizlere neden zorunlu olsun ki? Bilindiği gibi ülkemizde kutuplaşmanın tarihi yaklaşık 150 yıl öncesine dayanır. Bu ayrımın iki temel bileşeni devlet ve ideoloji ilişkisidir. Osmanlı imparatorluğu Bizans geleneği doğrultusunda din, şeriat ekseninde güvenliğini veya düzenini devam ettirebiliyordu. Sanayi devrimi sonrasında özellikle Abdülhamit ile İslamcılık siyaseti devletin kendisi demekti. İttihatçılarla da bu ideolojiyi, Türkçülükle birlikte Cumhuriyet kurulana kadar Türk-İslam sentezi olarak sürdürdüler. Devlet bu şekilde uluslararası düzende varlığını-bekasını kabul ettireceğini var saymıştı. Anadolu taşrası, devlet ile bu ideolojileri içselleştirmişti. Cumhuriyet kurulduğunda devletin, yeni dünya düzeninde İslamcı ve genişlemeci iddialardan arındırılması gerekiyordu ki toplum yeni duruma göre şekillenmeliydi. Bu değişime en olumlu tepki veren kentli, aristokrat ve eğitimli sınıflar oldu. Ancak taşrada çok hırpalandı.
28 Şubat deneyiminden ders çıkartan devlet bürokrasisi, İslamcı siyaset ve devlet arasında bir uzlaşmaya gitti. İlgili partinin önünü açtı. Toplumsal talebe uydu. Ne yazık ki bu hikâye de kendince görgü devrimine uyumsuz I. Sınıf vatandaşını yarattı.
Sonuçta iki ayrı devlet, ideoloji ve toplum tasarımı art arda geliyordu. Cumhuriyet demokrasisine 1950 seçimleri ile girilirken, devrimleri benimsemiş seküler kesim ve Osmanlı inkârına karşı çıkan taşra-mahalle arasında ülke kutuplaşıyordu. Bir üçüncü temel kutup olarak da karşımıza ulusal devrimle kimlikleri bastırılan Kürt siyaseti çıkıyordu. Bu üç ayrı siyasi cereyan veya kutup uzlaştırılabilir miydi? Ne yazık ki bu konuda içten bir çabayı birkaç istisna dışında tarih kaydetmedi. Bu gerilimler ülke için ciddi maddi ve manevi değer kayıplarına yol açtı. Demokrat Parti taşrayı şehre açtı ancak muhaliflerini ötekileştirdi. İslamcı mahalle hep devletten ürktüğü için radikal sağı değil ılımlı merkez sağı destekledi. Seküler kesimle mahalle arasındaki gerilime sınıfsal ve görgüsel çelişki olarak da bakılabilir. Seküler kesim aslında mahallenin modernite ile barışmasına pek şans tanımak istemedi. Zira Kemalist elitlere göre modernite öncelikle bir görgü ve şekil devrimiydi. Bunlardan başlanmalıydı. Bu açıdan mahalleden gelen hizmetçi, kapıcı veya okuma yazma bilmeyen başörtülü ablalara hep sıcak bakıldı. Bunlar Türk ve Netflix dizilerinde kendilerine hep yer bulabildiler. Ancak mahallenin tesettürlü kızlarına I. Sınıf eğitim kurumları, aristokrasisi ve sinema dizilerinde kendi oldukları gibi hiç yer verilmek istenmedi. Hor görülen insanlarda suçluluk duygusu ve öfke doğal bir şeydi. 28 Şubat deneyiminden ders çıkartan devlet bürokrasisi, İslamcı siyaset ve devlet arasında bir uzlaşmaya gitti. İlgili partinin önünü açtı. Toplumsal talebe uydu. Ne yazık ki bu hikâye de kendince görgü devrimine uyumsuz I. Sınıf vatandaşını yarattı. Şu an bu mahallede yeni I. Sınıf vatandaşların seçimlerden sonra II. Sınıf vatandaşlığa düşme kaygısı yaşanmakta. Sorun yeni bir merkezi inşa çabasıydı. Bu merkezde sekülerler, muhafazakârlar ve Kürtler olmalıydı. Bunun anahtarı ancak uzlaşma olabilirdi. Özellikle Özal 4 eğilim hamlesiyle herkesi içine alan bir yeni merkez oluşturmaya çalışmıştı. AK parti bunu yapmaya adaydı. Teveccüh de bunaydı. Gezi olayları ve ardından gelen olaylarla ilgili yönetim uzlaşmayı gündemden çıkardı. Cumhur ittifakı ve farklı ortaklarıyla malum içerikli beka politikalarına yöneldi. Ülkenin iki temel unsuru siyaseten karşıya alındı.
Kaygılı sekülerler, mahalleliler ve Kürtler, hepimiz karşılıklı kaygılarımızı izale etmeliyiz. Onurlarımızı da iade etmeliyiz. Kindarlarımıza ise asla müsaade etmemeliyiz.
Bu yeni merkez, görünürde artık Cumhuriyetin kuruluşundaki laikliği değil radikal bir Türk-İslam sentezciliğini barındırıyordu. Mahalle artık Osmanlının yıkılırken devlet ideolojisi olarak belirlediği Türk-İslam sentezciliğinin tekrar devlet ideolojisi olduğunun sanmanın huzuru içindeydi. Bu merkez ülkenin yarısının taleplerini görmeyi tercih etmiyordu. Bugün gelinen nokta itibariyle seçimi de kazanabilirse bu dışlayıcı yönetim, rıza üretmeden ancak baskı mengenesini sıkarak yönetimini sürdürmeye çalışacaktır. Tabii ki eğer bir şeyleri değiştirmez ise. Cumhuriyetin II. Yüzyılının eşiğinde ülkemiz III. Yüzyıla salimen tek parça girmek istiyorsa, ülkede yaşayanları oldukları gibi kabul eden rıza üreten yeni bir toplumsal ve siyasi merkezi inşa etmek durumundadır. Bu merkez elimizdeki kalan tüm imparatorluk bakiyesini taşıyabilmelidir. Tek bir siyasi akım ile böyle bir merkez inşa edilemeyecektir. Bu açıdan dindar mahallenin kaygıları önemlidir. Tek kanatlı bir güvercin uçamayacaktır. Altılı Masa girişimi şekil olarak da olsa bu anlamda umut vericidir. Uzlaşma siyaseti matematikle tamamen doğru orantılı değildir. Sıkça tek taraflı veya karşılıklı ödünleri gerektirir. Bir inşa, bir geçiş dönemi söz konudur. Ülkenin insanının tekrar güven kazanması sağlıklı geçiş dönemine bağlıdır. Söz konusu olan intikam veya cezalandırma değildir. Geçiş dönemi adaleti ve siyasetidir. Seküler kesime dindar mahalle kaygıları için önerilen bütüne yönelik bir yüzleşme ve uzlaşma metodolojisidir. Kimse tamamen masum değildir. Ülkenin yarısını kısmen hain bir diğer yarısını vatansever vazeden ucube bir sistem ve politik anlayış ile karşı karşıyayız. Seçim başarısı ile rollerin değişmesi işleri kolaylaştırmayacaktır. Kaygıların giderilmesi gerginliği düşürecektir. Kolay yönetişimi sağlayacaktır. Kaygılı sekülerler, mahalleliler ve Kürtler, hepimiz karşılıklı kaygılarımızı izale etmeliyiz. Onurlarımızı da iade etmeliyiz. Kindarlarımıza ise asla müsaade etmemeliyiz. Dindar mahalle ne yazık ki 200 yıllık bir fırsatı, 20 yılda değerlendirememiştir. Sıra bugünün mağdurlarının sorumluluğu olumlu kullanmasına gelmiştir.