Savaş, insanları “ölenler, sakatlananlar ve kaybolanlar” diye üçe ayırmaz. Ölenler ölür, milyonlarcası sakat kalır. Ama herkes kaybolur.Derler ki, Truva’dan sonra tarihteki en büyük çıkarma Müttefik kuvvetleri tarafından Normandiya’ya yapılmıştır. Stalingrad, Sicilya, Afrika, en sonunda da Normandiya… Artık savaşın kaderi belli olmuştu iyice. Nazilerin tutunması mümkün değildi, faşizmin egemen olacağına dair hayaller yıkılmaya mahkûmdu. Gitmekte olanlar gidiyorlardı. Schelde’yi geçildikten sonra Naziler son bir gayretle Ardenlerde karşı taarruza başladılar. Muvaffak da oldular, ama dedim ya artık iklim değişmişti, panzer eski gücünde değildi, yıpranmıştı, ne zaman bir adım ileri atsa peşi sıra üç adım geri gidiyordu. Gencecik bir asker, henüz daha çocuk. İstese onu da oracıkta öldürebilirdi ama sadece seslendi; bir sigara istedi, gencin paketi vardı yanında, bir sigara yaktı. O genç asker muhtemelen bir savaş kahramanı olarak dönecek ülkesine. Madalyaları olacak, gördüklerini, faşizmi nasıl alt ettiklerini anlatacak. Silahların, patlamaların bir an olsun susmadığı, çıkarma yapılan gece boyunca silahını hiç kullanmadığını söyledi pilota. Ne zaman savaşmak için silah seslerinin duyulduğu bir yere gitse ses kesilmiş. Tabii ki kahramanlık öldürdüğün insan sayısıyla yükselmez, hatta her soktuğu insanla kendi de ölümünü de hazırlayan arının yaptığına benzer şekilde, her ölümle insanlığın da öldüğünü söyleyebiliriz belki. Pilot, ona savaşın ne kadar korkunç olduğunu şu sözlerle anlattı, az önce öldürdüğü askeri göstererek: “O öldü, ben sakat kaldım, sen kayboldun.” Savaşı gören kimsenin bir daha eskisi gibi olmayacağını söyleyen basit bir cümle gibi gözüküyor ama öyle değil, milyonlarcası öldü, onlar için, sevdikleri için hayat denen şey ansızın sona erdi. Daha da çok sayıda insan sakat kaldı, atom bombaları yüzünden sonraki nesillere sirayet eden sakatlık ve hastalıklarla boğuştu insanlar. Ama belki de bütün dünya “kayboldu”. Yaşamlarımızın içinde kaybolduk, savaşla yaşamanın en ağır bedeli. Schelde’yi anlatan filmin adı da “kaybolmak” temasını yineliyor ama ben bu “lost” kelimesinin çevirisinde biraz oynayarak “yitirmek” diyeceğim. Evet, biz kaybolduk belki ama bizi insan yapan birçok değeri de yitirdik. Savaş başladığında, ölüm yanı başımızda cereyan eden alelade bir olay haline geldiğinde, mitralyöz sesleri sıradanlaştığında, yolunu bulan karaborsacı olmaya heves ettiğinde… Komşular tek tek götürülürken, devlet herkesi muhbirleştirirken, aykırı çıkan en ufak ses için ihanet ile eş tutulurken, herkes hain ya da iç düşman damgası yerken… Sanırım insanlığımıza dair pek çok şey yitirdik. KİM DAHA ÇOK ÖLDÜRÜRSE… İki ordu savaşıyordu. Biri Fransa’yı bırakmamak için denizden gelenleri ateşe boğuyordu, karşı taraf da yamacı bombalarla delik deşik ediyor, öleceğini bilen askerler gene de tepelere çıkmaya çalışıyor, bazı paraşütçüler yere inemeden havada öldürülüyorlardı ve evet, kim daha çok öldürürse o kazanacaktı. Her ne pahasına olursa olsun galip tarafta olmak lazımdır savaşta çünkü ölüler hikâyelerini anlatamazlar, tarihi sen yazacaksın. Bu noktayı geçtikten sonra hiçbir ahlak kaygısı gözetmene gerek kalmaz. Değerlerin tamamını kaldırıp fırlatırsın bir köşeye. Düşen senden değilse bir tekme de sen vurursun, hiç acımadan çekersin tetiği, bir esiri konuşturmak için en aşağılık şeyleri yapabilir, kadınların onurunu parçalayabilir, ailenin düşünmediği kadar korkunç bir canavara dönüşebilirsin. Sen dönüşmediysen şayet, yanındakilerin dönüşümünü izlemişsindir ses çıkaramadan. Değerlerini yitirir, adım adım kayboluşa sürüklenirsin. O pilot için savaş bitmişti yıkıntıların arasında. Ölmek anlamsızlaşmıştı, öldürmek anlamsızlaşmıştı, savaşı kazanmak ya da kaybetmek anlamsızlaşmıştı. Öteki askeri niye vurdu, bu genci niye vurmadı? belli değil. Değerleri yitirdikten sonra gelen kahramanlık da anlamlı değil. Savaş, insanları “ölenler, sakatlananlar ve kaybolanlar” diye üçe ayırmaz. Ölenler ölür, milyonlarcası sakat kalır. Ama herkes kaybolur.
Kaybolmak ve yitirmek
Savaş, insanları “ölenler, sakatlananlar ve kaybolanlar” diye üçe ayırmaz. Ölenler ölür, milyonlarcası sakat kalır. Ama herkes kaybolur.
Derler ki, Truva’dan sonra tarihteki en büyük çıkarma Müttefik kuvvetleri tarafından Normandiya’ya yapılmıştır.
Stalingrad, Sicilya, Afrika, en sonunda da Normandiya…
Artık savaşın kaderi belli olmuştu iyice.
Nazilerin tutunması mümkün değildi, faşizmin egemen olacağına dair hayaller yıkılmaya mahkûmdu.
Gitmekte olanlar gidiyorlardı.
Schelde’yi geçildikten sonra Naziler son bir gayretle Ardenlerde karşı taarruza başladılar.
Muvaffak da oldular, ama dedim ya artık iklim değişmişti, panzer eski gücünde değildi, yıpranmıştı, ne zaman bir adım ileri atsa peşi sıra üç adım geri gidiyordu.
Bunlar da ilginizi çekebilir