İdeal bir anayasanın devletin teşkilatlanmasından çok, yönetilenler yani hukuku ve devleti oluşturan millet için yapılması gerekiyor. Böyle bir anayasa hangi kriterleri dikkate almalı? Anayasa hukuku uzmanı Doç. Dr. Fatih Öztürk yazdı. Katiba Sasa, Swahili (Kenya’da) dilinde “Şimdi Anayasa” anlamına gelen, Kenya’da 2008 yılı sonrası anayasal reformu gerçekleştirmek için STK’ların yürüttüğü anayasa yapım çalışmasıdır. Türkiye için de ilk önceliğin seçimlerden sonra darbe izlerinden uzak yepyeni bir anayasa yapılması olduğu kanaatindeyiz. Anayasalar yapılmadan önce o ülkedeki toplulukların onu talep etmesi ve bazı ortak paydalar da buluşulması gerekliliği ortadadır. Bizim gibi ülkelerde halk topluluklarından kopuk anayasacılık çalışmalarının 1876’dan beri işe yaramadığı ortadadır. 1876 Anayasası da dahil bugüne kadar yapılan anayasalar ve anayasacılık faaliyetlerini maalesef “ELİTİST ANAYASACILIK” olarak isimlendirmek zorundayız. Sürekli olarak halkı ve geniş kalabalıkları maraba (yaklaşık olarak vassal) olarak görüp seçkinlerin onlar için gerekli olanın en iyisini yapacağı veya yapabileceği anlayışının acilen terk edilmesi gerekmektedir. Uzun ömürlü ve adalet dağıtan anayasa ancak ve ancak halkın katılımı ve anayasa yapıldıktan sonra da halkın katılımının devam etmesiyle olacaktır. halk egemenliğine dayanan bir demokrasi ile bu memleketin sorunları çözülebilir. Temsili demokrasi bizi sürekli olarak eninde sonunda aynı çıkmaz sokaklara götürmektedir: Muhaliflerin sesini keseceksin, bizim yaptıklarımızı görmeyenler vatan hainidir. Oysaki siyaset millete hizmet götürmek için yapılan bir yarış olmanın ötesinde bir şey olmasa gerek. Anayasalar yapılırken kırmızı çizgiler olmamalı. İlla da olacaksa buna halkın çoğunluğu karar vermelidir, kesinlikle siyasetçiler değil. Yeni dünya da laikliğe evet ama laikçiliğe hayır. Maalesef ülkemizde Fransız ekolünden gelen bir yanılsamayla laiklik, laikçilik olarak algılanmakta ve diğer inançlara saldırı moduna bürünebilmektedir. En basitinden Türkiye’deki siyasetçiler ve aydınlar: İslam inancına ait en temel meseleyi bile maalesef gözden kaçırmaktadırlar. Mesela: deprem ve olanların hepsi kaderdir. Olmuş her şey kaderdir. İhmalkarlıklar da gerçekleştiği andan itibaren kaderdir. Ama bu ihmalkarlıkların bir daha yaşanmaması için önlem almak ve hukuken bunların hesabının sorulması için çalışmak ise ayrı bir meseledir. Fakat siz gazeteler de ihmalkârlıkları gösterip bu kader olamaz diye başlık atarsanız, nüfusun % 80’nin inancına bir nevi saygısızlık yapmış ve o konuda bilgisiz olduğunuzu göstermiş olursunuz. Özetle siyasetçilerden ve aydınlardan hitap ettikleri kitlelerin en azından inançları ve hassasiyetleri konusunda bilgili olmaları ve ona göre hareket etmeleri beklenir. Siyasal İslam veya siyasal İslamcı tabirleriyle siyasette dini değerleri öne çıkaran kişileri nazara vererek İslam inanç ve değerlerine saldırı yapılması da kabul edilebilir olmasa gerek. Gerçek din ile sahtekârlar net çizgilerle ayrılıp belirtilmelidir. Bu hususta en güzel örneklerden birisi olan Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) dönemi uygulamaları dile getirilebilir. Ziya Paşa’nın dediği gibi kişilerin sözlerine değil, fiillerine bakılmalıdır. Hz. Ali ile Hz. Ömer’i birlikte kucakladığınız zaman sorunların çok daha rahat hallolduğunu görebileceğiz. Peki halk egemenliğine dayalı bir anayasal cumhuriyetin inşası nasıl olacaktır? Hâlihazırda Türkiye’de hemen hemen herkesin ittifak hâlinde olduğu meselelerden birisi de yeni bir anayasanın acilen hazırlanıp referanduma sunulmasıdır. Bu ülkenin masum ve temiz insanları halk egemenliğine dayalı, dar bölge seçim sistemiyle, doğrudan demokrasinin vazgeçilmez iki önemli saç ayağı olan halk girişimi ve temsilcilerin azlini içeren iki önemli kurumla birlikte yepyeni bir anayasayı çoktan hak etmişlerdir. Günümüz anayasacılığının en önemli meselesi devleti elinde tutan kuvvetlerin ayrılması ve bunlar arasındaki kontrol-denge meselesi olduğu bilinen bir olgudur.
Yeni bir anayasada mutlaka üç unsur yer almalıdır. Bunlar; dar bölge seçim modeli, halk girişimi/vetosu, temsilcilerin azli kurumudur. Yeni bir anayasayı yaparken mutlaka bir yol haritası önceden hazırlanmalıdır.
Türkiye’de anayasa hukuku literatüründe artık asli kurucu iktidarın sadece halk olduğu hem öğretide hem de uygulamada net bir şekilde ifade edilmelidir. Tali kurucu iktidarların ise halk girişimi ve temsilcilerin azliyle sadece halktan direktif aldığı, halk için yönetimi emaneten geçici olarak elde tuttukları anlayışı; daha anaokulundan itibaren devletin halka anayasal şuur ve sorumluluk kazandırma görevi çerçevesinde acilen öğretilmesi gereken en önemli meselelerden birisi olduğu unutulmamalıdır. Bu anlamda halka dayanmayan hiçbir yönetimin meşruiyetinin olmadığının su götürmez bir gerçek olduğu da zihinlere ve kalplere yazılası bir realitedir. Yeni bir anayasada mutlaka üç unsur yer almalıdır. Bunlar; dar bölge seçim modeli, halk girişimi/vetosu, temsilcilerin azli kurumudur. Yeni bir anayasayı yaparken mutlaka bir yol haritası önceden hazırlanmalıdır. Siyasi parti liderleri veya temsilcilerinin bir araya gelerek anayasa konusunda uzlaşmaya vardıklarını belirtir şekilde beyanlar ve düşünceler hangi ülkede olursa olsun, o ülke siyasetinde hâlâ elitist tavır ve düşüncelerin devam ettiğini bariz şekilde ortaya koyan anlayıştan başka bir şey olmasa gerek. Dar bölge seçim modelinde o ülkede kaç milletvekili parlamentoya seçilecekse seçim zamanı ülke o kadar seçim bölgesine bölünmektedir. Mesela bir ülke parlamentosuna 500 milletvekili seçilecekse 500 seçim bölgesi oluşturulmaktadır. Böylece meclise siyasi liderin baskısı altında olmayan hür fikirli ve cesur yürekli adayların seçilmesinin önü açılmaktadır. Ayrıca seçim barajı da olmadan bağımsız adaylar da meclise kolaylıkla girebilmektedir. Bu görüşün karşısına hemen şu fikirlerle karşı çıkanların mevcut olduğu bir gerçektir: Parçalı bir yönetimde istikrar nasıl sağlanacaktır? Birleşik Krallık ve ABD seçim sistemleri buna gayet güzel örnekler teşkil etmektedir. Halk girişimi veya vetosu ise halkın beğenmediği yasal düzenlemeleri hatta anayasa değişikliklerinin yapılması için gerekli imzaları toplayarak demokratik yönetime katılımı sürekli ve istikrarlı bir şekilde sağlanabilmektedir. Belirli sayıda imza toplayarak halk değiştirilmesini istediği hukuki uygulamalarla meclisten referandum yapılmasını talep ederek bunu mecburi hâle getirmektedir. Temsilcilerin azli ise halk hangi seviyede seçmiş olursa olsun (ister başbakan isterse milletvekili hatta bazı sistemler de seçilen hâkim ve savcılar) o kişilerin icraatlarını beğenmediği zaman belirli sayıda imza toplayarak ilgili kişiye görevden el çektirilmesi için oylama yapılmasını sağlayabilmektedir. Böylece göreve seçilen kişi görevini hakkıyla yerine getirebilmek için her zaman dikkatli bir şekilde hareket etmek zorundadır. Bu üç kurum herhangi bir anayasada yer aldığı zaman sorunların çözüm yeri gerçek anlamda her daim sine-i millet olacaktır. Hatta bu kurumlarla yüksek mahkemelerin verdiği kararlar bile rahatlıkla denetlenebilecektir. Bu üç anayasal kurumu anayasaya derç etmek tam anlamıyla her mevzu da halkın son sözü söyleyebileceği bir sistemi inşa etmek anlamına gelecektir. Elitistler bunun popülizme yol açabileceğini rahatlıkla iddia edecektir: Oysa elitizm yerine popülizm tercih edilebilir bir şey olsa gerek. Halkı hangi siyasi görüş ve ideoloji ikna ediyorsa bir anlamda sistemde son sözü o söylemiş olacaktır. Bu maddeleri herhangi bir anayasaya madde olarak koymak halka tepeden bakan yönetimlerin sonu anlamına gelebilir. Bu nedenle bu noktada bundan daha önemlisi, anayasayı hazırlayacak olanların niyetinin ne kadar samimi olduğu da bir realitedir.
Bir anayasa ile hedef, belli bir grup veya grupların iktidarını tesis edecek veya devam ettirecek köşe taşlarının ikame edilmesi mi yoksa adil bir sistemin inşa edilmesi midir?
Bir anayasa ile hedef, belli bir grup veya grupların iktidarını tesis edecek veya devam ettirecek köşe taşlarının ikame edilmesi mi yoksa adil bir sistemin inşa edilmesi midir? Günümüzde kabul gören görüşe göre, anayasalar temel hakları ve hürriyetleri garanti altına bireyleri devlet karşısında koruyan belgelerdir. Anayasaların özü, devlet karşısında kişilerin korunmasıdır. Bu nedenle, yeni yapılan anayasanın gayesi millet için adil bir sistemin kurulması, hakların ve hürriyetlerin korunmasıdır. Anayasa ile korunacak haklar ve hürriyetler bu milletin inanç dünyasına aykırılık oluşturacak şeyler olmamalıdır. Anayasa hazırlanırken geçen dönemde yapılan hatalara tekraren düşülmemelidir; anayasa yapmak sadece bir toplumdaki elitistlerin işi olmamalıdır. Sadece STK’lardan bilgi alışverişinde bulunmak yeterli değildir. Özellikle bizim gibi ülkelerde milleti ne kadar temsil ettikleri bilinen ve hâlâ elitist tavır ve davranışla hareket etme saikinde olunan bir modelleme anlayışının sonucunun ne olduğu ortadadır. Bu nedenle, şimdiye kadar yapılan anayasaların tamamında bu ülkede hep yönetenleri koruma düşüncesi var olmuştur. Bundan dolayı millete danışma ve milletin ruh dünyasını yansıtma gibi bir kaygı olmamıştır. Bu da anayasaların ömrünün kısa olmasına sebebiyet vermiştir. Yeni anayasa yönetenler için değil, yönetilenler için yapılmalıdır. Bu nedenle hem hazırlanma sürecinde hem de anayasanın kendisinde milletin yönetime katılma araçları mutlaka yer almalıdır. Anayasa, problemlerin çözüm yeri değil, problemleri çözecek yol haritası yani oyunun kurallarını belirleyen bir belge olmalıdır. Ayrıca, anayasa çerçeve, yumuşak (değiştirilmesi kolay) ve ince bir anayasa olmalıdır. Kesinlikle detaycı yani kazuistik olmamalıdır. Özlü ve anlaşılabilir bir dille yazılmalıdır. Maddeler detaylara boğulmamalıdır. Belki de 40 maddelik bir anayasa yeterli olacaktır. Bir kez daha tekrar edecek olursak: Anayasanın ömrünün uzun olmasını sağlayacak en önemli faktörlerin başında milletin yönetime katılımını sağlayacak dar bölge seçim modeli, halk girişimi/vetosu, temsilcilerin azli ve referandum gibi araçların anayasa da mutlaka yer alması gelmektedir. Anayasa bir ağaç fidesi gibi düşünülmelidir. Onu yaşatacak ve geliştirecek kanalların kesinlikle açık tutulacak şekilde düzenlenmesi bir gerekliliktir. Bu ülkenin yüzyıllardır en büyük derdi olan meselenin; sistem değil insan krizi olduğu şuuruyla maddeler yazılmalıdır. Bu çerçeveden bakıldığında hükümet sisteminin başkanlık veya parlamenter bir sistem olmasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Asıl mesele; getirilen modelin kontrol-denge mekanizmasını tesis edip, sistemin adil bir şekilde çalışarak milletin her bir ferdinin temel hak ve hürriyetlerini korumasıdır. Daha da önemlisi de meclisin üstünlüğüne dayanan nihayetinde son sözü milletin söylediği bir sistemin inşa edilmesidir. Özellikle yeni anayasa ile siyasetin sadece siyasi partiler aracılığıyla yapıldığı bir ülke görüntüsünden acilen kurtulmamız gerekmektedir. En önemlisi; yeni anayasa ile din, vicdan ve düşünce hürriyeti çok güçlü bir şekilde sağlanıp korunmalıdır. Ümidimiz ve temennimiz; yeni anayasa ile bu ülkede anayasa ve yasaların yönetenlerin hâkimiyeti için değil, millet için yapılmaya başlanması, alt ve üst tabaka (!) arasındaki gelir uçurumunun kapanması, siyasetin sadece elitlerin işi olmadığı, milletin yönetimi sürekli denetleyebildiği bir yapıya kavuşabileceğimiz yarınlar temennisiyle... * Daha fazla bilgi için bkz. Yeni Anayasa İçin Yol Haritası, in “Anayasa Yapımına Hâlkın Katılımı ve Gelecek, syf. 11-31. Ed. Fatih Öztürk, İstanbul, Filiz Kitapevi.
Editör: TE Bilisim