Karşılığı kalmayan adam: Erdoğan

Abone Ol

Erdoğan, başarısız darbe girişiminin ardından yaptığı ilk açıklamada - mealen -  bu kalkışmanın kendilerine altın tepsi içinde sunulan bir fırsat olduğunu söyledi. Gerçekten böyle mi? Erdoğan bu darbeden güçlenerek mi çıktı? İlan edilen OHAL ve ardından devlet içinde başlatılan yaygın tasfiyeler Erdoğan'ı önemli bir düşmanından daha kurtarıp  istediği reorganizasyonu daha sorunsuz gerçekleştirmesini mi sağlayacak? 

Gerek dış basında gerek iç basında bu sorulara verilen yanıtlar olumlu... Egemen görüş Erdoğan'ın yaşanan süreçten daha da güçlenerek çıktığı yönünde. Ama bence durum hiç de öyle değil... Kısa vade ile orta vade, taktik olan  ile stratejik olanı birbirinden ayırıp olaya baktığımızda tablo Erdoğan için hiç de iç açıcı gözükmüyor. Güncel ve taktik olana baktığımızda durum Erdoğan için ne kadar başarılı ve parıltılı gözüküyorsa, konuya stratejik ve orta vade açısından bakıldığında karşımıza tam aksine daralan bir çember içinde giderek yalnızlaşan, güç yitimine uğrayan bir Erdoğan gerçeği ile karşılaşıyoruz. 

Siyasette büyük resim ve  güç analizleri... 

Siyaset bir güç toplama sanatıdır.  Toplanan bu gücü, değişik siyaset araçları yoluyla belirlenmiş hedefler doğrultusunda seferber edebilme işidir... Tabi ki iktidar siyasetin en merkezi yerine oturmaktadır. Dolayısıyla bir siyasal lider, parti vb.nin akıbeti hakkında analiz yaparken yalnızca sözlere, güncel/konjonktürel faktörlere ya da yalnızca bir kaç güç unsuruna bakarak yapılan analizler yanıltıcı olacaktır. 

Oysa güncelliğin dayanılmaz parlaklığı ve baskısı sık sık bu yanlış yöntemsel yola sapmamızı teşvik eder. Bizleri büyük resme bakmaktan; evrensel ve yerel güç dengelerini analiz etmekten alıkoyar. Güncele teslim olunca da doğru bir siyasal analiz yapmak, isabetli öngörülerde bulunmak mümkün olamaz.  

Bir hakkın teslimi... 

Erdoğan siyasetin iki temel öğesi olan "kararlılık" ve "esneklik" unsurunu yakın zamana kadar oldukça başarılı biçimde kullandı. Politikanın bu iki vazgeçilmez unsuru birbirini çelen, birbirini yoldan çıkarabilen potansiyellere sahiptir. Dolayısıyla bu iki unsuru birbirini besleyen ve güçlendiren bir biçimde kullanabilmek bir ustalık işidir.  Ve hakkını teslim etmek gerekir ki Erdoğan uzun süre bu ustalığı gösterdi. Hem risk almayı bildi hem de gerektiğinde geriye, sağa ve sola kısa küçük hamleler yaparak, karşısındaki bloklaşmayı -dağıtamasa bile- gevşetmeyi/uyutmayı başarabildi. 

Fakat bu politikanın başarısı yetenek kadar, hatta daha çok yerel ve uluslararası siyasi güç dengelerinin müsaitliğiyle çok yakından bağlantılıdır. Erdoğan'ın siyasal çapının/ustalığının sınırı işte tam da bu noktada... Zamanla Erdoğan'ın bu temel gerçeğin idrakinde olmadığı, başarılarında bu güç dengelerinin belirleyici rolünü göremediği ortaya çıktı. Erdoğan, özellikle uluslararası politika alanında adeta kendi iradesinin kadiri mutlaklığına inandı, inandırıldı. Böylesi bir boş inancın, güç sarhoşluğu körleşmesini yaşadı. Bu körleşme nedeniyle tüm önemli uluslararası ve iç ittifaklarıyla  aynı anda  ilişkileri kötüleştirme becerisi gösterdi. Giderek müttefikleri nezdinde güvenilmez bir unsur haline dönüştü. Erdoğan'ın "milli irade" ile eşitlediği  AKP oy tabanını tahkim etmek yoluyla bütün güçlüklerden kurtulabileceğini zannetmesi ise, siyasal ufkunun sınırlarını gösteren bir başka tuhaflıktı.  Bu tahkimat çabası toplumsal kamplaşmayı giderek daha da derinleştirdi.  Kısmi ve tali çelişkileri adeta birer temel ve antagonist (uzlaşmaz) çelişki haline dönüştürdü. Bu keskinleştirici politika, Erdoğan'ı kendi tabanının gözünde "Reis" haline getirdi ama toplumun diğer yarısının gözünde de bir nefret objesine dönüştürdü. 

Bu iki unsur, yani dışarıdaki müttefiklerle aranın bozulması ve  içeride artan toplumsal kutuplaşma, Erdoğan'ın iç müttefiklerini de kaybetmeye başlamasına yol açtı. Liberaller, Cemaat, Kürtler, AKP'nin kurucu kadroları Gül, Arınç ve diğerleri… Erdoğan güçlendikçe siyasi iktidarının iç ve dış kolonlarını teker teker yıkarak kendi altını oymaya başlıyordu. Tepelere tırmandıkça ayağını bastığı dallar da incelen bir adamın yükselme coşkusu ile her an düşme korkusunu birlikte yaşaması gibi... Derin bir irrasyonel sarhoşluğun içine düşmüştü artık Erdoğan. 

Her başarısı siyasal bitişe hizmet etti... 

Taktik planda bakıldığı zaman Gezi direnişini bastırmak; 17-25 Aralık sarsıntısından iktidarı kaybetmeden çıkabilmek, tek başına iktidar olanağını kaybettiği bir genel seçimin ardından ikinci bir genel seçim kararı alarak kısa zamanda tekrar tek başına iktidarı yakalamak; içeriğini henüz tam bilmediğimiz bir darbe girişimini bertaraf etmek gerçekten göz kamaştırıcı başarılar... Ama ne pahasına? 

Tüm bu taktik başarılara karşın Gezi direnişinden sonra Erdoğan için siyasal anlamda düşey bir seyrin başladığını görüyoruz. 

İktidara geldiğinde uluslararası büyük güçlerin ve içeride de cemaatin, liberallerin ve bir noktadan sonra Kürtlerin aktif desteği ile hedefine geleneksel asker-sivil bürokrasiyi ve derin devleti geriletmeyi koyan Erdoğan'ın tüm bu tektik başarılarından sonra geldiği yeri bu başlangıç noktası ile bir karşılaştıralım. 

Uluslararası tüm önemli müttefiklerin desteğini kendisinden bir an önce kurtulmayı isteyecek ölçüde  yitirmiş bir Erdoğan... 

En önemli iç müttefikleri olan Cemaatle, liberallerle ve Kürtlerle kanlı bıçaklı bir kavgaya tutuşmuş olan bir Erdoğan... 

Ve siyasetin en garip ironilerinden biri olarak etkisizleştirmek, hatta yok etmek için iktidara talip olduğu geleneksel sivil-askeri bürokrasi ve derin devlet unsurlarıyla ittifak yapmak noktasına gerileyen bir Erdoğan... Aslında bu süreçten sonra bu duruma bir ittifak bile denilemez... Erdoğan gelinen süreçte artık doğru-yanlış siyasi vizyonlarıyla hareket eden  bir siyasi aktör olmaktan çıkmış, varlık-yokluk gailesi içinde savaş açtığı eski geleneksel devlet unsurlarına sığınmak zorunda kalmıştır. 

Bu tablodan apaçık görüldüğü gibi Erdoğan'ın "taktik başarılarla" açtığı her çukur, stratejik anlamda kendi siyasi ömrünün  mezarına dönüşmeye başlamıştır.

Önlenen darbe: Güçlenen Erdoğan mı?  

Erdoğan darbe girişiminin önlenmiş olmasını, bir siyasal kahramanlık hikâyesine ve bir siyasal sıçrama vesilesine dönüştürmek istiyor, isteyecektir... Buradan başkanlık sistemine geçiş için ve kendi iktidarını pekiştirmek için siyasal girdiler çıkarmaya çalışacaktır. 

Bunu başarabilir mi? Açıkça söylemek gerek çok zor... 

Artık ne ABD, ne AB, ne Rusya hiç bir uluslararası büyük güç ona güvenmez. Hiç biri Erdoğan'ı orta ve uzun vadeli yol arkadaşı olarak görmez. Erdoğan'ın onlarla ilişkileri iyileştirmek için bugünden sonra attığı her adım kısa vadede köşeye sıkışmış bir liderden azami isteklerde bulunmak, bazı kestaneleri de ateş üstünden ona aldırmaya çalışmak için fırsat olarak kullanılmaya çalışılacaktır yalnızca. Tüm bunlar da bir süre sonra onun iktidarını sonlandırmak için kullanılan önemli gerekçeler olarak da kullanılacaktır üstelik. 

Peki, Erdoğan yumuşayabilir ve yeni ve daha kapsayıcı bir politik hatla dün kavga ettiği iç güçlerle barışıp kendisine bir yaşam alanı yaratabilir mi? Kanımca bu da olanaksız. Erdoğan'a karşı çok yönlü bir hınç biriktiren bu yeni "ittifak" güçleri, hele de uluslararası planda Erdoğan'ın açık bir dille "istenmeyen adam" ilan edildiği koşullarda Erdoğan'la aynı yolu uzun süre paylaşmazlar.   

15 Temmuz darbe girişimi siyasal tarihe bir ana deprem mi; yoksa güçlü bir öncü deprem olarak mı geçecek? Bütün bu tablo  15 Temmuz'un ciddi bir ön kırılma olduğunu ve ardının geleceğini gösteriyor. Bu -en azından yakın vadede- yeni bir darbe girişimi olmayacaktır.  Ama çok muhtemel ki birileri  Erdoğan'ın istenmediğini söylem ve eylem düzeyinde güçlü olarak belli etmeye devam edeceklerdir. 

Erdoğan'ın ana planı? 

Erdoğan iki nedenle artık hiç kimseye güvenemez. Birincisi, siyaseten iktidar gücünü kaybettiği anda haklı olarak kendisini normal bir muhalif siyaset mesaisi veya emeklilik yaşamı beklemediğini düşünüyor. 

İkincisi de son darbe ne kadar yalnızlaştığını çok açık biçimde kendisine göstermiş durumdadır. 

AKP destekçisi Abdurrrahman Dilipak dedi ki; " Eğer darbe başarılı olsaydı, bugün Tayyip'in yanında olanların çok büyük bölümü darbecilerin yanında olacaktı" 

AKP destekçisi Fatih Tezcan dedi ki; " AKP destekçisi kitle, Tayyip Bey'den başkasına asla güvenmesin. Bana bile…" 

Durum budur... Tayyip Erdoğan da artık sırtını dayayabileceği yalnızca bir buçuk kuvvet olduğunun farkında ve asıl hazırlığını da bu alanda hayata geçirmeye çalışıyor. Birincisi kendisine reis diyen ve uğrunda sokağa çıkabilen fanatik bir AKP kitlesi ve ikincisi de kısmen polis teşkilatı... 

Siz son zamanlarda bu iki gücün sokaklarda tutulmasını ve birlikte idman tutmasını tesadüf mü sanıyorsunuz? Önümüzde çok sancılı bir süreç var. Bu sürecin ilk kaybedeni de şimdiden belli. Bu kaybedenin yanında yer alarak başka kimlerin de kaybedeceğini elbette bize önümüzdeki süreç gösterecek.