Karizmayı boş verin; işbirliği yeter bize

Abone Ol
Çoğunlukla, iktidardaki “karizmatik lider” tipine işaret edilerek, “onun gibi” biri aranıyor. Bizim ihtiyacımız olan katılımcılığı ilke edinen, şeffaflığı benimsemiş, hesap vermekten rahatsız olmayacak “işbirlikçi lider” tipidir.

Loading...

Türkiye bir kriz hâli yaşıyor; mesele, Türkiye’yi içine düştüğü bu krizden kurtarma meselesidir. Tecrübeyle sabittir ki krizden kurtulmanın yolu olarak genellikle otoriter yönetim modelleri seçilir; 24 Ocak 1980 kararlarını uygulamak, 12 Eylül Darbesiyle mümkün olabilmişti. Çiller’in 5 Nisan kararları, “beyaz toroslar” üzerinden uygulanmıştı. 2001 krizindeyse dolar bir gecede iki katına çıkmış; IMF, Kemal Derviş eliyle halkı, her türlü haktan mahrum etmiş ve bu mahrumiyetle kemerleri sıktırmıştı. Bugünküler, bu “acı reçete” sonucu elde edilen görece refahın üzerine iktidar oldu. Zaman zaman “açılım” yapsalar da “ihvancılık” kültürünün sonucu olarak, parlamentonun devre dışı bırakıldığı otoriter-totaliterliğe kapısı açık olan Türk tipi Başkanlık sisteminin inşası da bu sürecin sonucunda gerçekleşti. Uygulamada gördük ki otoriter-totaliter yönetim modelleri, geçici rahatlamalar sağlasalar da yol açtıkları şey, bir çeşit “fasit daire”dir. “Acı reçete” ortamına yeniden dönmemizin nedeni de budur. HER ŞEYİ BİLMEK DEĞİL İHTİYACIMIZ… Nasıl kurtulacağız bu ortamdan? Son kırk yıllık tarihimiz, kurtuluşumuzun otoriter bir modelle olmayacağını gösteriyor. Çünkü totalitarizm, esasen, hükmettiği toplumu, tarihinden kopartır; öncesiz bir topluma dönüştürür. Hatırlayın, 2018 seçimleri öncesi, “15 yıl önce buzdolabı yoktu” dahi denilmişti. Buna inanan topluluklar olduğunu da hatırlatalım. Zira bu bugünküler, Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü tarih tarafından bilinen İnönü için “asker kaçağı” denildiği vakit inananların torunları nihayetinde… Kurtulmak, esasında, bu tarz “her şeyi bilen” bir zihniyetten kurtulmak anlamına geliyor. Otoriter yönetimin başındakilere verilen “karizmatik lider” isimlendirmesi, pozitif bir tanımlama gibi görünse de esasen, tarihi ve kültürel tecrübemizden damıtılan, “el elden üstündür arşa kadar” sözüyle tezatlık oluşturuyor. Demek ki toplumun karşısına bu tezatlığı giderecek bir seçim vaadiyle çıkmak gerekiyor. “Nasıl bir vaat?” denildiğini duyar gibiyim. Cevabım, demokrasidir! İktidarın hegemonik söyleminin ezikliği altında kalanlar bu kavramı, propaganda bir kavram olarak görüyor. Daha çok batı medeniyeti tarafından pohpohlanan bir kavrammış gibi burun büktükleri görülüyor. Demokrasi kavramına kimlik kazandıranın batı medeniyeti olduğu doğrudur ama bu doğunun tarihinde demokrasi olmadığı anlamına gelmez. Önceki yazılarımda da Timur’dan ve başvurduğu kengeş yönteminden bahsetmiştim. Nedir kengeş? “Kengeş, eski Türklerde danışma, istişare ve karşılıklı müşavere etmek amacıyla gerçekleştirilen toy ya da kurultay anlamına gelir.”
Altılı Masa”nın doğası da bunu gerektirir. Atalarımızın bin bir tecrübeden damıtarak bize ulaştırdığı üzere “el, eli yıkasın; el de dönüp yüzü yıkasın”. Hiçbiri, kendisini diğerinden daha üstün görmesin.
Timur’a atfedilen bir günlük var; “Timur’un Günlüğü” adını taşıyor. Timur, günlükte, “bütün işlerimi kengeşe bağladım. Dikkat ve uyanıklılık ile tedbirler yürüttüm. Bunun vasıtasıyla birçok orduları kırıp, memleketleri kendime bağımlı kıldım” der. Şöyle devam eder o günlük: “… saltanat müessesesini töre ve tüzüğe sıkıca bağladım. İlk önce töre ve tüzüklere kendim öylesine riayet ederdim ki, bunu gören vezirler, emirler, sipahi ve raiye kendi sınırlarının dışına adım atamadılar.” SÜLEYMAN’DAN TİMUR’A, ATATÜRK’TEN BUGÜNE… Bir başka yerde de “…akıllı bilgeler istişareye yarayacak bilgin kişiler, uyanık, sezgisi kuvvetli, iş görmüş sipahiler, ardını düşünüp ileriyi gören yaşı ulu kişileri… has meclisime katarak onların söz ve işlerinden tecrübeler alırdım” dediğini görüyoruz. Kendisine ikram edilen “abı hayat” suyunu içip içmemek konusunda hayvanlara danışan Hazreti Süleyman ile ilgili bir rivayet var. Rivayete göre mecliste bulunan kirpi, “abı hayat” suyunu içmemesi konusunda Süleyman’ı ikna eder; Süleyman da ölümsüzlük hakkından vazgeçer. Atatürk’ü zaten biliyorsunuz; attığı her adımda, gerçekleştirdiği her eylemde, örneğin Büyük Taarruz öncesinde, komutanlarla yaptığı planın her aşamasını konuşup, onların uyarıları doğrultusunda düzeltmeler yapan bir liderdi. Başarısı da esas olarak bu özelliğinden gelir. Niçin mi verdim bu örnekleri? Ben kendimi insanlığın evrensel mirasının varisi kabul ediyorum; nerede ve ne zaman olursa olsun, ortak aklı önemsiyorum. Çıkışın da ortak akıl ile mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Bununla birlikte ola ki kendisini “milliyetçi”, “muhafazakâr” yahut “inançlı Müslüman” olarak tanımlayanlar varsa onların da bilmesinde fayda var ki, tarihin neresinde bir başarı varsa orada, “işbirlikçi lider” işbaşındadır. Bakın tarihin derinliklerine; hiçbir yerinde “mucize”den bahsetmez; mucize olarak bildiğimiz her adımın arkasında koskocaman bir emek vardır. Gelelim bugüne… MODERATÖR BİR CUMHURBAŞKANI… Önümüz seçim ve taraflardan birinin adayı belli… O “taraf”, kendisini “karizmatik” olmakla tanımladığı ve “her şeyi bilen” birinin arkasına takılmış bulunuyor. Pek ya kendisini “Altılı Masa” olarak tarif eden ve doğası gereği demokratik olması gereken “Millet İttifakı” ne yapacak? Asıl mesele bu noktada düğümleniyor. Çoğunlukla, iktidardaki “karizmatik lider” tipine işaret edilerek, “onun gibi” biri aranıyor. Aranan “onun gibi” biriyse, emin olun, işaret edilecek olan da “o”dur. Bizim ihtiyacımız olan katılımcılığı ilke edinen, şeffaflığı benimsemiş, hesap vermekten rahatsız olmayacak “işbirlikçi lider” tipidir. “Altılı Masa”nın doğası da bunu gerektirir. Atalarımızın bin bir tecrübeden damıtarak bize ulaştırdığı üzere “el, eli yıkasın; el de dönüp yüzü yıkasın”. Hiçbiri, kendisini diğerinden daha üstün görmesin; zira ihtiyacımız olan “fevkalade müsaadeye mazhar” biri değil, yönetsel süreçleri kolaylaştıran bir moderatördür. Kısacası yapılacak iş bellidir; programı netleştirmek, nasıl uygulanacağını belirtmek ve bu programı uygulama yeteneğine, liyakatine sahip kişileri görevlendirmek… Hepsi bu! Yeri gelmişken sözü yeniden Timur’a bırakalım. Şöyle demiş Timur: “… raiye haliyle iyice tanışırdım. Büyükleri ağabeyler safında, küçüklerini çocuklarım yerinde görürdüm. Her yerin tabiatını, her halkın mizaçlarını, adet ve geleneklerini incelerdim. Her yerin, her şehrin ileri gelenleri ve ulularıyla dost ve biraderlik kıldım. Onların mizaç ve tabiatlarıma uygun gelen, kendi diledikleri kişileri vali koydum.” Yeter ki kararlı olalım…