Düşünce seviyesi, algı düzeyi, Le Bon’dan daha geri olanların yaşadığı bir toplum yaratılmak istenirse bizdeki uygulamalar örnek olarak alınabilir.Bu süreçte anayasa ve yasalarda tarikatları ve faaliyetlerini yasaklayan maddelere rağmen bir yandan tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerinin uygulamada serbest bırakılması öte yandan eğitim alanına devlet desteğinin azaltılması yoksul aile çocuklarını tarikat ve cemaatlerin yurtlarında kalmaya mecbur bırakmıştır. Yüksek öğretim düzeyinde de ilk piyasalaştırma uygulamaları bu dönemde gerçekleştirilmiştir. 6287 sayılı yasa ile getirilen kesintili eğitim nedeniyle kız çocuklarının okullaşma oranında düşüş meydana gelmiştir. Çocukları kesintili eğitim yasası nedeniyle eğitimden ayrılmak durumunda kalması hem çocuk işçiliğinin artışına ve hem de çocukların erken yaşta evlendirilmesi sorunlarına yol açmıştır. 1980 sonrası dönemde eğitim alanında gerçekleştirilen bir diğer dönüşüm eğitim programlarında gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde eğitim programlarında felsefe, sosyoloji gibi derslerin ağırlığı azaltılmış Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi 1980 anayasası ile zorunlu ders hâline getirilmiştir. Eğitim dinselleştirilmesinde yapılan son uygulama ise Millî Eğitim Bakanlığı ile vakıf adı altındaki tarikatlar arasında yapılan protokollerdir. Bu protokollerle devletin sorumluluğu altındaki okullarda dinci ve gerici tarikatların eğitim vermesinin önü açılmıştır. 2012 yılında 6287 sayılı yasa ile eğitim yasalarında yapılan değişikliklerle meslek liselerindeki öğrencilerin tamamının ucuz işgücü olarak düşük ücret altında çalıştırılmasına yol açmıştır. Sonrasında kurulan MESEM’ler aracılığıyla ise çocuk işçiliği ve istismarının önünün açılması sermaye lehine yapılan düzenlemelerdir. Bunlar yapılırken, 2013’te birisi çıkar, (Adana Otistik Çocuklar Sağlık ve Eğitim Derneği Başkanı) “otistik çocukların doğuştan ateist olduğunu, onları inançlı hâle getirmek gerektiğini” söyler, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Lise 9’uncu sınıflarda okutulan Türk Edebiyatı kitabında, Cahit Külebi’nin en fazla bilinen şiirlerinden birisinde, “benim doğduğum köylerde, kuzey rüzgarları eserdi, ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır, öp biraz” dizelerindeki “öp biraz” silinerek “…..” üç nokta konur. Hammurrabi’den iki yüz yıl öncesine tarihlenen Eşnuna Krallığı yasalarında şu yazar: “Eğer bir adam bir adamın kızını, anasına ve babasına sormaksızın evinde bir yıl oturtursa dahi onun karısı değildir.” Eşnunna Kanunlarından 3829 yıl sonra 1879 yılında sosyal psikolojinin kurucusu ve başlıca kadın düşmanı Le Bon şunu yazar; “Kadınlara aynı eğitimi verme, bunun sonucunda onlara aynı amaçları önerme arzusu tehlikeli bir hayaldir… Kadın, doğanın ona verdiği aşağı işleri yanlış anlayarak evi terk edip bizim mücadelecimize katıldığında, işte o gün toplumsal bir devrim başlayacak, ailenin kutsal bağlarını ayakta tutan her şey ortadan kaybolacaktır.” Düşünce seviyesi, algı düzeyi, Le Bon’dan daha geri olanların yaşadığı bir toplum yaratılmak istenirse bizdeki uygulamalar örnek olarak alınabilir.
Karanlık yazdıranlar
TUİK verilerine göre, 2 milyon kişi okuma yazma bilmiyor ve Anayasa’da yasaklı olmasına rağmen tarikat ve cemaat eğitimi de yeni bir kesim yaratıyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin karanlık geleceğinin işareti.
TÜİK, 2021 Nüfus ve Konut Sayımı verilerini geçen yıl açıklamıştı. Bu verilere göre Türkiye nüfusu 84 milyon 680 bin 273 kişi olmuş, kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 34'te kalmış, Türkiye'de iller arası göç eden nüfusun oranı geçen yıl itibarıyla yüzde 3,28'e yükselerek 2 milyon 777 bin 797 kişiyi bulmuş, söz konusu nüfusun yüzde 47,5'ini erkekler, yüzde 52,5'ini ise kadınlar oluşturmuştu. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 2,5'e kadar gerilemişti. Türkiye'de ikamet eden yabancı nüfus 2021 yılında 1 milyon 792 bin 36 kişi olurken, bu nüfusun yüzde 49,7'sini erkekler, yüzde 50,3'ünü ise kadınlar oluşturmuştu.
Bu verilerin konuşulacak çok yanı var ama ben bugün sadece bir tanesine yer vermek istiyorum. Başarıymış gibi sunulan “Okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 2,5'e kadar geriledi” kısmına…
Yüzde 2,5 denilen oranın sayı karşılığı 2 milyon 120 bin kişidir. Yani ülkemizde 2 milyon kişi okuma yazma bilmiyor.
Yine TÜİK verilerine göre Türkiye'de 1970 yılında ilkokul mezunu olanların oranı %28,8 iken 2021 yılında %22,5 oldu. İlköğretim, ortaokul veya dengi okul mezunlarının oranı 1970'te %3,6 iken 2021'de bu oran %25'e yükseldi. Lise veya dengi okul mezunu olanların oranı 1970'te %2,6 iken, 2021'de %22,4 oldu. Diğer yandan yükseköğretim mezunu olanların oranı 1970'te %1 iken 2021'de bu oran %17,6'ya ulaştı.
Bu verilerin Türkçesi de şudur: Ülkemizin okuma yazma çağındaki nüfusunun yarısı, ortalama (ilkokul ve ortaokul) eğitim seviyesine sahip.
Nasıl bu duruma gelindi?
Sonuçta, eğitim en genel anlamıyla bireyin toplumsallaştırılması süreci olup her insanın sahip olduğu haklardan biridir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) ve Lima Bildirgesi (1988) eğitimin bir hak olarak tanımlandığı ve devletlerin bu hakkı sağlaması gerektiğini belirten uluslararası belgelerdir.
Türkiye’de 1960’lı yıllarda planlı kalkınma süreci ile başlatılan karma ekonomik sistemde devlet tarafından ücretsiz olarak sunulan eğitim hizmetlerinin 1980 sonrası dönemdeki neoliberal politikalara geçişle birlikte özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması sonucunda, eğitim hak olmaktan çıkarılıp piyasada para ile alınıp satılan meta niteliğine dönüştürmüştür.