Kanlı mı, kansız mı?
Manzarayı ‘seçimleri kaybetse de yönetimi bırakmaz’ diye okuyanlar da var. Şu saatten sonra Erdoğan’ı sandıkta kimse deviremez zira o kendisini çoktan düşürdü.
Yazıyı kaleme alacağım günün sabahında pazara çıkmıştım. El yakan fiyatlar arasında cayır cayır yanarken, tezgâhtaki abiye “Bir kilo da portakal” dediğimde, “Kanlı mı kansız mı” diye sordu. Aklım son günlerde medyada tedavüle sokulan ve hangi saiklerle yapıldığı malum söylemlerle meşgul olmasa, muhtemelen irkilmezdim bu soru karşısında. ‘Cumhur İttifakı seçimleri kaybederse sokakları kan götürür’ söylentileri, tıpkı portakal gibi tezgâha çıkarıldı. İronik olan, bunun arka planının da tıpkı portakallar gibi ticari olması. Siyaseten söz üretemeyen, halkla bağları kopmuş iktidar ya Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ya da medyadaki temsilcilerini konuşturuyor. Çünkü milli-dini duyguların istismarı artık fayda etmiyor, beka söylemi karşılık bulmuyor. Her türlü baskı ve zulme rağmen HDP dimdik ayakta, İYİ Parti’nin oyları yüzde 20’lere dayandı ve 2018 yılında Cumhur İttifakı’nın yüzde 84 oy aldığı Bayburt’un meydanları Ekrem İmamoğlu’nu karşılayan yurttaşlarla dolup taştı. Bunu gören ‘iktidar’ da korku iklimi yaratmaya çalışarak tıpkı Nasrettin Hoca gibi ya tutarsa deyip duruyor.
Erdoğan da bu minvalde muhalefete seslenerek, “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz” deyince korku iklimi tahkim ediliyor diye endişelenenler oldu. Aslında Erdoğan sandıktan ümidini kestiğini ikrar ediyor, üstelik ilk kez de değil. Mevcut pozisyonuyla vedalaştığı bir başka seremoniye daha tanık olduk, hepsi bu. Şu saatten sonra Erdoğan’ı sandıkta kimse deviremez zira o kendisini çoktan düşürdü. Manzarayı ‘seçimleri kaybetse de yönetimi bırakmaz’ diye okuyanlar da var. Oysa Erdoğan bilerek ya da bilmeyerek muhalefet tarafından ibra edilmek istediğini dile getirdi. Bu olursa, muhtemelen aday da olmayacak.
DEVLET ERDOĞAN’I SEVDİ AMA TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ DEĞİL…
Gelelim kıymeti kendinden menkul, derin ve mühim analizler yapıyor edasıyla köşelerinde veya ekranlarda boy gösteren güruhun iddialarına. Beş başlıkta ele almaya çalışacağım:
İlki, ‘Devlet, Erdoğan’ın tek adam olmasını sevdi, devlet Erdoğan’a mevcut rejimi teklif etti. Bu sebeplerle iktidarı devirmek isteyen muhalefetin karşısında sadece Erdoğan yok, bizzat devletin kendisi var’ iddiası. Haklılar. Lakin karıştırdıkları bir şey var. Bahsettikleri ‘devlet’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil Devlet Bahçeli. Bu memlekette darbeler dönemi dahil ‘devlet’ hiçbir zaman seçimlerin karşısında durmadı, milli iradeye karşı cephe almadı, almaz. Bu topraklarda bin yıllık devlet geleneği olan Türkiye’yi Suriye veya Venezuela ile bir tutmak aymazlıktan ve seçmenin yükselen umudunu baltalamaktan başka bir şey değil.
İkincisi, ‘AKP ile MHP seçimlerin ötesine geçecek şekilde kimlikleşen, kalıcı ve kurumsal bir ittifaka imza attılar’ iddiası. Analizin acziyeti karşısında ceket iliklememek mümkün değil. Bırakın kimlikleşmeyi, kalıcı dahi olamayacağı doğumundan belli bir ittifaktan bahsediyoruz. Önce İYİ Parti ve ardından gelen DEVA ve Gelecek partileri ile sakat doğduğu tescillenen, her geçen gün kendi içini boşaltan, pamuk ipliğine bağlı bir birliktelik Cumhur İttifakı, 12 Eylül’ün sona ve dona kalmış tortusu adeta.
Üçüncüsü, ‘Bu rejim hile veya dayatmalarla değil seçimler ve referandumla, yani seçmen tercihi ile geldi’ şeklinde formüle edilen ve mevcut rejimin meşruiyetine vurgu yapan iddia. Bu, körleşmeden başka bir şey değil. Bir kesimin toplumdan ve yaşananlardan bu kadar uzak olması dehşet verici. 2017 referandumundan önce Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarını tutuklayan, yetmeyip askeri operasyonlarla bölge halkını bezdiren ve böylece sandıktan uzaklaştıran; tüm medyayı baskı altına alarak tek taraflı propaganda yapan, muhalefeti kriminalize eden, devletin tüm imkânlarını kullanan ve hazinenin (milletin), muhalefetin deyimiyle 128 milyar dolarını pervasızca harcayarak seçimlere giren ama buna rağmen 50+1’i trafolara kedileri sokarak alabilen bir rejimden bahsediyoruz. Hile ve dayatma bunun neresinde değil mi?
MUHALEFET KAR TOPU GİBİ BÜYÜYEREK GELİYOR, ÇIĞA DÖNÜŞMEK ÜZERE…
Dördüncüsü, ‘Kürtler ile Türkler arasında gündelik hayatta husumet başladı. 1990’larda dahi böyle değildi’ gibi son derece tehlikeli ve buram buram fitne kokan bir iddia. Oysa, durum tam tersi. Halk katında çatışma şöyle dursun siyasi arenada dahi tarihi adımların atıldığı, ilkleri yaşadığımız bir dönemdeyiz. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, Türk milliyetçileri ile Kemalistler Kürt sorununun varlığını kabul ettiler, Kürt siyasal hareketinin temsilcisi HDP’yi meşru gördüler ve çözümün adresi olarak da devletin dehlizlerini değil, milletin evi olan Meclis’i adres gösterdiler. Böylesi bir kazanım ve moral hali varken tersini söyleyenlerin herhalde başka hesapları vardır.
Beşincisi ise, ‘İktidarın kaybetmesi ile Türkiye’nin kolay yoldan normalleşmesine bel bağlayan bir psikoloji olduğu’ iddiası. Tabii sizler sırça köşklerinizde oturup, konforlu köşelerinizde yazılar yazarken iktidarın kaybetmesi kolay görünebilir. Hatta tatlı su muhalifliği için gazete bile kuruyorsunuz. Ama neye dayanarak kaç yıldır süren çabayı ‘kolay yoldan’ diye özetleyecek kadar küstahlaşıyorsunuz anlamak zor. Son beş yılda yüzlerce can toprağa verildi, binlerce siyasetçi, gazeteci, aydın zindanlara atıldı veya sürgün edildi. Yurttaşlar kâh adalet kâh liyakat diye haykırıyor, yetmiyor üstüne sefaletle boğuşuyor. Bu mu kolay yoldan normalleşme? Vicdansızlık kaleme gelse sizin satırlarınızı yazardı.
Bu iddialara bir de ‘İktidar kendi yanlışları ile oy kaybediyor. Muhalefetin buna katkısı yok’ ukalalığı eşlik ediyor. 2019 seçimlerinden bugüne kadar ve özellikle Gara’daki çıkış ile birlikte muhalefetin ivmesi kar topu gibi büyüyerek geliyor ve iktidarı ezecek bir çığa dönüşmek üzere. Muhalefet iktidarın ezberini bozdu, kurduğu geçici rejimin çarklarına çomak soktu. Halka rağmen veya halka karşı değil, halkla birlikte yürüdü.
Akşener milliyetçiliği yavaş da olsa değiştirip dönüştürüyor, medeni dünya ile uyumlu hale getiriyor. Kılıçdaroğlu kurucu partiyi vesayetin pençeleri arasından kurtarıp halka taşıyor. Demirtaş tüm baskı ve zulme rağmen Türkiye’den vazgeçmek şöyle dursun daha da sıkı sarılıyor. Karamollaoğlu iktidarın tüm vaatlerine rağmen muhalefetten ayrılmıyor. Babacan ve Davutoğlu emekleyerek de olsa muhafazakâr mahalleye doğru yol alıyor. Üstelik bunu birbirlerinin üstüne basarak ya da birbirlerini yok sayarak değil ahenk içinde yapıyorlar. İktidarın yoluna su serpen, zor zamanlarda konforları bozulmasın diye ağızlarının ucuyla konuşan zümrenin görmediği veya görmek istemediği gerçek tam olarak bu.
KEMALİST, MİLLİYETÇİ, DİNDAR, KÜRT, SOLCU, HEPSİ BİR ARADA…
Muhalefet toplumun bir kesimini değil hemen her kesimini temsil eder hale geldi. Hangi toplumsal tabaka yok muhalefette? Kemalistler, Türk milliyetçileri, dindarlar, Kürtler, solcular… Üçü beşi değil hepsi bir arada. Türkiye’nin tüm kimlikleri ve bu kimliklerin tüm tonları kendinden bir şeyler vererek inşa ediyorlar gelecek iktidarı. Pervin Buldan ile ağaç diken Ekrem İmamoğlu’nu halk, Cumhur İttifakı’nın kaleleri olan Trabzon, Bayburt, Gümüşhane ve Erzurum’da bağrına bastı, acep sebebi ne ola ki?
Halk İmamoğlu’nun şahsında muhalefeti ve onun son dönemde yükselen ivmesini kucakladı. Yürüyedurun, geri adım atmayın, korkmayın, siz ezber bozdukça biz omuz vereceğiz dedi. Bu süreç hepimiz için yeni. Aşırılar her kesimin içinde var ve olmaya da devam edecek. Onların sesini genele mal ederek tedavüle sokmamalı ve cümlelerimizi daima, kendi mahallemizi değil diğer mahalleleri düşünerek kurmalıyız.
Demokrasiye, adalete, eşitliğe ve refaha giden bir yol bulduk lakin daha başındayız. Umudumuza musallat olacak, korku iklimi ile heyecanımızı kesmeye azmedecekler. Her fırsatta nifak tohumları ekmeye gayret edecekler. Bize düşen dirayetle dayanışmayı örgütlemeye devam etmek. Hiç şüphemiz yok ki halk, zamanı geldiğinde nihai mührü sandığa vuracak.