Kan ve ter
Anmaya da anlatmaya da dayanamayacağım, zaten hepinizin az çok şahitlik ettiği binlerce kahreden deprem acısından bu amcanın payına, payımıza düşeni... Sustuk baktık birbirimize, ikimiz de aslında çok iyi anladık birbirimizi ve anlamsız sözleri...
Terlemek... Sıcaktan, yorgunluktan terlemek olarak kodlanmıştır ya beynimizde... Ben bugün poliklinikte, başka bir "terlemek" gördüm, içim ezilerek gördüm; "utancından terlemek" gördüm... Anlatmasam içime kök salacak bu üzüntü, o yüzden izninizle...
Bu sabahın erken saatlerinde, normalde alışık olmadığımız bir sakinlik vardı Aile Sağlık Merkezi’nde (ASM). Böyle zamanlarda hemen 2 satır/mısra okumayı kâr bildiğimden Barış Pirhasan'ın "Büyük Atlas Küçük Canlılar" kitabındaki şiirlerinden birinde takılıydım... Odamın kapısı açık ardına kadar, hastam yoktu...
Ter içinde kalmış, baya şapır şapır yüzünden terler akan, 70’lerinde bir amca... Polikliniğin açık kapısını tıklatan, hiç hastam olmadığı halde sırasını alıp gelmiş bir amca, kapıda kısığa yakın bi sesle "girebilir miyim hocam?" dedi. Elindeki kumaş mendili, hani bilirsiniz ya (bizim kuşak bilir en azından) soluk mavi-beyaz renkli kareli, asla temizlik hissi vermeyen ama en temiz insanlarca hâlâ/daima taşınan, ana sınıfındaki "tırnak kontrollerimizin vazgeçilmezi" her işe yarayan o cep mendillerinden... İşte elindeki o mendili diğer eliyle büzen, ezen amcaya bakıyorum; 180 boylarında, 100 kiloya yakın, eskice ama tertemiz gri şalvarı, belli ki çok üşümüş hâlâ yün çoraplı olan ayakları ve naylon terlikleriyle bu yaşında hâlâ iri yarı olan amcaya ve terleyen yüzüne..."Buyurun amca tabii ki, şikayetiniz nedir" derken karşımdaki koltuğu gösterdim "buyurun amca oturun"...
Tuttuğu nefesini bıraktı amca nihayet, mendiliyle sildiği terine bakıp dedi ki "ben depremden beri, Malatya’daki köyümden, buraya memur olan oğluma misafir geldim, şimdi tansiyon ilacım bitmiş, aile hekimim Malatya’daydı ya, dediler ki ASM’ye git, misafir hasta olarak yazdırabilirsin ilacını, ben de geldim ama bu misafirliklerden öyle utanıyorum ki artık, günlerdir erteledim..."
Kanım dondu, ne diyeceğimi bilemedim bir 10 sn... “Amca hoşgeldiniz, adına misafir dense de ev sahibisiniz siz, biz burada misafiriz, sizin tedavinizi sağlamam iyilik değil, benim işim amca işim bu" dediysem de "sağol ama ben böyle hayat görmedim kızım, alışamıyorum, kaldıramıyorum, her şey bir yana ben bunları kaldıramıyorum" dedi gözlerini silerek... Kapattım kapıyı, çektim bir sandalye, dizi dizimde "amca, senin yaşadıklarını, hâlâ yaşıyor olduklarını, hissettiklerini bilemem belki ama dinlerim, ne zaman istersen, ne kadar istersen... Sen anlat, beraber hissedelim eğer istersen... Şunu kesinlikle bil "sen yaşadığın, beslenebildiğin, barınabildiğin, ilacını alabildiğin için asla kimseye minnet duymamalısın, bunların hepsinin ve fazlasının, çok çok daha iyi koşullarda ve sana bunlar hissettirilmeden sağlanması senin hakkın, ananın ak sütü kadar helâl hakkın! Ben, biz senin için buradayız, işimiz bu, bana minnet etme sakın!" derken, dinlemiştim amcanın öyküsünü artık... Anmaya da anlatmaya da dayanamayacağım, zaten hepinizin az çok şahitlik ettiği binlerce kahreden deprem acısından bu amcanın payına, payımıza düşeni... Sustuk baktık birbirimize, ikimiz de aslında çok iyi anladık birbirimizi ve anlamsız sözleri...
Amca gittikten sonra kendimle kavgaya başladım, eh öyle ya, bi kendime yetiyor gücüm, en çok kendime: "Allah’ın Adıyamanı’nın Kâhta’sında, bir minik ASM’de bir minik doktorsun sen Hülya, ne diye yarım saattir amcaya umutlu sözler dizip hakkın hukukun bu/şu diye direttin ki, neyi değiştirdin yani" diyen sesime geldi içimden cevap: Bilmez misin sen su taşıyan karıncayı! Nemrut'un İbrahim peygamberi attırdığı o devasa ateşe su taşıyan karıncayı! Fil gülerek dalga geçip "N’apıyorsun karınca, biz söndüremiyoruz senin o taşıdığın damlayla n’olacak ki" dediğinde başını kaldırıp cevap veren karıncanın sesiyle hem de: Bilirim elbet ama maksat tarafımız belli olsun!"
Durduğumuz yer, olduğumuz tarafla onur duyup sevgimizle dimdik yürüyoruz ya, her birimizin taşıdığı her damla çok kıymetli!
Deniz olup buluşmak umuduyla, sevgiyle kalın...