Kamu hizmetlerini tartışmaya açmak

Abone Ol
Sanki kalitesiz kamu hizmeti üretiminin ülkenin bakası için gerçek tehlikeyi oluşturmuyormuşçasına göstermelik bir milliyetçilik hâkim ülkede. Son yıllarda kamu hizmeti toplumdan ziyade, belli kişi ve kurumların ikbaline yönelik olarak yapılıyor.

Loading...

Ne zaman ekonomi dara düşse biz iktisatçılara rağbet olur. Vatandaştan medyaya herkes sorar, anlamaya çalışır neler olup bittiğini. Bugünlerde ilginin odağı enflasyon. Yüksek seyreden enflasyonun vatandaşın satın alma gücünde yol açtığı tahribat doğal olarak daha çok ilgi çekiyor. Gazetelerde yer aldığında, gazeteler okunuyor; TV’lerde tartışma programlarına konu olduğunda ilgi çekiyor, seyrediliyor. Herkes merak ediyor. Çünkü enflasyonun sonuçları herkesi doğrudan ilgilendiriyor. Enflasyona neden olanlar, daha sonra vatandaşın satın alma gücündeki düşüşleri “gelir artışlarıyla” telafi etmeye gelince, problemi yaratmaktaki sorumlulukları göz ardı edilerek, yapacakları zamlarla vatandaşın gönlünü kazanmaya çalışıyorlar. Hesap vermiyorlar. Kimse de hesap sormuyor. Satın alma gücünde yol açtıkları düşüşteki sorumluluklarını değil de vatandaşın arzu edip, iktidarın da veremediği zamlardan dolayı siyasi kadroları eleştirmeye başlıyorlar. Bir gariptir bizim insanımız. Hani derler ya. Önce eşeğini kaybettirip, sonra da buldurma hikâyesi gibidir biraz da. Biz bu noktaya nasıl geldik bunu kim bize yaptı sorusunu sormadan, mevcut duruma uyum sağlamaya çalışıyor. Uyumunda kendisine destek olan iktidara da minnet duyuyor. Son günlerde ülkemizde yaşanan olumsuzluklar ekonomiyle sınırlı değil maalesef. Sokaklarda insanlar öldürülüyor. Sorumlular yakalanıp, gözaltına alınıyor ama adalet sistemimiz serbest bırakıyor. Diğer yandan ağzını açan muhalif kesimlerden kim olursa, hakkında dava açılıp, hapse atılıyor. Muhalif hiçbir kimseye, hiçbir söyleme müsamaha gösterilmiyor. Ülkemizdeki kamu hizmeti üretmekle yükümlü olan adalet sistemimiz ülkemizdeki insanlara farklı muamele yapmakta bir beis görmüyor. İktidar bırakın sıradan yasalara uymayı, toplumsal mutabakat belgemiz olan anayasayı bile hiçe sayarak, ihlal edebiliyor. Her yerde tam bir kuralsızlık, tam bir tarafgirlik hâkim. Tüm toplumu kapsayacak bir adalet hizmeti yerine, kişiselleşmiş, belli kimse ve kurumlara adalet hizmeti üreten bir yapı var elimizde. Hatta alınan mantık dışı kararlara bile mantıklı gerekçe üretme ihtiyacını duymayan bir sistem oluşmuş durumda.
Adalet zaten uzun zamandır şahsileşmiş, bir manada özelleşmiştir. Tarafsızlığını yitirip belli siyasi aidiyetlikleri olan kişi ve kurumlar lehine karar alan yapılara dönüşmüştür.
Öte yandan sokaklarımızda insanlar öldürülüyor. Sokaklarda, AVM’lerde mafya hesaplaşmaları birbiri ardına olup bitiyor. Kimse bir şeyler yapmıyor. Yine yetkililer hiç kimseye hesap vermiyor. Kaçınıyor. Masum insanlarımızın bu çarpışmalara kurban gitmesi an meselesi. Tonlarca uyuşturucu yakalanıyor, ama sorumluları bulunamıyor. Sanki tüm bu yasadışı faaliyetlere göz yumuluyor. Dünyanın en azılı mafya liderleri ülkemizde cirit atıyor. Hatta bir ara bir “dost” ülkenin büyükelçiliğinde bir insan öldürülüp parça parça ediliyor. Yine kimse hesap sormuyor; soramıyor. Dava kapatılıyor. Ancak en korkuncu tüm bunlar seksen milyon insanın gözleri önünde oluyor. Gizlemeye bile ihtiyaç duymadan, çaba bile göstermeden... Bu da insanların kafasında, kamu hizmeti üretimi bakımından devletin iflas ettiği imajını doğuruyor. Sağlık konusu bu iktidarın en iddialı konularından biriydi. Ama şu anda geldiğimiz noktada, sağlık sistemimiz iktidarın yakınında olan iş insanlarına rant transferinin aracı haline geldi. Nüfusun çok önemli bir kısmı kalitesiz kamu sağlık hizmetlerine mahkûm edilirken, büyük bir kısmı da bedelini kendilerinin karşıladığı “özel” sağlık sisteminden yararlanmaya başladı. Vatandaşın bir bölümü bir yandan kullanamadığı kamu hizmeti üretiminin finansmanı için vergi verirken, diğer yandan kendi kullanacağı özel sağlık hizmeti için de ödeme yapar duruma geldi. Milli eğitim bir diğer sorunlu alanı kamu hizmetlerinin. Orada da kamu kısır ve çağdışı tartışmaların esiri olmuş bir şekilde, kalitesizliğin neredeyse tüm topluma yaygınlaştırılmasına çalışıyor. Seçim şansı olmayanlar bu kalitesizliğe mahkûm oluyorlar. Yine vatandaşın büyük bir bölümü, bedelini kendilerinin ödediği “özel” eğitim imkânlarını çocukları için satıl alıyorlar. Çocuğuna özel eğitim imkânı sunan vatandaş, sağlıkta da özel sağlık hizmetlerine ödeme yaparken, kamunun ürettiği benzer hizmetlerin hiç birisinden yararlanamıyor. Ama bu yararlanamadığı hizmetlerin bedellerini ödemek zorunda bırakılıyor. Elbette ülkemizdeki her bir vatandaşımız da kamunun üretmekte olduğu bu “kamu” hizmetlerine, kendileri yararlanamasalar da, de facto bir bedel ödemek zorunda kalıyorlar.  Maalesef bundan kaçış mümkün değil. Birliğimiz ve bütünlüğümüzü ve de ülkemizin “bekasını” sağlamak için buna hayır deme seçeneğimiz yok. Sanki kalitesiz kamu hizmeti üretiminin ülkenin bakası için gerçek tehlikeyi oluşturmuyormuşçasına göstermelik bir milliyetçilik hâkim ülkede. Son yıllarda kamu hizmeti toplumdan ziyade, belli kişi ve kurumların ikbaline yönelik olarak yapılıyor. Bazılarımıza kamunun bu hizmetleri üretmekteki “tekel” gücü kırılıyormuş gibi geliyor. Böylece eğitim ve sağlığın ardından adalet ve iç güvenlik de özelleştiriliyormuş gibi bir izlenim oluşuyor insanda.
Sonuç olarak ele geçirdiği her fırsatta kendi dönemini geçmiş dönemlerle karşılaştırmaya meraklı olanların, öncelikle geçmişte kalitesiz de olsa kamunun tüm vatandaşlarına hizmet ürettiği gerçeğini görmezden gelmeleri kabul edilemez.
Ama kimse de sorgulamıyor, bu vergileri neden ödemek zorunda kaldığınız. Karşılığında sunulması gereken kamu hizmetinin neden sunulamadığını sormuyor. Ülke içinde mafyaların çok daha görünür olmaları ve yasaların üstünde bir pozisyonda görmeleri ister istemez insanda iç güvenlik hizmetlerinin de özelleştirilmiş olabileceği algısı oluşturuyor. Zaten SADAT gibi özel güvenlik kuruluşların serbestçe reklam verip, önüne geleni tehdit etmesi de bu algının güçlenmesine yol açıyor. Kim bilir belki böylesi daha iyidir. Zira bu hizmet üretiminin bugünkü gibi kamunun tekelinde olması, sadece üretilen hizmetin kalitesi olmasına değil, aynı zamanda kamu erkini kullanan kişilerin kendi yararlarına kullanmalarına yol açıyor. Buradaki tek güvenceyi oluşturan yasaların sınırlayıcı fonksiyonu işlemeyince kamu hizmetlerinin tümü şahsileşiyor. Adalet zaten uzun zamandır şahsileşmiş, bir manada özelleşmiştir. Tarafsızlığını yitirip belli siyasi aidiyetlikleri olan kişi ve kurumlar lehine karar alan yapılara dönüşmüştür. Bu durumun farkına varan bazı siyasiler ise kendi menfaatlerinin aynı zamanda kamunun da yararına olduğu algısı oluşturarak yargı sisteminin hale toplumsal bir fayda üretebilen bir yapı olduğu iddiasını sürdürmektedirler. Şimdi soruyorum. Almadığım bir ürün için neden bedel ödeyeyim ki? Geçmişte ödememizin nedeni, üretilen kamu hizmetinin toplumun bütünü için bir fayda üretiyor olmasıydı.  En azından bu yönde güçlü bir inancımız vardı. Şimdi böyle bir faydayı bırakın, sadece belli bir oligarşik yapının kişisel menfaatlerine hizmet etmektedir tüm devlet aygıtı. Dahası bizim paralarımızın yarattığı devasa dışsallıklardan yararlanarak, kendi şahsi varlıklarının yetmeyeceği düzeyde imkânlara ulaşabilmektedirler bu kesimler. İşte gerçek adaletsizlik budur. Bizim paramızla bizim mağdur edilmemiz. Sonuç olarak ele geçirdiği her fırsatta kendi dönemini geçmiş dönemlerle karşılaştırmaya meraklı olanların, öncelikle geçmişte kalitesiz de olsa kamunun tüm vatandaşlarına hizmet ürettiği gerçeğini görmezden gelmeleri kabul edilemez. Oysa bugün kamu sadece belli kişi ve gruplar için hizmet üreten yapılar hâline gelmiştir. Kamımca bu da ciddi manada bir “meşruluk” sorunu doğurmaktadır. Bu konuyu siyasilerimizle birlikte tüm kamuoyunun tartışması gerekmektedir. Benden söylemesi…