Yılmaz Güney’le Tarık Akan’la gösterdiği dayanışma dikkate anılmazken; Yusuf Kaplan’dan, Nihat Genç’e kadar tarihi bükerek ideolojilerine malzeme eden anakronik anti-komünistler Cüneyt Arkın’ı Kahpe Bizans retoriği ile yad ettiler.
Loading...
Cüneyt Arkın her fani gibi, bu dünya ile hesabını kapatarak sonsuzluğa yelken açtı.
“Güzel yaşlanan güzel adam” olarak akıllarda kaldı. Onun yumuşak bakışından etkilenmeyen çok az kalp olmalıdır.
Arkın’ın sinemada en çok iz bırakan rolleri arasında hiç kuşkusuz bizim Bizans diye bildiğimiz Doğu Roma İmparatorluğu ile maceraları önemli yer almıştır.
Malkoçoğlu, Battalgazi ve Kara Murat olarak; Bizans’a karşı mücadele eden güçlü ve yiğit karakterler, 1970’lerin sinema günlerine damga vurmuştur.
Cüneyt Arkın’ın can verdiği süper kahramanlar kimi zaman zeka ile Bizans’ı alt ederken, hemen her defasında kol gücüyle 1’e karşı belki 10 belki 20 belki 100 savaşçıyı alt eden bir fiziksel performansı da eksik etmezlerdi.
Bizanslı güzel kadınların kötü yürekli Bizanslı adamların elinden kurtarılıp, genellikle yakışıklı baş rol oyuncusunun koynuna girdiği sahneler de, işin estetik ve iç gıcıklayan görselliği olarak da filmlere dahil oluyordu.
Cüneyt Arkın’ın terki dünya edişi vesilesiyle bu filmler tekrar gündem oldu…
Cüneyt Arkın’ı yad etmek isteyenlerin bir kısmı Kahpe Bizans’ı adam eden Cüneyt Arkın üzerinden, tekrar bu kadim uygarlığa ve onun şahsında bugün nefret ettiklerine olan kinlerini dillendirdiler.
Bizans’ın şehrin mitolojik kurucusu kral Bizas’a atfen, Doğu Roma yerine kullanımı, İstanbul’un fethinden yani imparatorluğun yok oluşundan neredeyse 3 asır sonraya dayanır.
Fatih’in fedaisi Kara Murat, Battalgazi ya da Malkoçoğlu hiçbir zaman Bizans’la mücadele etmemişti. Çünkü o zamanlar Bizans yoktu.
Bu tarihsel gerçeği bugün dillendirmek çok da anlamlı değil.
Bizans ülkenin genetik kodlarına dahil edilmiş bir kavram olarak o denli işlevsel ki, Cüneyt Arkın’ın hatırası bile, bu şekilde siyasi malzemeye dönüşebiliyor.
Türkiye’de Amerikan soğuk savaş propaganda aygıtının en başarılı olduğu alanlardan biri de milliyetçilik olmuştu. Türk/İslam sentezi olarak da adlandırılabilecek bu milliyetçi propaganda ile, 1940’lardan 1990’ların başına kadar anti komünist cadı avı kolaylıkla insanlara empoze edilebildi.
Cüneyt Arkın’ın da bir parçası olduğu bu tarihsel macera filmleri aslında kocaman bir siyasi mücadelenin de arka planında yer alan propaganda savaşının parçasıydı.
Anti komünizm için din ve milliyet en kolay istismar edilecek alandı. Yazık ki Bizans’a karşı mücadele eden ve Cüneyt Arkın’ın can verdiği karakterlerin de bir görevi bu milliyetçi damarı canlı tutmaktı.
Karikatür haline dönüşmüş bir medeniyetin kendini savunamaz geçmişinin en ağır şekilde resmedildiği bu filmlerin arka planındaki tarihsel gerçeklerden ziyade, asıl amaç izleyiciyi çoğaltmak olmuştu. Bir taraftan seyirciyi cezbeden bu kahramanlık hikayeleri, diğer tarafta giderek kutuplaşan bir siyasi ortama da malzeme sağlıyordu.
1970’lerde yoğunlaşan sağ-sol çatışmasında tarihin de en ağır şekilde istismarına göz yumulurken görülen o ki, Sovyet Sisteminin çöküşü üzerinden 30 yılı aşkın zaman geçmesine karşın hala bu istismarın ekmeğini yemek imkan dahilinde.
Cüneyt Arkın’ın ardından; “ağzı var dili yok” Doğu Roma’nın yani çok sevilen tabirle Bizans’ın yine ipliği sözde pazara çıkarıldı.
Türkiye’de Orwelyan düzende medyayı ele geçirerek tarihi de yeniden yazacağına inanan iktidar aparatçikleri için Cüneyt Arkın’ın simgelediği gerçek ötesi kahraman sanki bugün bile elinde kılıçla Ayasofya’nın zincirlerini kırmaktadır.
Cüneyt Arkın’ın Yılmaz Güney’le Tarık Akan’la gösterdiği dayanışma, Komiser Cemil’de ortaya koyduğu 3. dünyacı tavır dikkate anılmazken, en hafif ifadeyle komedi filmi olarak dikkate alınabilecek bu filmlerden bugünün siyaset gündemine bağlar kuruldu.
Yusuf Kaplan’dan, Nihat Genç’e kadar tarihi bükerek ideolojilerine malzeme eden anakronik anti-komünistler Cüneyt Arkın’ı Kahpe Bizans retoriği ile yad ettiler.
Türkiye’de Orwelyan düzende medyayı ele geçirerek tarihi de yeniden yazacağına inanan bu iktidar aparatçikleri için Cüneyt Arkın’ın simgelediği bu gerçek ötesi kahraman sanki bugün bile elinde kılıçla Ayasofya’nın zincirlerini kırmaktadır.
Türkiye’yi perişan eden soğuk savaş antik sağcılığının bugüne yansıyan örnekleri için Cüneyt Arkın’ın Türk sineması içindeki yerinden çok daha önemli olan bu propaganda aygıtına sağladığı katkı olmuştur.
Türkiye’nin aklının başına gelmesi ancak bu çocukça tarih masallarının yerine, bu ülkenin asıl doğal kaynağı olan tarih mirasına hak ettiği değeri vermekle olacaktır.