Kadın yoksa demokrasi yok

Abone Ol
Kadınların siyasete katılımı siyasal partilere bırakılamayacak kadar önemlidir. Bir türlü hayata geçirilemeyen cinsiyet kotalarının bir kenara bırakılarak fermuar sisteminin anayasal ve yasal düzenlemenin konusu haline getirilmesi gerekir. Yazımın başlığı üyesi olduğum Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin 5 Aralık için belirlediği slogan. Aslına bakacak olursak her yıl Kasım ve Aralık ayları kadınlar, çocuklar ve engelliler konusunda neleri yapamadığımızı, başaramadığımızı hatırladığımız günlerle dolu geçiyor. 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günü eşitsizliklerin ve savaşların en ağır yükünü taşıyan çocuklara sadece takvimden bir günü armağan etmek için mi ilan edilmişti? Sadece şiirlerle, veciz sözlerle kutlamanın yeterli olmadığını, Türkiye’de çocukların her türden istismar karşısında ne kadar korumasız olduğunu, bu korumasızlığın ne kadar derin travmalara yol açabileceğini biliyoruz, tanık oluyoruz. Ama engelleyemiyoruz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde etkinlik düzenleyen kurumlar ne kadar samimi olabilirler? Çünkü Türkiye, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadelenin en önemli dayanaklarından biri olan İstanbul Sözleşmesi kısa adıyla bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin kabul edilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden çekildiğini Mart ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile dünyaya ilan etmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararına ilişkin olarak AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un basına yansıyan, "İstanbul Sözleşmesi evet yanlış bir şeydir, bunu çok açık söylüyorum...
5 Aralık 1934 tarihi ise Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği gün olarak kutlanır. Bu tarihte kadınların siyasetteki yerinin önemine ilişkin paylaşımlar yapılır. Sonra unutulur.
İstanbul Sözleşmesi olmazsa Türkiye’de kadına karşı şiddet artar tezi de bir şehir efsanesidir" ifadeleri mevcut iktidarın genel tutumunu yansıtır nitelikteydi. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda Bianet[1] tarafından yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlenen haberlere dayalı olarak hazırlanan aylık Erkek Şiddeti Çetelesi’ne göre “2020’nin ilk 11 ayında erkekler en az 260 kadını öldürdü, 136 kadını taciz etti, 257 çocuğu istismar etti, 92 kadına tecavüz etti. Erkekler en az 775 kadını seks işçiliğine zorladı, en az 731 kadına şiddet uyguladı. 2021 yılının ilk 11 ayında ise, erkekler 290 kadını öldürdü, 412 kadını taciz etti, 171 çocuğu istismar etti, 89 kadına tecavüz etti. Erkekler en az 642 kadını seks işçiliğine zorladı, en az 732 kadına şiddet uyguladı, yaraladı. 2021’in ilk 10 ayında 199 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansırken, erkekler en az 30 çocuğu öldürdü”. 2020 ile 2021’in ilk 11 ayı karşılaştırıldığında öldürme, taciz ve şiddet olaylarındaki artış gayet nettir. Net olan bir başka konu ise, siyasal iktidarın “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını kabullenme konusunda ayak diremesi ve “toplumsal cinsiyet adaleti” gibi alternatif kavramlar üretme çabasına girişmesidir. 3 Aralık Dünya Engelliler günü ise SMA Tip1 hastası çocukların ve ailelerin duyulmayan çığlıkları altında kutlandı geçildi. Engellilerin eğitimden, siyasete, eğlenceden, ulaşıma hayatın her aşamasına katılımlarının sağlanmasının önündeki en büyük engel yine bir zihniyet değişikliğini ve başka bir yazının konusu olmayı gerektirecek kadar derin. Mevcut engelli algısını kırmanın yolu “engelli hakları yoktur, insan hakları vardır” yaklaşımını kabul etmekten geçmektedir. Herkes için şehir, herkes için eğitim, herkes için turizm gibi çoğaltılabilecek yaklaşımları tartışmaya açmak gerekir.
Kadınların statüsü değiştiren düzenlemelerin kadın baskısıyla değil, erkek odaklı bakış açısıyla yapıldığı, bu sebeple Osmanlı ataerkilliğinden, Türk ataerkilliğine geçişe yol açtığı yönündeki haklı eleştiriler vardır.
5 Aralık 1934 tarihi ise Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği gün olarak kutlanır. Bu tarihte de sosyal medya aracılığıyla veciz sözler, kadınların siyasetteki yerinin önemine ilişkin paylaşımlar yapılır. Sonra unutulur. Oysa 5 Aralık 1934 tarihi Türkiye’de kadınların eşit yurttaşlar olarak görüldüğü çok önemli bir tarihtir. Yurttaşlık kavramının özü bireylerin kararlara katılma yetisidir. Doğrudan doğruya bireyi devletin karşısında bir özne olarak tanımlama meselesidir. Bu açıdan bakıldığında Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle kadınların ilk kez oy kullanabilmesinin ve aday olabilmesinin önünün açılması bir yurttaş olarak “kadın” kimliğinin tanınması anlamına gelmektedir. 1934 yılında dünyada kadınlara yasal olarak seçme seçilme hakkı veren ülke sayısının sadece 28 olduğunu, 1935’de yapılan seçimlerde ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne 18 (%4,5) kadın milletvekilinin girdiğini düşündüğümüzde bugünün bile ilerisinde bir düzenleme olduğunu görebiliriz. Türkiye’de kadın haklarının tarihi Cumhuriyet’in kazanımları ile paralel seyretmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana kadının hukuki ve siyasi statüsündeki gelişmeleri başka bir nirengi noktasına bağlamak imkansızdır. Kadınların statüsü değiştiren, iyileştiren düzenlemelerin kadın baskısıyla değil, erkek odaklı bakış açısıyla yapıldığı, bu nedenle de Osmanlı ataerkilliğinden, Türk ataerkilliğine geçişe yol açtığı yönündeki haklı eleştirilere[2] katılmamak mümkün değildir. Ancak zaman içinde kadın hareketi de değişip gelişerek, sivil toplum alanında örgütlenerek güçlenmiş ve kendi içinde de çeşitlenmiştir. Kadın örgütleri içinde verilen mücadele kadını salt bir nüfus istatistiği içindeki bir rakam olmaktan, toplumun “öteki” yarısı olmaya taşıyan bir mücadele olmuştur. 24 Haziran 2018 genel seçimlerine katılan 4.851 adayın sadece 996’sı (%20’si) kadındır. Bağımsız adaylar bir kenara bırakıldığında ise partilerin listelerinde yer alan 4.783 adayın sadece 985’i kadındır. Parlamentoda temsil edilen 5 siyasal parti listelerinde sadece 36 kadın adaya ilk sırada yer vermiştir[3]. Seçimlerin sonucunda ise 104 kadın (%17,3) seçilerek parlamentoya girebilmiştir. Bu veriler, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadınların eşit yurttaşlar olarak parlamentoda temsiline dair aldığı yolun ne kadar az olduğunu göstermektedir.
Dünya geneliyle karşılaştırıldığında Türkiye’de cinsiyet eşitsizliğinin en yüksek olduğu alanlar özellikle politika ve ekonomi alanlarıdır. Bu iki alandaki güçlenme cinsiyet temelli eşitsizliklerin ortadan kaldırır.
Kadınların yerel düzeydeki temsili de ulusal parlamento düzeyinde temsilden farklı değildir. Türkiye’de kadınların yerel siyasete katılımı konusunda yapılan bir araştırmaya göre, kadınların ve erkeklerin siyasete yaklaşımı ve politikaya giriş motivasyonları farklıdır. Araştırmaya katılan kadın siyasetçilere göre, kadınlar topluma faydalı olmak, halka hizmet etmek için siyasete girerken, erkekler güç, para, mevki gibi daha bireysel saiklerle hareket etmektedirler. Katılımcılar kadınların erkeklere göre daha çalışkan ve kısmen kadınlara yönelik ön yargılardan dolayı daha donanımlı olduğunu ifade etmişlerdir. Yine “Kadın politikacıların büyük çoğunluğu adaylık süreçlerinde seçilme ihtimallerinin neredeyse hiç olmadığı sıralardan listeye alındıklarını belirtmiş̧, listeye seçilir sıralardan giren ya da ilk denemelerinde seçilen adaylar da partide kendilerinin yolunu açan erkekleri anmışlardır”[4]. Şüphesiz işin özü olan siyasal hayata katılım noktasını bir bütün olarak değerlendirebilmek için Dünya Ekonomik Forumu (WeForum) tarafından hazırlanmış olan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporlarına göz atmak gerekmektedir.  Çünkü söz konusu raporda endeks oluşturulurken ekonomik katılım ve fırsat, eğitimsel kazanımlar, sağlık ve hayatta kalma, siyasi güçlenme gibi siyasal hayata katılımı doğrudan etkileyen kategorilerde de değerlendirmeler yapılmaktadır. 2021 Raporuna göre Türkiye 156 ülke arasında 133. sırada yer almıştır.
2021 Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre Türkiye 156 ülke arasında 133. sırada yer almıştır.
Türkiye’de, dünya geneliyle karşılaştırıldığında özellikle cinsiyet eşitsizliğinin en yüksek olduğu alanlar politika ve ekonomi alanıdır. Bu iki alandaki güçlenme cinsiyet temelli eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilecektir.  Geçtiğimiz günlerde CHP’nin siyasette eşit temsiliyet talebiyle %50 cinsiyet kotası kanun teklifi AKP ve MHP oylarıyla reddedildiğini dikkate aldığımızda mevcut siyasi iradenin bunu yapmaya istekli olmadığı herkesin malumu. Dolayısıyla bu eşitsizlik uçurumunun ortadan kaldırılması “gelmekte olan” yeni iktidarın görevidir. Sonuç olarak, kadınların siyasete katılımı siyasal partilere bırakılamayacak kadar önemlidir. Kadın-erkek eşitliğini nüfus istatistiklerindeki %50’nin ötesine taşıyabilmek için bir türlü hayata geçirilemeyen veya eksik geçirilen cinsiyet kotalarının bir kenara bırakılarak fermuar sisteminin anayasal ve yasal düzenlemelerin konusu haline getirilmesi gerekir. --- [1] Bianet Erkek Şiddeti Çetelesi, internet adresi: https://bianet.org/bianet/erkek-siddeti/254163-erkekler-kasim-da-34-kadini-oldurdu [2] Yeşim Arat, The Patriarchal Paradox. Women Politicians in Turkey, Fairleigh Dickinson University Press, Cranbury, 1989. [3] Sinem Yargıç, Women’s Representation in the Turkish Parliament: An Analysis of CEDAW Committee Documents, Journal of International Women’s Studies, Vol:21, No:6, August 2020, s.385. [4] Zeynep Alemdar, Merve Akgül, Selin Köksal, Gökçe Uysal, Türkiye’de Kadınların Yerel Siyasete Katılımı: İlçe Belediye Meclislerinde Kadınlık, Ayrımcılık ve Dayanışma, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, BAU, İstanbul, Ocak 2020, s.6, internet adresi: http://rwistanbul.org/rapor/0.89029100%201581931624.pdf