Kader diye kabullenmemiz istenen deprem bu toprakların bir gerçeği, depremi büyük ve yıkıcı bir afete çevirense tabandan tavana yetkililerin sorumsuzluğu ve yaşam onurunu hiçe sayan, belli bir kesimi zenginleştiren sistemin çarkları elbette. Denge ve Denetleme Ağı’ndan Hayriye Ataş yazdı.
Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde 9 saat arayla gerçekleşen depremlerin üzerinden on dört gün geçti. Yasımız ve acımız, öfkemizle bir oldu. Nasıl olmasın? Deprem sabahı havanın aydınlanması ile birlikte binlerce insan gözünü karanlığa açtı. Bu sonsuz karanlık içinde çaresizce enkaz altında sesine karşı bir ses bekledi. O ses gelmedi günler boyunca. Enkazın altında çıplak elleri ile ailesini arayan bir öğretmenin sözleri unutulmamalı; “bütün ailem enkaz altında, seslerini duyuyorum. Çıplak ellerimle molozları kaldırmaya çalıştım. Gücüm yetmiyor. Yıllarımı bu devlete verdim, tek bir gün benim yanımda olmasını istedim, tek bir gün.” Depremin soğuk sabahından başlayarak bölgede binlerce çığlık yükseldi. Enkaz altında kalanlar kurtulmak için haykırdı, kendi imkanları ile kurtulanlar devletin kurumlarıyla, ekipleriye birlikte nerde olduğunu haykırdı. Kritik saatlerde, günlerde, enkazların altında binlerce canlı beden varken, kurtulanlar güvenli bir alana ihtiyaç duyarken, devlet vatandaşının yanında olamadı. On dört gün oldu, deprem devam ediyor.
Ülke olarak büyük bir enkazı kaldırmaya çalışıyoruz. Bu enkaz sadece binlerce canımıza mal olan, rant ve denetimsizlikle beslemiş binaların enkazı değil elbette. ’99 Marmara depreminde olduğu gibi toplumun tansiyonunu düşürmek için tutuklanacak ve zaman aşımından bir kaç yıl sonra çıkacak, en zayıf halka müheahhitlerle de kaldırılacak bir enkaz değil. Merkezileşmiş yönetim sistemiyle, kamu politikalarıyla, yerel yönetimleriyle ve devlet kurumlarıyla bütüncül bir sistem enkazı altındayız. Depremin sonuçları, ağır aksak ilerleyen demokrasi tarihimizde kurumsallaşamamış, sürekli balans ayarı verilmiş demokratik denge ve denetleme sistemindeki yaşanılan bozulmanın; liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi demokratik ilkelerin kurumların işleyişinde hala hayata geçirilememesinin de bilançosu. Bu cümleler sadece yaşanılan acının refleksleri ile kaleme dökülmüyor tabi ki. Sistemde yaşanan sorunları ve kurumların eksikliklerini işaret eden ve ilgili kurumların eliyle yazılmış raporlar ve çalışmalar var. Her afet sonrası televizyonlarda konuşturmak için peşinden koştuğumuz, sonrasında unuttuğumuz bilim insanlarının tespitleri var.
Yazın orman yangınları, baharda seller ve sonrasında depremlerle dört mevsime yüzyıllardır afetleri sığdıran coğrafyamız sürekli tedbirsizliği, kurumsal eksiklikleri, alınmayan önlemleri, yanlış politikaları, insan onurunu hiçe sayan uygulamaları ve rant döngüsünü yüzümüze çarpıyor. Bu coğrafyanın kader planı, yüzleşme, unutma ve cezasızlık hali.
Koordinasyonsuzluk gerekçe gösterilerek ve afetlerle ilgili pek çok kurum kapatılarak 2009 yılında AFAD kuruldu. AFAD neden yetersiz kaldı cevaplarını kurumun kendi kamuya açık raporlarından alıyoruz.
Coğrafyamızda bir çok deprem yaşasak da bölgesel nitelikte hafızamızda en canlı olanı ’99 Marmara Depremi. 18 Şubat 2000’de yayınlanan “Deprem Felaketi Konusunda Yapılan Çalışmaların Tüm Yönleriyle İncelenerek Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’nun”hazırladığı rapor
[1] bugün yazılmış gibi. Raporun içinde güncelliğini koruyan bir çok tespit ve öneri var. Raporda, bugünlerde sosyal medyada ve haber kanallarında kendine yer bulan, devletten vatandaşa uzatılan şefkat eli imar affı vurgulanan bir madde. Yüzleşmek de gerekirse siyasi partilerin seçimlerde en büyük oy kazanma araçlarından olan imar affından kesinlikle vazgeçilmesi gerektiği vurgulanıyor. Ancak, bugün imar affı uygulamasından vaz geçilmediği gibi imar affı içeren torba yasa politikalarının yasama faaliyetlerinin önemli bir uygulaması haline geldiğini görüyoruz. ’99 Marmara depreminden önce 11 kez çıkarılan imar affı, depremden sonra 6 kez çıkarıldı. En son çıkarılan imar affı ise 2018 seçimi öncesinde yasalaştı. 2018 öncesinde çıkarılan imar affında, 7 milyonun üzerinde yapı belgesi verildi. Yaşanan bu depremde yıkılan binaların kaçının son imar affından yararlandığı, imar affının neden hala uygulandığı araştırılması gereken konular olarak önümüzde duruyor.
’99 Marmara Depremi’nde yaşanan koordinasyonsuzluktan dersler çıkarılmış ki raporda afet öncesinde riskleri önleyecek, afet sırasında krizleri yönetecek, koordinasyonu sağlayacak, liyakatlı uzman kadrosu ve bilim insanları ile çalışacak yeni idari yapılar öneriliyor. Sadece idari yapılar değil, sivil toplum işbirliğinin önemine değiniyor. Koordinasyonsuzluk gerekçe gösterilerek ve afetlerle ilgili pek çok kurum kapatılarak 2009 yılında AFAD kuruldu. Bu kadar büyük bir ölçeği etkilemiş depremin ardından, her ilde il müdürlükleri bulunan ve afet yönetimini tek elden yürüten AFAD’in kadroları, bütçesi ve kapasitesi kamuoyunda çok konuşulan konular oldu. AFAD neden yetersiz kaldı cevaplarını kurumun kendi kamuya açık raporlarından alıyoruz.
Kadere boyun eğmemek için bugün yazıyoruz, konuşuyoruz; hepimizin kelimeleri ve eylemleri dönüştürecek bu toplumu. Bir bina enkazının altında, maden ocağında, orman yangınında ölmemiz kader değil, yoksulluk kader değil. Bu ülkenin yurttaşları olarak kabul etmiyoruz.
Özellikle 2023 Strateji raporunda personel eksikliği, müdehalede yaşanacak sorunlar ayrıntıları ile ele alınmış. 2020 tarihli Kahramanmaraş İl Afet Risk Azaltma Planı’nda 7.5 büyüklüğünde bir deprem öngörülmüş, Hatay’daki olası depremin etkileyeceği ilçe ve mahalleler belirlenmiş. Etkisinin nasıl olacağı haritalandırılmış. Ayrıca not düşülmüş “ciddi deprem tehlikesi var.” Neden harekete geçilmedi? Yazılan çizilen raporlar neden raflarda süs oldu? İl il yazılan yüzlerce rapor, uyarılar neden dikkate alınmadı? Afet risklerini önleme ve kriz yönetim planları neden uygulanamadı? Soruları sorarken aslında cevapları zihnimize düşüyor. Kader diye kabullenmemiz istenen deprem bu toprakların bir gerçeği, depremi büyük ve yıkıcı bir afete çevirense tabandan tavana yetkililerin sorumsuzluğu ve yaşam onurunu hiçe sayan, belli bir kesimi zenginleştiren sistemin çarkları elbette.
Sistemin çarkları işlerken bizleri kutuplaştıranlara inat bu toprakların içine işlemiş dayanışma ve mücadele depremin ilk saatlerinden itibaren kendini gösterdi. Sorgusuz bir şekilde kabullenmemiz beklenen planı değiştirmeye çalışan her defasında önüne set çekilen sivil toplum oldu. İlk günden itibaren yardım, arama ve kurtarma çalışmalarına katılan örgütlü ve örgütsüz sivil toplum hızlı hareket kabiliyeti ile biraraya geldi. ’99 depreminden bu güne sivil toplumda değerler de üretebilmişiz. Depremin ilk gününden beri müthiş bir koordinasyonla hareket eden İhtiyaç Haritası, Ahbap, Afet Platformu, Türk Tabipler Birliği, başta olmak üzere birçok sivil toplum örgütü, yardım kuruluşları, barolar, üniversiteler, meslek odaları binlerce cana dokundu ve hala büyük bir özveriyle çalışmaya devam ediyor.
Depremin on dördüncü günü, bundan sonra bizleri daha büyük bir sorumluluk bekliyor. Hukuk devletinin gereği olarak her kademede hesap soracağız. Bütün canlıları ve doğasıyla onurlu bir yaşam ve toplum inşa etmek için dayanışacağız. Kadere boyun eğmemek için bugün yazıyoruz, konuşuyoruz; hepimizin kelimeleri ve eylemleri dönüştürecek bu toplumu. Bir bina enkazının altında, maden ocağında, orman yangınında ölmemiz kader değil, yoksulluk kader değil. Bu ülkenin yurttaşları olarak kabul etmiyoruz.
[1] https://www5.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss308.pdf