Loading...
Kabul edin! Toplumun hızı devletin hızını geçti…
Aradan geçen 23 yıla rağmen hiçbir şeyin değişmediğini Erol Katırcıoğlu, bundan 1999 Depremi’nden sonra Radikal’deki yazsısında bir kez görüyoruz.
“Ekonomik afetin” eşiğinde dolaşırken yaşadığımız bu “doğal afet” her şeye tuz biber ekti. Nasıl ki yapmamız gerekenleri yapmayarak ekonomik sorunlarımızı tam bir afete dönüştürmeyi başardıysak tıpkı onun gibi var olan doğal sorunlarımızla ilgili yapmamız gerekenleri yapmayarak zaten şiddetli olan bu depremi de tam bir afete dönüştürmüş olduk. Sonuçta Türkiye modernleşme tarihinin önemli bir dönüm noktasında bu kez bir çöküş noktasında buldu kendini”.
Eğer yazının burasına kadar okuduysanız, bu paragraftaki görüşlerin bugünü konu eden görüşler olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa bu yazı tam 23 yıl önce, benim, 17 Ağustos 1999 depremi üzerine (şimdi artık yayınlanmayan) Radikal Gazetesi’nde depremden hemen sonra kaleme aldığım bir yazının başlangıç paragrafı. Bugünden bakınca, bugünün sorunu ile 23 yıl evvelki sorunun aynı olduğunu ne ekonomik sorunlarımızı çözmede ve ne de doğal afetlere, özellikle de depremlere karşı tedbir almadığımız acı bir biçimde görülmekte.
1999 depremi de öylesine bir depremdi ki gerçekten toplum olarak bir şok yaşamıştık. Ve ben bunun üzerine söz konusu yazımda şöyle demişim: “Abartıyor muyum? Sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü yaşananlar öylesine derin izler yarattı ki bu depremle birlikte Türkiye’nin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bir daha aynı Türkiye olmayacağı çok açık”.
Ama yanılmışım! Yanılmışım çünkü bu deprem günlerinden bir süre sonra iktidara gelen AKP’nin tuttuğu istikamet maalesef hiç ders almamış gibi o güne dek yapılan uygulamalarda ısrar etmek biçiminde oldu. “İmar Barışları” ilan etmekle gerek kaçak yapılar ve gerekse imar yönetmeliklerine aykırı konutlara af çıkararak para toplama huyundan vazgeçmedi. Yirmi yılda 8 adet af çıkardı. Bugün öğreniyoruz ki kayıplarımızın çoğu işte bu aflardan yararlanılarak oturulan konutlarda.
Her ne kadar depremin uyarıcı etkisi konusunda yanılmışsam da meselenin temel sorunu konusunda yanılmamış olduğumuz düşünüyorum. Nitekim şöyle yazmışım: “Bir kere yaşanan felaketle birlikte “aczi” daha bir anlaşılan bu devletle reform falan yapılamayacağı daha bir ortaya çıktı. Toplumsal bir uzlaşma arayıp bir ‘milat’ yaratarak yeni bir yüzyıla girmektense ben yaparım olur mantığıyla davranan bir devlet Gölcük'te Yalova'da İzmit'te yıkıntılar arasında şaşkın bir şekilde kalmadı mı? “Yaralar sarılır” diyerek yıkıntılar arasında neredeyse kendi kendine mırıldanan bir devlet nasıl ve hangi imkânlarla bu toplumu 2000 yıllarına taşıyacakmış? Bu mümkün mü?”
Evet asıl sorunumuzun dün de bugün de aynı sorun olduğu, devleti yönetenlerin “Toplumsal bir uzlaşma arayıp bir ‘milat’ yaratarak yeni bir yüzyıla girmektense ben yaparım olur mantığıyla davranan bir” anlayışa sahip olması dün de bugün de depremle birlikte en açık görülen gerçeğimizdir.
Evet biliyorum ve duyuyorum bugün için devlet eleştirisinde bulunanlara karşı trol saldırıları durmuyor. Bu durum dün de böyleydi. O nedenle de söz konusu yazımda şöyle yazmışım: “Haksızlık yaptığım söylenebilir. Öyle ya böylesi büyük bir afet karşısında hangi devlet olursa olsun bocalar, zorlanır. Dolayısıyla da biraz gecikmiş olmak biraz hazırlıksız yakalanmış olmak mazur görülmelidir denebilir”.
Evet böyle düşünülebilir. Ama eğer bugün de dün gibi şöyle bir şey olmasaydı: “Bir kere toplumun tümüyle kendi inisiyatifiyle herhangi bir dizayn edilmiş koordinasyon olmaksızın büyük bir hızla davranabilmiş olması gerçeği olmasaydı devletin bocalaması mazur görülebilirdi. Ama bu böyle olmadı. Toplumun hızı devletin hızını fersah fersah geçti”.
23 yıl önce yazdığım yazımı o gün şöyle noktalamışım: “Eğer devletin tanımı farklı çıkarların varlığını ön görmeseydi daha doğrusu toplumda farklı çıkar grupları olduğu için devlete ihtiyaç olduğu gerçeği olmasaydı bu soru da anlamlı olabilirdi ama bu da öyle değil. Devlet toplumdaki farklı çıkar grupları arasında “hakemlik” yapan bir kurum olduğu için vardır, kısacası Türkiye için milenyum yani 2000 yılı diğer ülkelere göre daha erken geldi yeni bir yüzyıla başka ülkelere nasıl gireceğini bilmesek de Türkiye'nin büyük bir acı ve büyük bir hesaplaşmaya gireceği kesin”.
Yani yaşadığımız bu acı ve hesaplaşma ihtiyacı 23 yıl önceki gibi bugün de gerçek. Dün olmadı. Ama artık bugün olmalı. Hesaplaşma günü de oldukça yakın.
Not: Radikal’de yayınlanmış bu yazımı, sabah, dostum Bercan Aktaş gönderdi. Kendisine teşekkür ederim.