Saçmalar, kurumsal hayattan bunalmış bir personelin hayallerine ulaşırken yolda başına gelen olayların kronolojik bir anlatımı. Bu arada, şaka değil tam üç saat sürüyor oyun. Ya bazen çok sıkılıyorum biliyor musunuz, o kadar sıkılıyorum ki boğulmacasına. Sonra derin bir nefes alıyor, kalkıp günün işlerini yapmaya devam ediyorum. Okunacak makaleler, kitaplar, izlenecek filmler, yazılacak yazılar… Bazen hayat elimde kaçıveriyor. Durmak istiyorum; sadece durmak, hiçbir şey yapmamak, camdan sokağı izlerken “benim adım Cemil!” diye bir ağız dolusu bağırmak. Derken hakikaten kafam atıyor, bırakıyorum her şeyi, “su veren itfaiyenin hortumunu…” diyorum. Çıkıyorum dışarı, dünya mı yanıyor, yansın anasını avradını bana ne be, kancık kasığında döllenen dünya. Rahatlıyorum, anarşinin bile feriştahına sövüp “oh be, dünya varmış!” diyorum. Bazen daha planlı bir şekilde dünyanın hızını durdurduğum da oluyor tabii, işte şu son zamanlarda birkaç akşam stand-up gösterilerine gittim. Deniz Göktaş’ın gösterisine dair fikirlerimi de burada yazmıştım. Son dönemin en popüler komedyenlerinden biri olan Kaan Sekban’ı da geçenlerde DasDas’ta izledim. Kaan Sekban “Saçmalar” adını verdiği oyununda kendi başından geçenleri anlatıyor, en azından iddiası bu yönde, o kadar saçma şey geçmiş ki başından; artarda dizince ortaya hakikaten komik birçok sahne çıkıyor. Şimdi bu hikâyenin Kaan Sekban’ın başından anlattığı şekilde geçmediğine eminim ama bunun hiçbir önemi yok, zaten niye bize hayatını olduğu gibi anlatsın, çıkarken aralarındaki konuşmaları işittiğim insanlar hep “Allah’ın ona yürü ya kulum!” dediğini söylüyorlardı. Kaan Sekban’ın Facebook’ta yaptığı canlı yayına İclal Aydın’la başlayan ünlü akını katlanarak devam etmiş, derken evin salonunda bir anda meşhur bir insana dönüşmüş… Hissim o ki, Kaan Sekban bankacılık yaparken hayalini hep kovalamış, sonra ilk fırsatını bulduğunda da denemeye karar vermiş. Eh, devamı kendi başarısı. Benim gittiğim oyun, Saçmalar’ın 175. temsiliydi. Yabana atılır bir sayı değil ama Kaan Sekban’ın yavaş yavaş bir yol ayrımına geldiğini düşünüyorum. Anlattığı klişelerle dolu bu hikâye eğlenceli ama izleyici açısından bir kez tüketilecek bir ürün. Bir süre sonra yeni bir anlatıyı bize sunması gerekecek. Ve Kaan Sekban için esas “imtihan” da orada başlayacak çünkü o oyunda buradaki başarıyı geçemese bile en azından yakalaması gerekecek. Saçmalar, kurumsal hayattan bunalmış bir personelin hayallerine ulaşırken yolda başına gelen olayların kronolojik bir anlatımı. Bu arada, şaka değil tam üç saat sürüyor oyun.
Oyun, arayla beraber üç buçuk saat, ama gelin fotoğraf çektirelim, kapıda kitaplarım var, gelin imza vereyim demeyi de ihmal etmiyor çünkü anlıyorsunuz ki aslında orada olmak, devam etmek istiyor Kaan Sekban.
İnanılmaz bir süre bu çünkü bir insanı saatlerce ağlatabilir, dramdan drama sürükleyebilir, onu kahredene, bileklerini kestirene kadar perperişan edebilirsiniz. Oysa şöyle içten beş dakika güldüremeyebilirsiniz. Üstelik “şakasına gülünmemek” feci bir durumdur, bir kez başınıza gelirse toparlaması da çok güç olur, sahneyi gözyaşlarıyla terk edebilirsiniz. Ben liseyi Beyoğlu Anadolu’da okurken Rüya Sineması’nda “iki süper film birden” oynardı, Saçmalar da öyle, aslında iki farklı oyun olarak oynanabilecek iki sahneyi Sekban bir kerede oynuyor. Bence bunun sebebi, Kaan Sekban’ın bu işi yaparken sadece hayallerine ulaşan insanlarda görülen o tarifsiz mutluluğu yakalaması. Son sahnede, büyük bir kahkaha ve alkış tufanının arasında kollarını açıp başını geriye atarken adeta o uğultuyu her zerresiyle emiyor, bütün gözenekleri açılıyor ve alkıştan, kahkahadan, tebrikten oluşan, “evet, sen başardın!” diyen yüzlerce iğne mest edici bir iksiri yavaş yavaş zerkediyor. Arayla beraber üç buçuk saat, ama gelin fotoğraf çektirelim, kapıda kitaplarım var, gelin imza vereyim demeyi de ihmal etmiyor çünkü anlıyorsunuz ki aslında orada olmak, devam etmek istiyor Kaan Sekban. İşte bu parayla ilgili değil, işi yaparken duyduğun tarifsiz zevkle ilgili. Bir yerde telefonunun ses kayıt uygulamasını açıp kahkahaları kaydediyor mesela. Eminim ki, zora düştüğünde, yalnız kaldığında, kendini çaresiz hissettiğinde açıp dinliyordur. Dinlerken sahneye gidecek çünkü ve sahnede, tam da o anda, “evet, sen başardın!” diyen yüzlerce iğnenin vücuduna saplanmasını mutlulukla yeniden-yeniden hissedecek. Ertesi gün, flamingo bacaklarını andıran dallarında narin yapraklarını cömertçe sergileyen iki başlı bir orkide gördüm. Aklımda, Kaan Sekban’ın Saçmalar’daki o müthiş tespiti: “Orkide, bir şirket bitkisidir!” Evet, ben de az önce bir ofise girmiştim!