İstifanın ahlakı

Abone Ol
20 yıl milletvekilliği, en az 10 yıl genel başkanlık yapıp bu süreçte 10 seçim ve referandum kaybetmiş bir siyasetçi bile kendisini başarısız sayıp istifa etmiyorsa Türkiye’de siyasetin standartları Ortadoğu seviyesinde kalmaya devam edecek demektir. Millet İttifakı bileşenlerin kamuoyuyla paylaştığı bir “Ortak Mutabakat” metni vardı hatırlarsanız. Sadece seçimi kazanmakla kalmayıp aynı zamanda Türkiye’yi parlamenter sisteme taşıyacak olan muhalefet bloğu topluma pek çok şey vaat etmişti. O vaatlerden biri de Siyasi Ahlak Yasasıydı. Tabii ahlakın hukukla düzenlenmesi çok da makul değil. Ama yine de Türkiye’de siyasetçi sınıfının genel eğilimleri dikkate alındığında hoş bir öneriydi. Siyasetçiler için ayrıca bir ahlak yasası çıkarmak zorundayız. Çünkü bu kesimde yozlaşma eğilimi çok güçlü. Ayrıca kamu adına iş gören siyaset elitlerinin şeytana uymaması, yani kendi kişisel çıkarlarını kamunun menfaatlerinin önüne koymaması için ahlakı hukuk katına çıkaran ek kurallarla sınırlanmaları gerekiyor. Bu tasarı tabii ki rafa kalktı. Çünkü muhalefet seçimi kaybetti. Büyük bir kaos var hatta muhalif blok içerisinde. Geriye ise büyük bir ironi veya tezat kaldı. Dün siyasetçiler için ahlak yasası isteyen Kemal Kılıçdaroğlu bugün kaybettiği seçimin ardından istifa etmeyen, kendisine oy veren seçmenlere karşı sorumluluk hissetmeyen bir figüre dönüştü. İnsanın içi acıyor. Gelelim istifa meselesinin aslına. Kemal beyin şahsını da bağlayacak şekilde şu soruyla hesaplaşmamız gerek. Biz de siyasetçiler neden istifa etmiyor? Koltuğa çakılıp kalmak Türk siyasetinin yapısal bir sorunu mu?
Eleştiriyi araçsal bir şekilde kullanan, sadece rakibini eleştiren, özeleştiriden özenle kaçınan, açıklama yapmayan ve özür dilemeyen bir zihniyet istifa eder mi? Etmez, etmiyor da zaten. Çünkü istifa siyasi ahlakın bir gereği, bir erdem değil de, zayıflık olarak görülüyor.
İstifa eleştiriyle başlayan davranış zincirinin son halkası aslında. Toplumda eleştiri kültürü zayıf. Eleştiri düşmanlık olarak kabul ediliyor. Solda, sağda ve akademide neredeyse tüm düşünsel tartışmaların kişisel husumetlerle sonuçlanması tesadüfi değil bu nedenle. Tabii eleştiri olmayınca özeleştiri de olmuyor. Eleştirinin kötülüğe özdeş olduğu bir zihniyet dünyasında özeleştiri yapmak insanın kendisine kötülük yapması gibi bir anlama geliyor. Kim kendini yargılamak, küçümsemek, hatta aşağılamak ister ki? Eleştiri-özeleştiri hattı en başta epistemolojik olarak tıkandığından açıklama ve özür de arkasından gelmiyor. Mayıs seçimleri bu yokluklar listesinin pratik bir uygulama alanı gibi iş gördü. Ne Kılıçdaroğlu ne de bize iktidar vaat eden Millet İttifakının diğer liderleri istifa etti. Ama istifadan önce kimse doğru dürüst bir açıklama yapmadı. Farkındasınız değil mi? Nerede hata yaptık? Güçlü ve zayıf yanlarımız ne? Seçim bize nasıl bir ders verdi? Derli toplu bir açıklama biz muhalif seçmenlerin en doğal hakkı. Ama bu bile çok görüldü bizlere. Açıklama olmadığı gibi özür de dilenmedi. İşte bu nedenle istifa yok biz de. Eleştiriyi araçsal bir şekilde kullanan, sadece rakibini eleştiren, özeleştiriden özenle kaçınan, açıklama yapmayan ve özür dilemeyen bir zihniyet istifa eder mi? Etmez, etmiyor da zaten. Çünkü istifa siyasi ahlakın bir gereği, bir erdem değil de, zayıflık olarak görülüyor. Siyasetçi istifa kelimesini ağzına alabilir mi? Evet. Rakibinin veya siyaseten hedefe koyduğu kişilerin istifası söz konusu olduğunda bu kelime çok rahat kullanılıyor. Ama iş kendine, kendi özeleştirisine geldiğinde “CHP çadır partisi değil”, “kalıp kalmama kararımı parti verir” gibi cümleler dökülebiliyor siyasetçilerin ağzından. Ez cümle, 20 yıl milletvekilliği, en az 10 yıl genel başkanlık yapıp bu süreçte 10 seçim ve referandum kaybetmiş bir siyasetçi bile kendisini başarısız sayıp istifa etmiyorsa Türkiye’de siyasetin standartları Ortadoğu seviyesinde kalmaya devam edecek demektir.