İstanbul pogromu ve yinelenen ırkçılık

Abone Ol
Unutmayın ki doğada faşizm yoktur, ağaç kuşa nerelisin diye sormaz sadece şarkısını dinler.

Loading...

Yıl 1955, Stavros ve Ali her zaman olduğu gibi selamlaşarak dükkanlarını açıyor birbirlerine hayırlı işler diliyorlardı. Maria ve Gülay ise yeni öğrendikleri nakış modellerini paylaşıyor kahve içerek sohbet ediyorlardı. Komşu, eş, dost, kardeş gibilerdi ve bunun değişeceği akıllarına bile gelmiyordu ve anı yaşıyorlardı. Dinleri, fikirleri farklı olsa da kalpleri birdi ya da öyle sanıyorlardı… Aylar geçti eylül oldu, Ali’nin gözü Hürriyet gazetesinde gördüğü bir habere ilişti. Haberde, İstanbul’daki Rum azınlığın aralarında para toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetesine yolladığı, Türkiye’de kazanılan bu paranın Kıbrıslı kardeşlerimize kurşun olarak yağdığı yazıyordu. Bu haberi okuyan Ali, Stravros’a artık günaydın dememeye, eşi Aynur ise Maria’yla görüştürmemeye başlamıştı. Stavros her ne kadar böyle bir şey olmadığını anlatmaya çalışsa da nafileydi çünkü artık dostluk bozulmuştu. Türkler şimdiden Stavros’dan alışverişi, selamı sabahı kesmişti. Birkaç gün sonra tarih 6 Eylül’ü gösterdiğinde saat tam 13.00’te radyolar ve gazeteler aynı haberi yayınlamıştı. ‘’Rumlar Atamızın Evini Bombaladı!’’ Bu haberi duyan Ali, arkadaşlarını örgütledi, Stavros dahil İstanbul’da ne kadar Rum hatta Ermeni ve Yahudi varsa evleri yağmalandı, 13 kişi öldürüldü, ibadet alanları yakıldı ve 400 kadın tecavüze uğradı. Böyle anlattığımda tek suçlu Ali ve arkadaşlarıymış gibi göründü değil mi? Gelin bir de Alileri, Velileri asıl örgütleyen ve sahte haberle provokasyon ile halkı galeyana getiren gerçek suçlulara bakalım. Menderes hükümetinin azınlıklara karşı baştaki liberal politikası gün geçtikçe zorlaşan ekonomik koşullarla birlikte ırkçı ve zorlayıcı bir hal almıştı, tıpkı bugün olan durum gibi. Ekonomik zorluklar yüzünden gözden düşen Demokrat Parti, Milli Emniyet Hizmeti ile işbirliği içine girerek halkın dikkatini milliyetçilik şiarıyla ekonomiden uzaklaştırmıştı. Halkı galeyana getirme amaçlarına ulaşmışlardı. Atatürk’ün Selanik’te ki evini bombaladığı söylenen Batı Trakya Türk’ü Oktay Engin, mahkum edildikten sonra Nevşehir valiliği hatta olayların en yoğun yaşandığı bölgenin yani Beyoğlu’nun Kaymakamlığını yaptı. Bu olayları yaşayan Rumlar hayati tehlikeleri olduğu gerekçesiyle istemeseler de doğup büyüdükleri topraklardan göçmek zorunda kaldılar. Rum’ların başına gelenlerin bir gün kendi başlarına geleceklerini bilip güvercin tedirginliğinde yaşayan diğer azınlıklar da yurtlarını yavaş yavaş terk etmeye mahkum oldular ve böylece Türkiye renklerini yitirdi, grisi bize kaldı. Olaylar sırasınca zarar gören, hayatını kaybeden bütün dostlarımızı saygıyla anarım. Gelelim bugüne, ekonomik kriz ve Ümit Özdağ eliyle artan ırkçılık sizce de tarihin tekerrürü gibi değil mi? Özdağ’ın göçmenler başta olmak üzere Kürtler ve azınlıklara olan nefret dili gençleri oldukça etkileyip galeyana getiriyor tıpkı 1955’de olduğu gibi. Son zamanlarda artan nefret cinayetleri ve artan ırkçılığın sebebi aslında bunların hiç yok olmayışı daha doğrusu bugüne kadar maskelenmesinden kaynaklıydı. Geçtiğimiz günlerde tıp fakültesini kazanan Suriyeli Faris Muhammed Al-Ali cinayetini hatırlıyoruz değil mi? Sizi bilmem ama benim aklımdan çıkmıyor. Özellikle de bu cinayet sonrası Zafer Partili ve diğer sağ odaklı partilere sahip faşistlerin barbarca sevinçleri aklımdan çıkmıyor.  Yakın zamanda tekrardan aynı olayların patlaması, faşizmin kanlı saldırılarının yinelenmesi ihtimali beni sahiden korkutuyor. Peki olmaması için ne yapabiliriz? Öncelikle faşizmin iktidarlar tarafından pompalanan bir gündem değiştirme masalı olduğunu anlamamız, insanları illa ayıracaksak ırklarına göre değil de iyi-kötü olarak ayırmanın doğru olan olduğunu öğrenmemiz gerekiyor fakat aynı görüşte olsalar bile iletişimsizlik yüzünden birbirlerini öldüren halkımızda bu ne kadar mümkün belli değil. Unutmayın ki doğada faşizm yoktur, ağaç kuşa nerelisin diye sormaz sadece şarkısını dinler. Herkes için saygının önceliğimiz olduğu günlere… ‘’Faşizme yaranmaya çalışa­rak onunla baş edemezsin. Faşizm kimseyle uzlaşma aramaz, sadece biat ister veya yok eder. Bu nedenle faşizme karşı ancak direnerek ayakta kalabilirsin.’’ -Selahattin Demirtaş