İsrail devlet terörü
Savaş işin rengini değiştirdi. Halk ve elitler Netanyahu iktidarı arkasında mobilize olmuş durumda. Bu durum, yani iç siyasetten alınan destek aşırılık yanlılarını daha cüretkar eylemlere itebilir.
Bu yazı üzerine çalışmaya başladığımda İsrail Gazze’ye yönelik geniş kapsamlı kara harekatı için eyleme geçmişti. Böylelikle bitmek tükenmek bilmeyen Ortadoğu savaşlarına bir yenisi daha eklendi. İsrail 1948 ile 1967 arasında kısmi düzeyde, 1967’den beri ise elindeki tüm enstrümanları kullanarak tam kapasite bir devlet terörü uyguladı. Mülksüzleştirme, sürgün, cinayet ve işkence bu uzun tarih içinde sıradanlaşmış şiddet formlarına dönüştü. Zamana yayılmış bir soykırım suçu bu. Açık bir etnik temizlik vakasıyla karşı karşıyayız. Nazi katliamına uğramış Yahudiler kendilerine layık görünen acıyı Filistinli Araplara yansıtıyor. Gazze büyük bir insan yakma fırını aslında. Her gün yeni hayatlar sönüyor o fırının içinde.
Aktörlerin pozisyonları ise neredeyse hiç değişmeden kendini tekrar etmekte. Kabaca şöyle bir manzara var karşımızda: ABD her durumda İsrail’in yanında. İsrail sanki ABD’nin 51. eyaleti. Onun siyasi varlığı ve egemenliğinin bir uzantısı. ABD dışındaki Batı ise biraz daha nüanslı. Genelde AB ülkeleri ve Rusya Filistin davasını meşru gören kamuoyları, ABD karşıtlığı ve insan hakları duyarlılığı gibi nedenlerle İsrail’e karşı mesafelidir. Tabii bu mesafenin daha çok İsrail’e yönelik yumuşak eleştirileri kapsadığı ve Filistinlilere insani yardım yapma sorumluluğunun ötesine geçmediğini belirtmek de gerekir. ABD dışındaki Batı dünyasından İsrail’in devlet terörünü eleştirenler ifadeler duysak da bu konum hiçbir biçimde Filistinlilere silah yardımı veya İsrail’e ambargo konulması gibi bir noktaya taşınmamıştır.
Hamas’ın 7 Ekim tarihli Aksa Tufanı saldırısının ABD dışı Batı dünyasında ciddi bir şok etkisi yarattığı gerçeğini de not etmemiz gerekir. İsrail’deki barış yanlısı muhalefet de dahil olmak üzere Batılı toplumlardaki demokratik kamuoyu son saldırıdaki sivil kayıplar karşısında çaresiz kalmıştır. Bu noktada Batı medyası için genişçe bir parantez açılabilir. Batı medyası engizisyon kurulu gibi çalışıyor. İsrail’i desteklemek bir ahlaki zorunlulukmuş gibi davranıyor. Ancak İsrail’in Gazze’deki sivil yerleşim yerlerini bombalaması özellikle de Avrupa’da seslerin yükselmesine ve havanın dönmesine yol açtı. Yine de CNN ile BBC arasındaki fark hiç olmadığı kadar az. Liberal sol medya Hamas’ın yanında görünmemek için İsrail’in yaptığı katliam karşısında sessiz kalıyor.
7 Ekim’den bugüne yaşananlar bakımından İsrail siyasetinde de derin bir dönüşüm yaşandı. Aksa Tufanı öncesi koşullarda Netanyahu ve çevresindeki aşırı sağ koalisyon ciddi bir hegemonya krizi içindeydi. Hükümet karşıtı güçler sokakta ve kamuoyunda üstün bir konumdaydı. Ancak savaş işin rengini değiştirdi. Halk ve elitler Netanyahu iktidarı arkasında mobilize olmuş durumda. Bu durum, yani iç siyasetten alınan destek aşırılık yanlılarını daha cüretkar eylemlere itebilir. Savaşın seyrini değiştirecek güçlü bir dış müdahale olmazsa İsrail’in Gazze’nin en yarısında etnik temizliği amaçlayan bir soykırım girişimde bulunacağı kesin gibi. İşgal edilen topraklar Filistin aleyhine büyüyen İsrail Devletinin yeni egemenlik alanı olacak.
İsrail devlet terörü karşısında ne yapılabilir sorusunun yanıtı ise açık değil. Çünkü İslam dünyası kesin ve kararlı bir yanıt veremiyor. 1970’li yıllardaki onurlu petrol ambargosu çıkışının bir benzeri bile dünyayı değiştirebilir. Ama ne yazık ki o duruşun çok uzağındayız.