Loading...
Yıl 1945, Soğuk Savaş’ın başları… ABD İnönü yönetimine istikrarın önceliğini anlatıyor. Zira prematüre doğmuş bir demokrasinin Türkiye’yi Batı’dan koparabileceği düşünülüyor. İnönü odadakileri şaşkınlığa çeviren bir cevap veriyor…Soğuk Savaş’ın başları… Yani dünyanın dört bir yanı Sovyetler Birliği ile ABD arasında bir seçim yapıyor. Türkiye de hem Sovyetler’e ve Avrupa’ya yakınlığı, hem de Orta Doğu’nun ve Akdeniz’in kapılarını tuttuğu için stratejik öneme sahip. Üstelik Sovyetler’in tehditleri, rejimi doğrudan tehdit ediyor. Sosyalist dikta, Türkiye’den toprak talep ediyor. Bu yüzden de İnönü yönetimi, ABD ile kurulmakta olan Batılı savunma birliği için görüşme halinde. ABD her ne kadar “demokratikleşme”ye verdiği değeri sürekli dile getiriyor olsa da kapalı kapılar ardında İnönü yönetimine, Türkiye için istikrarın demokrasiden önce gelmesi gerektiğini söylüyor. Zira prematüre doğmuş bir demokrasinin doğurabileceği sonuçların, Türkiye’yi Batı’dan koparabileceği düşünülüyor. Yani, aslında, Milli Şef pozisyonundaki İnönü’yü hem uluslararası sahnede hem de Türkiye’de koruyacak bir siyaset alanı açık. Yaşam boyu diktatörlük için koşullar harika, zemin sağlam. Fakat 1945 yılında İnönü, Amerika’dan gelen ziyaretçilerini Amerikan Büyükelçisiyle beraber Ankara’da ağırlarken, “siyasi geleceğine” dair gelen bir soruya, odadakileri şaşkınlığa çeviren bir cevap veriyor: “Mecliste muhalefetin lideri olarak oturabileceğim gün, görevimi tamamladığımı düşüneceğim…” İnönü, zorunda olmadığı halde, demokrasiyi tercih etti. Sebebini en iyi kendisi açıklar: Devrimin hedef koyduğu “muasır medeniyet seviyesi eğer ki demokrasiyse”, Türkiye için de varılacak hedef demokrasidir. Türkiye, İnönü’nün medeniyet tasavvuru ve ülkesi için kurduğu bir hayalin neticesinde demokratikleşir. Ve 1950’de İnönü, tarihi sorumluluğunu yerine getirmiş bir lider olarak, Meclis’te muhalefet sıralarında oturacaktır. O günkü pozisyonunu “En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir” diye tanımlayacaktır. Türkiye’de dolaşan hayalet, tam da bu sebeple İnönü’nün hayaletidir. Ancak bu defa gücü elinde tutan değil, toplumsal muhalefeti bir arada tutan ittifak bu hayaletin gölgesinde bir arada duruyor. Bu defa Türkiye, Cumhurbaşkanı’nın insiyatifiyle değil, Cumhurbaşkanı’na rağmen demokrasiye doğru yol alıyor. Eğer muhalefet üzerindeki bu tarihi sorumluluğu -kendi içindeki dalkavuklara rağmen- taşıyabilecek kadar güçlü omuzlara sahipse, İnönü’nün on yıllar önce kurduğu Türkiye hayali, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında hakikat kılınabilir. Ama o omuzların ne kadar sağlam olduğundan kim emin olabilir ki?