Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, yazdığı yazıda,  "bu sıkışmayı yazamıyorum çünkü yazarsam beni vatana ihanetten yargılayacak, Reis’e ihanetten asacak bir dünya gazeteci-trolün varlığı beni korkutuyor. Ne o? Tuhafınıza mı gitti? İnsanım yahu. Korkuyorum." dedi. Kılıçarslan, "Bilhassa da hiçbir ahlaki düzlem tanımaksızın iftira-yalan-gıybet üçlüsünü gazetecilik falan zanneden adamlardan, kadınlardan korkuyorum. Bence onlardan siz de korkmalısınız, zira bizi uçuruma doğru götürüyorlar." dedi. Yazının ilgili bölümü şöyle: Öncelikle, zaman zaman ‘aslında olmadığım’ bir adammış gibi yazmaktan yoruldum. Zaman zaman da ‘aslında olduğum’ adam olarak yazamamaktan. Fakat en çok gündelik siyasetin kirinin-pasının üstüme başıma bulaşmasından yoruldum. Sakın aklınıza bir şey gelmesin. Yazmaya başladığım ilk günden beri Yeni Şafak yönetimi yazılarıma asla müdahale etmedi. Dolayısıyla bu anlattıklarım kendiliğinden öyle gelişmiş kişisel meseleler. Türkiye’de köşe yazıyorsanız ya kuşe-i uzlette ademiyete mahkum olacaksınız yahut yıpranma bedeliniz çok sağlam olacak. Benim açımdan ikisi de muhal şimdilik. Bu da beni gerçekten çok yoruyor. Uzunca bir süredir siyaset de sosyoloji de çok tuhaf bir aralığa sıkıştı. Bir çeşit ‘metan yorgunluğu’ oluşturdu bu sıkışma. Ne zaman patlayacağını bilmiyorum ama patladığında hiç iyi şeyler olmayacağını ön görebiliyorum. Fakat mesela bu sıkışmayı yazamıyorum çünkü yazarsam beni vatana ihanetten yargılayacak, Reis’e ihanetten asacak bir dünya gazeteci-trolün varlığı beni korkutuyor. Ne o? Tuhafınıza mı gitti? İnsanım yahu. Korkuyorum. Bilhassa da hiçbir ahlaki düzlem tanımaksızın iftira-yalan-gıybet üçlüsünü gazetecilik falan zanneden adamlardan, kadınlardan korkuyorum. Bence onlardan siz de korkmalısınız, zira bizi uçuruma doğru götürüyorlar. Aslında bir başka korkum da ne biliyor musunuz? Bu adamlarla, bu kadınlarla aynı seviyeden, aynı sınıftan, aynı takımdan zannedilmek. Bu bir kabus gibi gelip çöküyor omzuma zaman zaman. Son zamanlarda duam şudur: ‘Yarabbi, bana başka ve hayırlı bir rızık kapısı ihsan et ki bu iş zillete dönüşmeden yoluma bakabileyim.’ O kapı açılana kadar mevziyi beklemeye devam elbette. Ama kırık-dökük ve oldukça yorgun olarak. Çünkü kırılmamak-dökülmemek için ‘30 yıldır hep güçlünün yanında durarak adam sınıfına koyulmak’, ‘hocasından umudu kalmayınca dümeni Reis’e kırmak’, 10 yılı aşkın süre çalıştığı gazetesinden ayrılırken yazdığı lağım gibi veda yazısında ‘ben de gidince burada kimse kalmayacak’ diyebilecek hödüklükte olmak, kendisine verilen sırrı -üstelik çarpıtarak- fahişe pazarlar gibi televizyon ekranından pazarlamak falan gerekiyor. Ben öyle biri değilim, Allah izin verirse de öyle biri olmaktansa ‘hiç olmamayı’ tercih ederim. "