İslamcı ve Muhafazakâr Perde Kapanırken…
Başörtüsü serbestisi, dinsel pratiklere açılan sonsuz alan, Ayasofya başta olmak üzere, Taksim’e cami gibi sembolik vaatlerin yerine getirilmesi ama beklenilen etkiyi yaratmaması siyasal tarihimizin bir perdesinin kapanmaya başlandığının da göstergesi olarak okunmalı.
Laiklik tartışmaları ile “aslına rücu” etme süreci başlatılsa da eski hikayenin yeni okuyucusu bulunamıyor.
Ülkemizde siyasal sorunlar ve kimlik taleplerinin belirleyici olduğu siyasallaşmalar 1990’larda yükseldi. Sorun ve kimlik eksenli sorunlar çerçevesinde örgütlenen partiler o sorunların varlığı kadar bir ömre sahiptir. Yani siyasal hareketlerin/partilerin ömürleri de mevcut sorunların gündemden düşmesi, sorunların çözülmesi ve toplum nazarında niteliğini kaybetmesi ile orantılıdır.
Muhafazakârlık, siyasal İslamcılık ekseninde inşa edilen AK Parti temel olarak, başörtüsü ile simgelenen ama arka planında toplumsal ve siyasal alanın İslamcı ideoloji ekseninde geniş bir çerçevede yapılanmasını talep ediyordu. Çoğu zaman “şeriat istiyorlar” ifadeleri kullanılsa da böyle bir ideolojik pozisyonları ve o çerçevede geniş bir teolojik-politik tefekkürleri olmadı. Bu ancak romantik bir istek olarak kalabilirdi ve o çerçevede sınırlı bir talep olarak iş gördü…
İslamcılık, Osmanlı dönemi tarzı siyaseti olarak zaten çok iş görmemiş ve kurucu bir ideolojik pozisyona dönüşmemişti.
YEDEK GÜÇ OLARAK MUHAFAZAKÂRLIK
Cumhuriyetin kurulması ile İslamcılık reaksiyoner bir siyasete dönüştü. Yani kurucu ideali olan bir ideoloji yeni dönemde yıkıcı bir pozisyona evrildi. Dinsel alanın kamusal bir niteliğe kavuşturulması ve seküler bir kurgu ile yapılandırılması İslamcılığı sürekli bir biçimde reaktife etti.
Tek Parti dönemi geri çekilmeler, gizlenmeler ve “hücresel” çalışmalarla geçtikten sonra, çok partili siyasal yaşama geçildiğinde Demokrat Parti “biriken” İslamcı enerjiyi yanına aldı. Bu alan açma süreci reaktif karakterin de kısmi dönüşüme uğramasına ve iktidar nimetlerinden yararlanmasını beraberinde getirdi.
Ancak İslamcı/muhafazakâr ivmelenme/yükseliş soğuk savaşın cephe ideolojisi haline getirilip kalkınmacı, çağdaşlamacı Kemalizme, değişimci, dönüştürücü sosyalizme karşı yeniden reaktife edildi. Emperyalizmin ve yerli ortaklarının siyasal, askeri ve ekonomik olarak desteklediği İslamcı/muhafazakâr ideoloji 12 Eylül darbesiyle resmi ideolojinin Türk-İslam Sentezi’nin başat üreteni ve kitlesel bütünleyicisi oldu. Darbe bir bütün olarak İslamcılığı alt bölünmelerini tarikat ve cemaatleri sosyolojik dönüşüm için seferber etti.
BİR DÖNÜŞÜMÜN AYAK İZLERİ
Ezilenler ve madunlar bu alana yönlendirilerek solun, sınıf hareketinin doğal mecraları, hinterlandı Siyasal İslamcılara açıldı. Ancak halen alt ideolojik örüntülerde reaksiyoner tavır sürüyordu. Bu durum 1994’te Refah Partisi’nin iktidarına kadar sürdü. Refah Partisi iktidarı, İslamcı/muhafazakâr ideolojinin artık yeni bir aşamaya geçişini temsil ediyordu. Şimdi farklı partiler ve hareketler içinde değil başat bir aktör olarak siyasal alanda var olma zamanıydı.
Bu İslamcı ivmelenme 28 Şubat Post-modern darbesiyle kesintiye uğratılmak istense de İslamcı/muhafazakâr hareket kimlik taleplerini, oluşan mağduriyeti ve kitlesel mobiliteyi seferber ederek süreci kendi lehine çevirdi. Bu süreçte kendi iç tartışmaları olsa da “Yenilikçi” hareket İslamcılığı modern dünyanın egemen kodlarıyla kısa süreli olsa da yeniden kodladı ve iktidar alternatifi oldu.
Bütün bu süreçlerde İslamcılığın temel sorun alanı başörtüsü meselesi oldu. Bu talep çok ciddi bir meşruiyet kazanarak bütün kesimlerden destek buldu. Öte yandan İslamcı/muhafazakâr siyasetin reaksiyoner karakteri “vesayetle mücadele” ile mağduriyetini politik bir içeriğe kavuşturarak, ülkenin genel sorunlarını da kapsayan yeni bir söylemle iktidar oldu. AK Parti bu sürecin bir sonucuydu ve İslamcı/muhafazakâr talep sahipleri artık bütün arzu ve isteklerinin gerçekleşmesini beklemekteydi.
“Geçiş süreci” retoriği ve pratiği ile farklı kesimlerle işbirliği yapan AK Parti artık tarihsel talepleri karşılamak adına bir çaba içine girdi. Kamusal alanda yeniden dinsel pratikleri egemen kılmak istese de bunu sağlamayı başaramadı. Başörtüsü meselesi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katkısıyla sorun olmaktan çıktı.
Toplumsal bir sorun siyasal alanın belirleyici argümanı olmaktan çıkarılarak insan hakları meselesine ve olması gerektiği yerde toplumsal bir konsensüs ile çözüldü. Ancak İslamcı/muhafazakâr kitlenin sorunlarını çözmek adına iktidar olan AK Parti, cemaat ve tarikatlarla yaptığı işbirliği ve özellikle FETÖ ile olan ilişkisi sorun çözmekten ziyade devleti ele geçirme mücadelesine dönünce “mazlumluğun” “zalimliğe” dönüşümü gerçekleşti.
PERDE KAPANIRKEN
Darbe girişimi ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi demokrasi tarihinde ciddi bir hasar bıraktı ve sorgulamalara neden oldu. Geniş toplum kesimleri için AK Parti vaatlerini gerçekleştirmemiş bir siyasal hareket olarak tarihteki yerini almış bulunuyor. İslamcılığın ve muhafazakârlığın evrimi, AK Parti’den istediğini alamama (düşledikleri düzeni kuramama) ve başörtüsü serbestisi, dinsel pratiklere açılan sonsuz alan, Ayasofya başta olmak üzere, Taksim’e cami gibi sembolik vaatlerin yerine getirilmesi ama beklenilen etkiyi yaratmaması siyasal tarihimizin bir perdesinin kapanmaya başlandığının da göstergesi olarak okunmalı.
Laiklik tartışmaları ile “aslına rücu” etme süreci başlatılsa da eski hikayenin yeni okuyucusu bulunamıyor. Dolayısıyla siyasal tarihimizde İslamcılık/muhafazakârlık perdesi kapanıyor. Sorun üzerinden kendisini tanımlayan/kuran siyasetlerin belli bir miadı oluyor ve şimdi o süreç kapanıyor. Çünkü yeni zamanların çok daha yaşamsal sorunları ortaya çıkıyor ve eski siyasetlerin, kimlik siyasetlerinin bu yeni sorunlara çözüm bulma imkânı kalmıyor.
Bu sebeple siyaset sahnesinden çekilmek durumunda kalıyorlar. Bundan sonraki siyasal yaşam kimlikler üzerinden değil sorunların çözümleri üzerinden topluma ulaşacak ve toplum tarafından organize edilecektir. Şimdi yeni bir dönem yeni bir siyaset zamanı…