İşçi sınıfının bugün ve yarına dair hatırlattıkları
Pandemiyle birlikte kapitalizmin krizi derinleşirken, işçi sınıfının sessiz devam etmeyeceği bir dönem yaşayacağız. Bunun geçici bir dönem olduğu yanılgısı, hala kimliklerin, cinsiyetlerin solun siyasetini belirlemesi büyük hata olur.
İşçi sınıfının dünyada sessizliğe büründüğü uzun bir dönem boyunca solun aklını başka fikirlerle meşgul etmesi için ortaya atılan kimlikler, demokrasi, özgürlük, barış her biri tek başına mücadele edilince başarılabilecek gibi yansıtılıp bu zokanın yutturulması sağlandı. Hangi koşulların ve hangi sınıfın çıkarları için savaş çıkarttığı, demokrasinin büyük kitleler için değil de küçük bir azınlığın çıkarları için demokratikleşme masallarını siyasi partilerin vaat ettiği, ekonomik toplumsal yapının sorgulanmadığı ama taleplerin haklılığına güven ile demokrat olmanın ferahlığı sola yetti.
Sol bu zokayı yutar da sendikalar boş durur mu? İşçi sınıfının çıkarlarını savunan sendikalar doğal olarak kendisini sola yakın hissederken onlar nereye sendikalar da oraya doğru yol aldı. Emperyalist, kapitalist sistem işçi sınıfına ulusal kimliklerini hatırlatmak için özel çaba sarf ederken bu çabanın karşılığını 90’larla birlikte alacaktı. Kürt siyasi hareketi dünyanın işçi sınıfı iktidarlarının son dönemlerine ve yenilgisine şahit olduğu bir süreçte kendisini Marksist bir siyasi hareket olarak tariflerken, 2000’lere gelindiğinde bu siyasi çizgisi tamamen uluslararası alanda yaşanan gelişmelere göre hareketini şekillendirip emperyalizmle bağını kurup kurucu siyasi çizgisini tamamen dışarıda bırakmıştır. Marksizm dışarı çıktığında solun bu hareket içerisinde yer alma ve destekleme ısrarı nereden kaynaklı? Bunu ulusların kendi kaderini tayin hakkı olduğuna, Lenin’in bu siyasi öngörüsünün değişmez altından bir kural olduğu savunusuna birçoğu dayandırıyor.
Devletin bu siyasi harekete ve Kürt halkı başta olmak üzere Türk kimliğini benimsemeyen bütün halklara karşı uyguladığı dışlayıcı, yok sayıcı politikaları sonucunda köy boşaltmalar, 5-6 Eylül olayları ilk akla gelenler olsa da, devlet eliyle yapılmış birçok katliam ve siyasi cinayet bu hareketin siyasi çizgisinden daha çok uğradığı zulmü görünür kılıyor.
Bu yazıda nereye varmak istiyorum. Pandemiyle birlikte kapitalizmin krizi derinleşirken, işçi sınıfının dünyada ve Türkiye’de daha fazla sessiz devam etmeyeceği bir dönem yaşayacağız. Ekonomik temelli hak arayışları artacakken bu taleplerle yetinmeyecek başka arayışlara girecek olan işçi sınıfına eski nakaratların tekrar edilmesi, bu dönemin geçici bir dönem olduğu yanılgısı, hala kimliklerin, cinsiyetlerin solun siyasetini belirlemesi yok edici bir etkiye neden olacaktır.
Meclis odaklı, kimlik, cinsiyet, popülizm, solun ve sendikaların geçmişte bırakması gereken yanlışları olarak kalmalı. Gereken dersleri bugün işçi sınıfı iş yerlerindeki direnişleri ile veriyor. Sendikalardan bir iki adım önde olduklarını gösteriyorlar. Eskide kalan sınıf siyaseti değil işte tam da kimlik vb. siyasetler.
Sol siyaset de bir öncelik sıralaması yapacak ise, başa işçi sınıfının çıkarlarını yazmak zorunda. İşçi sınıfının bugün hatırlattıkları budur. Bugün iş yerlerinde haklarını talep eden işçiler yarın başka bir dünya talebinde bulunacak. Barış için de, eşit yurttaşlık için de, özgürlük için de o dünyaya ihtiyacımız var.