Ekonomik koşullar vatandaşların yanı sıra emekçi sınıfları da olumsuz etkiliyor. Nuray Sancar, bu süreçte emekçilerin grevlerini, kararlılığını ve tek adam rejimine karşı duruşlarını kaleme aldı.
Turuncu üniformalarıyla ana caddelerde konvoy oluşturan
Trendyol işçileri 2022’nin emek fırtınasının simgesi haline gelmiş görünüyor. Fabrika ve işletmelerin sınırları içinde yaptıkları grev, eylem ve direnişler ancak emek mücadelesini önemseyen partilerin, emek çalışması yapan ve istatistik tutan kurum ve akademisyenlerin ilgi alanına girebilen sınıf, internet alışverişlerinin kapıdaki muhataplarının renkli eylemleri sayesinde ve peşi sıra, popüler bir dikkatin konusu oluverdi.
Bir ay içinde 50’den fazla grev, iş bırakma, direniş ve eylem gerçekleşti. Üstelik bu süreç henüz kapanmadı ve bu yazı yazılırken Gaziantep’te iki halı fabrikasında daha işçilerin iş bıraktığı haberi ulaştı. Grevler yayılabilir. Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2019 için hazırladığı raporda gün başına 3 eylem yaptığı tespit edilen emekçilerin 2020’de ise günde dört eyleme (Toplam 706) ulaştığı göz önüne alınırsa, işçiyi birbirinden etkilenerek eyleme sürükleyen birikimin bir çırpıda oluşmadığı söylenebilir.
Kurye eylemleri de bunun dışında değil. Yemek Sepeti, Banabi ve Vale işçileri 2020-21 arasında yılında Nakliyat İş’te örgütlenmeye başlamışlar
[1] ancak işveren, işletmenin statüsünü taşımacılıktan “Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar” işkolu olarak değiştirmek suretiyle
sendikanın üyeliğini düşürmüştü. İşçiler bu işveren numarasını bir yere kaydettiler elbette. Hıncı bir yıl sürdü. 2021’in Eylül ayında Yunanistan’da caddeye (sokağa) çıkan kuryeler
[2] Yemek Sepeti’ne dayanışma mesajı iletirken buradaki kuryelerin neler yaşadığından, sendikalaşmalarının önündeki sorunlardan, emeklerinin karşılığını alamadıklarından ve esnaf kurye
[3] statüsü altında çalışmanın bedellerinden kamuoyunun pek haberi yoktu.
Bu süreçte övünerek ilan edilen büyüme rakamlarından işçiler paylarına düşeni alamadılar. Mesela Trendyol’un yüzde 600 büyüdüğü iddia ediliyordu ki pandemi bu dağıtım firmalarını epey kalkındırmıştı. İşçiler içinse işler kötü gitti.
Grev fırtınası aslında Sivas Divriği’de kurulu Oyak Erdemir’e bağlı Ermaden’in alt taşeronu Çiftaş şirketine çalışan işçiler tarafından başlatıldı. Kış ortasında -10 derecede direnerek ücretlerine zam yapılmasını talep eden maden işçilerini Dilovası’ndaki Farplas fabrikası işçileri takip etti; halaylarla, şenliklerle iş bırakan işçiler ücret zammı ve örgütlenme hakkını kullanmak istiyorlardı. Gelgelelim işverenin müdahaleye çağırdığı güvenlik kuvvetleri tarafından fabrika basıldı ve o sırada çatıya çıkan işçilerden 150’si zorla indirilerek gözaltına alındı. İstanbul’da kar altında direnen bir başka işyeri daha vardı, tarihinde grev ve iş bırakma kaydı pek olmayan BBC emekçileri de grevdeydi.
Farplas işçileri tıpkı Yemek Sepeti işçileri gibi işveren oyununa getirilmişlerdi. Taşeron işçisi olduklarını bilmiyorlardı. Evrensel’de Serpil İlgün’le konuşan işçilerden biri şöyle anlatıyor: “Çünkü işe giriş kartlarımızda, kıyafetlerimizde Farplas yazıyor. Bordromuz Farplas tarafından düzenleniyor. Taşeronların çoğunda yetki belgesi almıştı sendika. Bu defa taşeronları iflas gösterdiler, yeni taşeronlar oluşturdular, mevcut çalışanları o taşeronlara aktardılar, şimdi sendikanın yetki belgesini düşürmeye çalışıyorlar.”
[4]
Ocak-Şubat ayında peş peşe iş bırakanlar arasında çorap işçileri, tekstil, metal, maden, gıda kargo, depo, plastik, deri, Migros, halı-dokuma, sağlık, nakliye gibi oldukça geniş skalaya yayılan emek sektörlerindeki işçiler yer alıyor. Grevlerin ilk nedeni geçim sıkıntısı ve yoksulluksa diğer nedeni gündelik hayat içinde sürekli aşağılanmış hissetmeleri, mobinge maruz kalmaları.
BARDAK DOLARKEN
Türkiye kapitalizminin 2018’deki krizinin faturasını, o zamanki Bakan Albayrak’ın sunduğu Orta Vadeli Ekonomik Programın içeriği doğrultusunda ağır koşullarda ödemeye çalışan işçi sınıfı pandemiyle birlikte yeni bir kıskacın içine itildi. Hastalığın yayıldığı işletmelerde ücretsiz/ücretli izne çıkarılan, siparişler ve tedarik süreci gerektirdiğinde sağlık önlemleri alınmadan çalıştırılan, kendilerinden durmadan fedakârlık beklenen işçilerin büyük bir çoğunluğunun reel ücretleri hızla erimeye başladı. Pandeminin ilk yılında açıklanan ekonomik programda ise büyük tekellerin vergi borçları silinmiş ya da yeniden yapılandırılmış, bolca teşvik verilmiş ama işçiye sadece kolonya ve dua tavsiye edilmişti.
İşçinin ‘ahlaksızlık yaptığı’ gerekçesi ile veya hırsızlıktan işten atılabileceğini buyuran, bu nedenlerden atılan işçilerin kıdem tazminatlarını gasp eden ve başka bir işe girmelerini engelleyen Kod 29 ve 49 gibi iki yasa maddesine dayanarak yapılan tensikatlarda çok sayıda insan işsiz kaldı. Türkiye’deki işsiz sayısı çalışabilen nüfusun yüzde 25’ini aştı.
Eve gönderilen ofis çalışanları ise pandemi koşullarında esnek çalışmanın denekleri olarak muamele gördüler. Böylece oldukça ucuzlayan istihdam maliyeti, bir kısım işveren açısından esnek çalışmayı yerleşik bir uygulamaya dönüştürmek için bir vesile haline gelebildi. MÜSİAD’ın 5 yerde kurmayı planladığı ve inşaatına başladığı çalışma kampları bu sürecin distopik sonuçlarından biri olarak kaydedilebilir. Fabrika ile konutların aynı getto içinde düşünüldüğü bir kamp mimarisi içinde, pandeminin olağanüstü koşullarında denenen ve mesela işçileri kampa alan Dardenel örneğinde de karlı olduğu görülen, yöntemin kalıcılaştırılması anlamına geliyordu bu.
Bu süreçte övünerek ilan edilen büyüme rakamlarından işçiler paylarına düşeni alamadılar. Mesela Trendyol’un yüzde 600 büyüdüğü iddia ediliyordu ki pandemi bu dağıtım firmalarını epey kalkındırmıştı. İşçiler içinse işler kötü gitti.
2021 sonbaharında Çin modeliyken Türk modeline çevrilen ismiyle ‘yeni ekonomi politika’ Türkiye’nin ucuz emek cenneti haline gelmesini öngörüyor. Bir AKP’li yetkilinin bir şey deniyoruz dediği bu süreçte, tek adam rejimi yönetiminin isabetsiz kararları sayesinde lira karşısında hızla değer kazanan dolar üzerinden yapılan organize vurgun sayesinde sıradan emekçinin cebinde kalan da yağmalanmış bulunuyor. Çünkü ücretler buna bağlı olarak düştü. Biraz yüksekçe belirlenen asgari ücret ise anında eridi.
Emek fırtınasını büyük ölçüde bu gelişmeler tetikledi. Ama bu eylemlerin bize anlattığı başka şeyler de var. Bunun en önemlisi sınıf hareketinin sendikaların veya ana muhalefetin ilgisine mazhar olamaması ama arkasında büyük bir kamuoyu desteğinin ortaya çıkmasıdır. Ayrıca;
Birincisi; Aralıkta üç büyük metal sendikası gece yarısı imzaladıkları toplu sözleşmeyi işçiye dayatmış oldular ve işçiler o günden bu yana ek protokol yapılmasını talebini ileri sürüyorlar. Bu sendikalar ile işçiler arasındaki farklılaşmanın göstergesidir ve sendika aristokrasisi işçi eğilimlerine kulak vermemiştir.
Kesin olan bir şey var ki o da grevlerin iktidarın ‘sakın ha’larına, ana muhalefetin ‘sandığı bekleyin’ talimatına, sendikalara vb. ‘rağmen’ yapılmış olmasıdır. O yüzden işçilerin talepleri sadece ekonomik içerikli olarak anlaşılamaz.
Birçok işyerinde grevin sendikalarına rağmen kendiliğinden örgütlenmesi de bunu gösterir. Bazı grevler ise sendikal örgütlenmeye giden işçilere baskı uygulanması veya işten atılmaları nedeniyle patladı. Bu durum işçi sınıfının kurulu örgütlerle bir derdinin olduğunu ama örgütlenme ihtiyacının da yakıcı hale geldiğini gösteriyor. Önümüzdeki süreç ya yeni ve direngen sendikalara alan açacak ya da mevcutların bir kısmını aşağıdan terbiye edecek gibi görünüyor.
İkincisi; Gösteri ve eylemleri tehdit ve baskıyla terörize etmeye çalışan iktidara rağmen emekçiler sokak kavramını iktidarın ve ana muhalefetin çalışmadığı yerden yeniden şekillendirdiler. Kuryelerin zaten bir işyeri olarak kullandıkları caddelerdeki boy gösterisi, işçiler için fabrika bahçeleri ve çatıları, toplanılan meydanlar meşru müdafaa alanını sokakta kurmuş oldu. Buna elbette ardı ardına ortaya çıkan fatura eylem ve yürüyüşlerini, faturaların belirdiği dükkân camlarını, şiddetli yağmura rağmen beyaz grevin sürdüğü hastane bahçeleri, kantinleri ve yürüyüş güzergahları eklenebilir. Hareket sosyal medya siteleri dahil her mekânı sokağa çevirmeyi başardı.
Eylemlerin bir kısmı kazanımla sonuçlandı. İlk kazanımlar birlikte ve birlik olunca kazanılabileceğini gösterdiğinden işçiler için bir cesaret kaynağıdır. İşçilerin haklarını vermediği ve üstelik bazılarını işten attığı için kamuoyunun tepkisini çeken ve boykota maruz kalan Migros ve taşeron şirketi kamuoyuna bir açıklama yapmak zorunda bırakan gelişmeler bu toplam cesaretten kaynaklanmıştır.
Peki ne olur; kuşkusuz bunu zaman gösterir. Yakın tarihimizde irili ufaklı birçok işçi direnişi yaşandı ve yaşanıyor. 2010 Tekel Direnişi, 2015 Metal fırtınanın yanına 2022 grevlerinin ekleneceği de kesin. Marx ‘Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’ adlı eserinde 19. Yüzyılın proletarya eylemleri konusunda şöyle der: “(İşçiler) yeni baştan başlamak üzere daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler. Kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: Hic Rhodus, Hic Salta!..
[5]”
[6] Bunu bugünkü eylemler için de tercüme edebiliriz…. Gül burada, haydi danset ya da İşte Halep işte arşın! Bizdeki işçi eylemleri de pek farkı seyretmiyor aslında
Sonuç olarak şu söylenebilir; kesin olan bir şey var ki o da grevlerin iktidarın ‘sakın ha’larına, ana muhalefetin ‘sandığı bekleyin’ talimatına, sendikalara vb. ‘rağmen’ yapılmış olmasıdır. O yüzden işçilerin talepleri sadece ekonomik içerikli olarak anlaşılamaz. İşçiler yasakları dinlemeyerek siyaset kanallarını zorladılar. Tek adam rejiminin meşruiyetinin aşınmasında kayda değer bir rol oynadılar. Çünkü eylem alanındaki birlik hali, şimdiye kadarki kutuplaşma durumunu da önemsizleştirdi.
Sonraki sahne: Gül ve dans.
---
[1]https://odatv4.com/guncel/bu-kez-yemek-haberi-degil-12012139-199920
[2]https://haber.sol.org.tr/haber/yunanistanda-binlerce-motokurye-eylemde-yemek-sepeti-iscilerini-de-unutmadilar-314294
[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-60235440
[4] https://www.evrensel.net/haber/454868/farplas-iscileri-bizi-aclik-yokluk-sefalet-kiskirtti
[5] Ezop’un masalında geçen “İşte Rodos, hadi atla” anlamındaki Latince söz öbeği. Marx bunu “burada ve şimdi ne yapabileceğini göster” anlamında kullanır (edt. Notu)
[6] Karl Marx, agy, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları,, 1. Baskı, s. 18