İntihar süreci

Abone Ol
PPK’nın politika faizini beklentinin üzerinde indirmesi ve Türkiye’nin ana ticaret ortakları ve finansman kaynaklarının da bulunduğu 10 ülke büyükelçisinin istenmeyen kişi ilan edilmesi krizlerini yaşadık. Son kriz yatışıyor ve büyük ihtimalle sonlanacak.
Fakat bir sonraki şoku ne zaman ve ne şiddetle yaşayacağımıza dair endişe içerisine düştük. Unutmadan söyleyeyim; bu son dönemin ismi de ‘İntihar Süreci’, yani Erdoğan ve AKP’nin siyaseten bizlere veda edecekleri dönem.
Mart 2018’de başlayan iktisadi buhranın Mart 2020’de geçtiğimiz 2. perdesinin yeni bir aşamasındayız. Bu perdenin ilk aşamasında, örtülü bir şekilde döviz rezervlerini satan, Berat Albayrak başrolü oynamaktaydı. ‘Aşırılıklar Çağı’ ismini verdiğim bu aşama Albayrak’ın bir şekilde görevi bırakmasıyla sona ermişti. Ardından olağan politikalar uygulanınca döviz kurları sakinleşmiş, yastık altına kaçış durmuş ve hatta yurt dışından hatırı sayılır sermaye girişi olmuştu. Yani kısa süreli ‘Lale Devri’ yaşanmıştı. Naci Ağbal’ın aniden görevden alınmasıyla, neticesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etkisinin belirmesiyle, bu dönem geride kalmış; Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan çıpa rolünü üstlenmiş ve en korktuklarımız ‘Makul Dönem’ boyunca gerçekleşmemişti. KENDİ TOPUĞUNA SIKMAK TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun Eylül ayı başında çekirdek enflasyon vurgusu ile bu dönemi de geride bıraktık ve ardından çeşitli nedenlerle 3 PPK üyesinin görevden alınmasıyla beklenmedik şoklar yaşamaya başladık. Bu dönem içerisinde PPK’nın politika faizini beklentinin üzerinde indirmesi ve Türkiye’nin ana ticaret ortakları ve finansman kaynaklarının da bulunduğu 10 ülke büyükelçisinin istenmeyen kişi ilan edilmesi krizlerini yaşadık. Son kriz yatışıyor ve büyük ihtimalle sonlanacak. Fakat bir sonraki şoku ne zaman ve ne şiddetle yaşayacağımıza dair endişe içerisine düştük. Unutmadan söyleyeyim; bu son dönemin ismi de ‘İntihar Süreci’, yani Erdoğan ve AKP’nin siyaseten bizlere veda edecekleri dönem. Türkiye’de sadece ekonomi politikası değil, teknik özen gerektirsin veya gerektirmesin tüm politikaların gizli veya açık önceliğinin mevcut rejimin devamı üzerine kurgulandığını uzun süredir çokça deneyim sonucunda kesin bir şekilde öğrendik. Buna rağmen ‘intihar süreci’ ismini verdiğim bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere karar alıcıların tercihleri rejimin ömrünün tükenmesini hızlandırıyor. Yani amaçlananın tam tersi bir sonuç veriyor. Bazıları bu durumu bizim henüz öngöremediğimiz ve Haziran 2015 sonrasında olduğu gibi tüm hesapları değiştirecek büyük bir planın parçası olarak görüyor. Ancak, ben kesinlikle bu görüşte değilim. Her ne kadar Saray çevresinden bilgi alabilecek bir pozisyonum ve çevrem olmasa da, yani bilgi yerine tahminlerle yola çıkmanın sebep olabileceği yanılmalar olağan olsa da bu tercihlerin hatalı tespit ve öngörüler neticesinde gerçekleştiğini düşünüyorum. PPK KARARI VE 10 BÜYÜKELÇİ KRİZİ Son 2 ayda politika faizindeki toplam 300 baz puanlık indirim sonucunda kredi kanallarında açılma bekleniyordu. Fakat bu sürede 10 yıl vadeli devlet tahvili getirilerinin %17’den %20’ye çıktığını gördük. Ötesi özel bankalar kredi vermekte yine tereddüt ettiler ve kamu bankalarının sermaye yeterlilik düzeylerinden ötürü ellerindeki alan oldukça sınırlı. Yani deneyerek 2018 veya 2020 yıldaki koşullarda olmadıklarını gördüler. Dahası bu indirimin iş dünyasından destek alması beklenirken; oldukça gecikmeli, kimisi ürkekçe ve bazısında tekzip dahi olmak üzere TOBB, İTO ve İSO başkanları olumsuz görüş beyan ettiler. Yani bu faiz indirimleri ya ekonomideki öngörü hatasıyla alındı ya da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, bürokrasinin başında hala Erdoğan’ın kendisinin olduğunu kanıtlama çabası sonucu yapıldı. Benzer bir durumu 10 büyükelçi krizinde de görebiliriz. Ya ilk planda kötü ekonomik gidişatı örtmek amacıyla Batı ile ilişkileri gererek yapay bir bahane bulunup toplumsal destek korunmak istendi ya da Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş bulundukları cezaevi hücrelerindeki varlıklarıyla dahi Erdoğan’a yarattıkları tehdit nedeniyle panik atak yaşandı. Bu vakada da Dışişleri Bakanlığı personellerinin girişimi ve söz konusu 10 ülkenin olası bir krizin sorumluluğunun kendilerine kalmasını istememeleri nedeniyle uzlaşmaya varıldı. Özetle, ilk bakışta Erdoğan hiç olmadığı kadar partisine ve devlete hâkim konumda; kararları istediği gibi alabiliyor ve sonuçlarını doğru öngörsün öngörmesin ısrarcı olabiliyor. Bu eğer bir politik strateji ise kesinlikle onun lehine sonuç vermiyor. Eğer Erdoğan’ın düşen toplumsal desteği ve iddia edildiği gibi zayıflayan sağlığına karşı psikolojik bir tepkiyse düşüşünü daha da hızlandırıyor. Her iki ihtimalde de Erdoğan ve AKP siyaseten intihar ediyor. Peki, bu süreç ne zamana kadar sürecek? Bir ihtimal bu çabaların düşüşü hızlandırdığı görülecek ve tam tersi istikamette yumuşama ve uzlaşma dönemine girilecek. Böylece Erdoğan ve mevcut AKP sonrası dönem için ellerinde daha fazla pazarlık gücü varken yetki paylaşımını kabul edecekler. Diğer bir ihtimalse sonuna kadar böyle gidecekler ve iktidarın devri sürecinde ülkeyi germeye ve halkı yoksullaştırmaya devam edecekler. İkincisi bugüne kadar hep uygulanan oldu, ilkiyse hiç uygulanmadı ama kendileri adına artık tek makul seçenek kaldı.