Loading...
İnternet gazetecilerinin sevinci gölgede kalmasın
Yeni dezenformasyon yasası basın kartı gibi düzenlemelerle görünürde olumlu olsa da öyle değil. Bunun yanında dezenformasyonu tanımlayıp suç haline getiren tartışmalı 29. maddesi de düşünceyi ifade hürriyetine aykırılık teşkil ediyor. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan yazdı.
Bu yazıda, 4 Ekim 2022 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanan ve tam adı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” olan torba yasa konusundaki değerlendirme ve eleştirilerimi aktarmaya çalışacağım.
Bu yasa teklifinin ilk kısmı internet medyasına yasal çerçeve sunuyor. Bu konuda daha önce defalarca yazdım, katıldığım her platformda internet medyasının yasal çerçeveye kavuşması gerektiğini ifade ettim. Hatta, Üsküdar İletişim’in dış paydaşlarından Uluslararası İnternet Gazeteciliği ve Gazetecileri Derneği (UİGAD) ile birçok toplantı yaptık, bir yasa teklifi bile hazırlamıştık. Her ne kadar bizim teklifimiz ile mevcut teklif arasında bariz farklılıklar olsa da internet medyasının basın kanunu kapsamına alınmasını olumlu buluyorum.
İnternet medyasında çalışan gazetecilerin basın kartı alabilecek duruma gelmeleri de olumlu, ancak kimlere basın kartı verileceği konusunda neredeyse tüm yetkilerin İletişim Başkanlığı’na verilmesini sorunlu görüyorum. İletişim Başkanlığı maalesef basın kartı vermeye başladığı 2018 yılından bu yana hiç iyi bir sınav vermedi. 2021 yılında CİMER üzerinden sorulan bir soruya cevap olarak tam 1371 gazetecinin basın kartını yenilemediğini açıklamıştı. Bu yasa çıktığında değişen ne olacak? Hiçbir şey olmayacak, İletişim Başkanlığı şimdiye kadar nasıl yaptıysa öyle yapmaya devam edecek. Eğer basın kartı komisyonunda gazetecilik meslek örgütleri çoğunlukta olursa mevcut sorunlar da kolaylıkla çözüme kavuşabilir ve basın kartları meselesi tartışma konusu olmaktan çıkabilir. Yani çözüm hiç de zor değil, yeter ki iyi niyet olsun.
Yasa teklifinin 22. maddesi internet medyasının resmi ilan ve reklamlardan yararlanmasını öngörüyor. Teorik olarak bakıldığında olumlu görünebilir ancak pratikte şöyle bir sorun var. Türkiye’de resmi ilân pastasının büyüklüğü belli. TÜİK tarafından açıklanan istatistiki bilgilere göre 2021 yılında 612 milyon liralık resmi ilan ve reklam yayımlanmış. Bu ilan ve reklam pastası mevcut durumda yaklaşık 1000 basılı gazeteye dağıtılırken internet medyasının da eklenmesiyle bu sayı en az 3-4 katına ulaşacak. Böylece her bir haber mecrasına düşecek pay da doğal olarak azalacak. Bu durumda, en önemli gelir kaynağı resmi ilanlar olan yerel gazetelerin yaşamalarının daha da zorlaşacağını öngörmek hiç de zor değil.
YANILTICI BİLGİYİ YAYMA SUÇU
Bu yasa teklifinin en tartışmalı maddesi kuşkusuz 29. maddedir. Bu maddede “yanıltıcı bilgiyi yayma suçu” diye yeni bir suç tanımlanıyor ve bu suçu işleyenlere hapis cezaları getiriliyor. Madde şöyle: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle; ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Sanıldığı gibi bu madde sadece eleştirel gazetecilik üzerinde bir tehdit değil. Hemen her meslek grubunda resmî açıklamalarla çelişen her açıklamayı potansiyel suç konusu haline getiriyor. Örneğin, Türkiye Avrupa’nın plastik çöplüğü olmuş diye bir haber yapar ve bu haber için bir çevre mühendisliği hocasından görüş alırsanız, bu haber resmî açıklamalarla çelişebilir. Neden? Çünkü Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a göre bu iddialar asılsız. Yani dezenformasyon yapılıyor. Ya da TÜİK’in enflasyon rakamları ENAG’ın rakamlarından farklıysa ne olacak? Elbette ENAG’ınki asılsız denecek ve haber yapılması bile suç haline gelebilecek. Bu yasa teklifi yasalaşırsa İletişim Başkanlığı adeta George Orwell’in 1984 romanındaki Gerçek Bakanlığı’nın işlevini görecek. Halihazırda biliyorsunuz geçen ağustos ayında bu başkanlık altında Dezenformasyonla Mücadele Merkezi oluşturulmuştu bile.
Yasa teklifinde başka tehlikeli maddeler de var ama sanırım bu yazı için bu kadarı yeterli. Kısaca tekrarlamak gerekirse, yasa teklifinde internet medyasının sevincini gölgede bırakan çok sayıda olumsuz düzenleme var. Yasa yapıcılar kamu yararını ön plana alıp herkes için doğru olanı yapmalıdır. Benim önerim, yasa teklifinin sadece internet medyasına yasal çerçeve sunacak şekilde yeniden düzenlenmesi, dezenformasyonla mücadele meselesinin doğrulama platformları gibi sivil oluşumlara bırakılmasıdır. Bu yasa teklifindeki dezenformasyonla mücadele meselesini desteklemek için, bakınız Amerika’da da var, Almanya’da da var, Fransa’da var tarzı açıklamaları iki nedenden problemli görüyorum. Birincisi, var denilen düzenlemelerin hiçbiri 29. maddedeki gibi bir tanımlama yapmıyor. Daha çok yabancı devletlerin özellikle seçimlere yönelik dezenformasyon faaliyetleriyle mücadeleye ilişkin hükümler yer alıyor. İkincisi, bu düzenlemeler ilgili ülkelerin kamuoyları tarafından tartışılmaya devam ediliyor. Yani çok iyi oldu bu düzenlemeler diyen de yok.
Medya alanında yapılacak bir yasal düzenlemenin demokratik toplumun gereklerini dikkate alması gerekir. Düzenleme öncelikle halkın bilgi ve haber alma hakkını güvenceye alacak şekilde olmalı. Böyle bir bakış açısı ile yasa yapılırsa basın özgürlüğü de zarar görmez. Her kesimden de destek görür. Merak edenler 2004 yılında güncellenen 5187 sayılı Basın Kanunu’na bakabilir. Bakınız 2004 yılında Basın Kanunu Tasarısı Meclis’e sunulduğunda dönemin Devlet Bakanı Beşir Atalay neler söylemiş: “Bakan Atalay tasarıyı sunarken yaptığı konuşmada, iletişim alanındaki kanunların toplumsal hayat için en önemli kanunlar olduğuna dikkat çekti. Basın Kanunu Tasarısı'nın uzun ve titiz bir çalışma ile hazırlandığını kaydeden Atalay, tüm tarafların görüşlerinin alındığını ve azami toplumsal mutabakat arandığını bildirdi. Atalay, böylece tasarının en katılımcı ve demokratik bir ortamda hazırlandığını söyledi.”
Ne güzel değil mi? Peki bugün değişen ne? Neden artık toplumsal mutabakat aranmıyor artık? Neden gazetecilik meslek örgütlerinin, gazetecilik eğitimi veren iletişim fakültelerinin görüşleri alınmıyor? Eleştiri ve öneriler dikkate alınsa daha doğru olmaz mı? Elbette daha doğru olur. Olması gereken de budur.