Hitler’in sekreteri ve Hitler’in tutsağı, hiç konuşmadan, sadece birbirlerine sığınarak, birbirlerinden güç alarak, bilmedikleri bir yerde, beş parasız, sefalet içinde, bilmedikleri bir geleceğe yürüyorlar.
Akla hayale gelmez birkaç tesadüf ard arda yaşanmasaydı bugün muhtemelen hiçbirimiz Traudl Junge adında bir insanın bu dünyadan geçip gittiğini bilmeyecektik.
Öyle bir insan var mıydı yok muydu, yakınları dışında kimsenin umuru olmayacaktı.
Ama işte bazen insan kendi hayatını biricikleştirebiliyor, Traudl Junge de biraz farkında çokça da farkında olmadan kendi hayatını herkesinkinden başka, unutulmaz bir şekle sokmuş.
Traudl’un dünyaya geldiği 16 Mart 1920’de Münih bir hayli karışık.
Konutun, gıdanın ve yakıtın yetersiz olduğu Bavyera başkentinde, 1918’in Aralık ayında 8 bin olan işsiz sayısı iki ay sonra beş katına çıkmıştır.
Traudl’dan üç sene sonra bir kızı daha olan Max Humps ise ailesini geçindiremeyeceğini anlayınca çareyi ülke dışında çalışmakta bulur.
Max Humps, 1925 yılında Türkiye’ye gelir ve genç cumhuriyette biracı olarak çalışmaya başlar.
İşlerini yoluna koyan Max ailesini İzmir’e getirmeye çalışsa da ikna edemez, ailesiyle arası açılmıştır, zaten sonra kendi de kalmaktan vazgeçer, 1933’te Almanya’ya döner.
Yani eğer ailesini ikna edebilseydi, kızı Traudl’un kaderi de “Hitler’in Sekreteri” olmayacaktı.
Peki, Traudl’u “Hitler’in Sekreteri” olmaya götüren tesadüfler neydi?
Dansçı olmak ister, sınavı da geçer ama bir türlü dansçılıkta ilerleyemez.
Derken Alman Dans Sahnesi’nde dansçı olan kız kardeşi Inge ve Hitler’in özel kalem müdürü Albert Bormann’ın baldızı -Inge’nin sahne arkadaşı- dansçı Beate Eberbach’ın yardımıyla kendini Berlin’de bulur.
“Herhalde, dansçı olmayı arzulamasaydım, belki de asla Hitler’in sekreteri olmayacaktım.”
Dansçı olamaz ama sekreter olarak anlattıkları daha gözaltındayken bile sorgulayanların ilgisini çeker, anılarının yayımlanması için o gün için de çok yüksek olan bir meblağ teklif edilir.
Traudl’u hemen herkesten ayıran iki şey var:
Bir, son âna kadar Hitler’in yanından, o meşhur sığınaktan ayrılmaması ve hemen her şeye şahit olması.
İki, bildiğimizden başka bir Hitler tanıması, onun insani, köpeklerle oynayan, nazik, çöpçatan, yer yer esprili yönünü anlatması.
Traudl’un anlattıkları Hitler’i iyi bir insan mertebesine tabii ki çıkaramaz ama onun nasıl milyonların gözünde böylesine kısa sürede ilahlaştığını anlamamıza yardım eder.
Şöyle diyor anılarının girişinde: “Hitler’in büyüsüne kapılmanın ne kadar kolay olduğunu ve bir katliama neden olan bir adamın hizmetinde bulunmuş olmanın bilinci içinde yaşamanın ne denli güç olduğunu…”
Kurt İni’nde, Berghof’ta neler yaşandığını, Valkyrie’de bomba patladığında nasıl korktuklarını, Rus ordusu Berlin’e dayandığında hâlâ nasıl Hitler’den medet umduklarını anlatıyor.
Traudl Humps olarak girdiği dan Hitler’in maiyetinde çalışan -ve Normandiya Çıkartmasındaki hava bombardımanında ölen- Hans Junge ile evlenerek Traudl Junge adını alırken Führer’in evlenmeleri için nasıl küçük oyunlar ve imalar yaptığından büyük sevecenlikle bahsediyor.
Traudl Junge’nin anılarında köpeğine düşkün, sevgilisine âşık, mazbut bir hayat sürmek isteyen, lükste gözü olmayan, içki sigara içmeyen, et yerine yumurtalı patates yemeyi tercih eden, etrafındakilerin dehasına hayran olup çekim alanında birer uydu halini aldığı bir büyük lider okuyorsunuz.
Anılarda orada olmayan kimsenin bilemeyeceği ayrıntılar yer alıyor; ne yer ne içer, insanlarla nasıl konuşur gibi.
Traudl’un anlattıkları Hitler’i iyi bir insan mertebesine tabii ki çıkaramaz ama onun nasıl milyonların gözünde böylesine kısa sürede ilahlaştığını anlamamıza yardım eder.
Mesela, kendi karargâhında asla çiçek falan olmazken Berghof’u Eva Braun yönettiği için toplantı odasının ortasında güzel bir çiçek aranjmanı yer alıyormuş.
Öğle yemeklerinin aşağı yukarı bir saat sürdüğünü, Hitler’in kusursuz bir müzik kulağı olduğuna inandığını, savaşta olduğu için üniformasını üstünden asla çıkaramayacağını ama konuklarının sivil giyinmesine imrendiğini söylediğini, her yerden gelen doğumgünü hediyelerini ve bağışlarını dağıttığını, ailesi Yahudi çıkan diyetisyeniyle yaşadıklarını bilmiyordum.
Hitler kültünün bugünden bakınca ne kadar anlaşılmaz olduğu Traudl’un şu satırlarında gizli: “Savaştan önce, Hitler yürüyüşe çıktığında, kapılar her gün bir defa açılır ve halk, Hitler’in yolunu keserdi. İsterik kadınlar Hitler’in bastığı taşları toplardı; en aklı başında olanlar bile çıldırmış gibi davranırdı. Bir keresinde, tuğla yüklü bir kamyon, gözü dönmüş bir grup kadın tarafından talan edilmiş, Führer’in ne elinin ne de ayaklarının değdiği tuğlalar elden ele dolaşıp kıymetli birer hatıra olarak oturma odalarında vitrinleri süslemişti.”
Bir yandan toplama kamplarında milyonlar yakılırken her gününü başta Hitler olmak üzere Nazilerin en üst kademesiyle geçiren Traudl Junge, nasıl oluyordu da bu yaşananları görmeyebiliyordu?
Sanırım en büyük sebep, görmekten korkmak, görmemek için asla o yöne bakmamak, başını çevirmemek.
“O zamanlar yaşam, yanımdan sevinçle akıp gidiyordu; ben, engin ormanlardaki göllerin kenarında güneşin tadını çıkarıyordum. Bugün geriye dönüp baktığımda, 1943 yılında dünyada neler olup bittiğine dair hiçbir şey bilmediğimi hatırlıyorum.”
Himmler’in toplama kamplarının modernliğine veya Göring’in hava kuvvetlerinin gücüne dair söylediği bir söz Traudl için yeterliydi, hakikat o insanların ağzından çıkandı ve araştırılmasına gerek yoktu.
Hayat en sonunda hepsini bir sığınağa sıkıştırdığında Hitler vasiyetnamesini yazdırmak için çağırıyor Traudl’u.
Hitler’in “derhal kaçın, uçağa binmek için son şansınız,” önerisini reddederek sığınakta ölümü bekliyor.
Doğumgününden intihara, ardından 1 Mayıs, ertesi gün sığınaktan firar…
İnsan değiştikçe toplum da değişiyor; işte Traudl değişiyor, tuğla kamyonunu yağmalayan kadınlar değişiyor, ama hep iki adım ileri bir adım geri atarak, gene de yaşadıkça mutlaka değişerek ilerliyor hayat.
O iki hafta anılarının kreşendosudur. Kimler geldi, neler konuşuldu, her şeyin yitirildiği anlaşıldığında hiyerarşi berhava olup Eva’yla karşılıklı sigaralar yakıldığında neler konuşuldu…
Tarihin en önemli anlarından birinde, olunabilecek en önemli yerdeymiş Traudl.
Sadece o iki hafta onlarca yaşama bedeldir.
Sığınaktan çıktığında Himmler’in armağanı zehir kapsülü haricindeki her şeyi geride bırakmıştır.
Hiç bilmediği yerlerde yürürken toplama kampından firar etmiş bir adam peyda olur yanında, çizgili tutsak kıyafeti üstündedir.
“O adam ve ben o anda kader yoldaşıydık, ikimiz de Ruslardan korkuyorduk, bu yüzden bir süre yan yana yürüdük. Geçmişimiz üzerine konuşmadık. (…) o tutsağa hiçbir soru sormamıştım. Her şeyden önce, kendime soru sormamıştım.”
Hitler’in sekreteri ve Hitler’in tutsağı, hiç konuşmadan, sadece birbirlerine sığınarak, birbirlerinden güç alarak, bilmedikleri bir yerde, beş parasız, sefalet içinde, bilmedikleri bir geleceğe yürüyorlar.
Hitler, ressam olmak istemişti; Traudl Humps ise dansçı.
Hayat ikisini de hayal dahi edemeyecekleri bir yere götürdü.
“İnsanoğlu yaşarken, öğrenerek değişir,” diyor Traudl Junge.
İnsan değiştikçe toplum da değişiyor; işte Traudl değişiyor, tuğla kamyonunu yağmalayan kadınlar değişiyor, ama hep iki adım ileri bir adım geri atarak, gene de yaşadıkça mutlaka değişerek ilerliyor hayat.
Bunlar da ilginizi çekebilir