İnsan merkezli dünya dağılırken: Yapay zekâ sanatı ve direniş kuvvetleri

Abone Ol
Yapay zekâ tarafından üretilen sanat, insan merkezli dünya görüşü için derin bir ontolojik tehdit oluşturuyor. Sanatsal yaratıcılık ve estetik, modern anlatının insanın üstünlüğü üzerinden inşa ettiği son kalelerden biri ve şu anda bu kalenin de düşüşüne tanıklık ediyoruz. Sanat, insanın kendini ifadesinin ve insan deneyiminin özünü yakalamanın aracısı olma rolüyle on binlerce yıldır hayatımızda. Homo sapiens tarafından yapılan ilk sanat biçimleri en az 40.000 yıl öncesine, Paleolitik döneme dayanıyor. Bu erken sanat biçimleri mağara resimleri, heykeller ve gravürlerden oluşuyor ve ilk insanlar tarafından kömür, kök boyası ve kemik aletler gibi malzemeler kullanılarak yaratılmış. Bu sanat eserleri, atalarımızın yaşamlarına, inançlarına ve kültürlerine dair küçük de olsa bir fikir sahibi olmamızı sağlıyor ve insanın yaratıcılığının ve ifadesinin evriminde çok önemli bir rol oynuyor. Zaman ve teknoloji ilerledikçe, sanat da yeni formlar alarak hem kendi içinde hem de toplumsal düzlemde pek çok inovatif fikre ve uygulamaya imza atıyor. Bugün, sanat dünyasında daha öncekilerden özellikle üreticinin özellikleri açısından ayrışan yeni bir devrimle karşı karşıyayız – “yapay zekâ tarafından üretilen sanat”. Üretilen eserlerin nitelikleri bir yana, başlı başına bu beş kelimelik ibare dahi sanat dünyasında çok uzun ve derin bir tartışmaya neden olmaya yetiyor. Açıkçası, ekseriyetle “Sanat nedir, sanatçı kimdir, ‘makul’ ve ‘makbul’ bir sanatçının özellikleri nelerdir?” soruları üzerinden ilerleyen bu tartışmalar bana pek de anlamlı gelmiyor. Bana göre yapay zekâ sanatı (AI art) ilginç, düşündürücü ve yenilikçi bir yaratıcılık biçimi. Her şeyden önce yapay zekâ sanatı, başlangıcından itibaren, insanların neyin sanat, neyin yaratıcılık, neyin insan zekâsı olduğuna dair temel kabullerini sorgulayarak dahi yaratıcılıkta yeni olanaklar açılmasına neden oluyor. İnsan ve makine arasındaki sınırların bulanıklaştığı, yaratıcılığın tamamen yeni bir boyut kazandığı yapay zekâ sanatının son derece ilginç ve cazip dünyası, yalnızca bu fonksiyonu açısından bile oldukça provokatif ve devrimci… AI sanatına yönelik karmaşık ve çok yönlü itirazlar genel olarak teknolojinin insan yaratıcılığı, kültür ve toplum üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri yansıtıyor. Eleştirilerde başı çeken iddia, yapay zekânın yaratıcılığı ve özgünlüğü üzerine odaklanıyor. Yapay zekâ tarafından üretilen sanatın, algoritmalar ve makineler tarafından üretilmiş olması nedeniyle gerçek yaratıcılıktan ve özgünlükten yoksun olduğu iddia ediliyor.
Yapay zekâ sanatçı açısından ise bir tehdit olmaktan ziyade bir ihtimaller evreninin kapısıdır. Pek çok sanatçı kendi eserlerini AI algoritmaları üzerinden farklı şekillerde yeniden yorumlayarak yeni sanatsal ifade biçimleri üretmeye başladılar.
Bu görüşe göre “gerçek” sanatın benzersiz bir insan bakış açısı ve insan deneyiminin ürünü olması gerekli. Öte yandan yapay zekânın ürettiği sanat zaten insan yaratımı (dolayısıyla insan bakış açısı ve deneyimi tarafından üretilen) eserlerden besleniyor. Bu nedenle benim perspektifimden bu, yersiz bir eleştiri. Ancak bu durumda da eleştirilerin ikinci boyutu devreye giriyor: AI sanatının, sanat eserinin haklarına kimin sahip olduğunu belirlemek söz konusu olduğunda mülkiyet açısından önemli soru işaretleri yarattığı öne sürülüyor. İnsan üretimi olan ve olmayan tüm görsellerden beslenen bir algoritmanın ürettiği eser kime aittir? Sanat eserinin gerçek yaratıcısı makine midir, algoritmayı yazan insanlar mıdır, yoksa bu algoritmayı besleyen veriyi yaratan, insan olan ve olmayan varlıklar mıdır? Bu verilerin kullanılmasından önce veriyi üreten kişilerin rızası alınmalı mıdır? Bu eleştiriye de itiraz ediyorum. Bu perspektiften bakacak olursak insan üretimi olan her eserin de, daha önce gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz ya da bir şekilde deneyimleme fırsatı bulduğumuz tüm sanat eserlerinden derin izler taşıdığı gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Her karşılaşmada duyuşsal, kısa vadeli ve nihayetinde uzun vadeli hafızamıza aldığımız bu eserlerden azade bir üretim yaptığımızı iddia etmek mümkün olabilir mi? Özgünlüğün ölçüsü, sınırı nedir; nerede başlar, nerede sonlanır? Bu sorulara tam ve kesin bir yanıt verebilmenin son derece zor olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu anlamda insan tarafından üretilen sanat ile yapay zekâ sanatı arasında gerçek bir ayrım da göremiyorum.
İnsanın değerleri ve zevkleri doğrultusunda hangi tür sanata ne kadar teveccüh göstereceğine dair değerlendirmeyi yapma yetkisi yalnızca kendisine ait. Bana kalırsa farklı üreticiler eliyle yeni ifade biçimlerinin ve mecralarının ortaya çıkması sanatseverler açısından ancak bir fırsat olarak okunabilir.
Yapay zekâ sanatına sıklıkla getirilen bir diğer eleştiri de makro düzeyde yankı buluyor. Bazıları yapay zekâ sanatının yaygınlaşmasının sanat dünyası ve daha geniş anlamda toplum üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceğini iddia ediyorlar. Yapay zekâ tarafından üretilen sanatın yükselişinin, insan sanatçıların çalışmalarının değerini düşürebileceğini ve benzersiz bir insan ifadesi olarak ortaya çıkan sanata atfedilen önemi azaltabileceğini savunuyorlar. İnsanın değerleri ve zevkleri doğrultusunda hangi tür sanata ne kadar teveccüh göstereceğine dair değerlendirmeyi yapma yetkisi yalnızca kendisine ait. Bana kalırsa farklı üreticiler eliyle yeni ifade biçimlerinin ve mecralarının ortaya çıkması sanatseverler açısından ancak bir fırsat olarak okunabilir. Sanatçı açısından ise bir tehdit olmaktan ziyade bir ihtimaller evreninin kapısıdır. Pek çok sanatçı kendi eserlerini AI algoritmaları üzerinden farklı şekillerde yeniden yorumlayarak yeni sanatsal ifade biçimleri üretmeye başladılar. Büyük bir zevkle takip ettiğim bu sanatçılar, korkutucu bir önermeden yaratıcı bir hikâye, bir tür hibrit ya da trans-sanat üretmeyi başarıyorlar. Bu durum bana sanatta olduğu gibi hayatta da hemen her şeyin bir perspektif meselesi olduğu gerçeğini hatırlatıyor. Gelelim son eleştiri, soru, ya da üstten bakış ifadesine… “Yapay zekâ sanatı asla bir insan tarafından üretilen sanata benzer yoğunlukta duygular uyandıramaz.” Çoğu zaman açık açık ifade edilmese de söylenmek istenenin bu olduğunu anladığım eleştirilerin temelinde, insan yaratıcılığı ve estetik zevkine övgü ve daha da derinde insan merkezli dünya görüşü yatıyor. Bu ihtiyacı anlamakla birlikte, alanda yapılan çalışmaların durumun pek de böyle olmadığını gösterdiğini söylemek zorundayım. Empirical Studies in the Arts dergisinde yayımlanan yakın tarihli bir çalışmada, katılımcılardan insan ve yapay zekâ sanat eserlerini ayırt etmelerini isteniyor. Ankete yanıt veren yüzlerce kişi yapay zekâ tarafından oluşturulan beş peyzaj çalışmasından en az birini doğru bir şekilde sınıflandıramıyor. Kalan dört eserde ise yüzde 75'ten fazlası yanlış tahminde bulunuyor. Yapay zekâ tarafından yaratılmış olup doğru tahminlenen eserler daha ziyade soyut sanat eserlerinden oluşurken, temsili sanat ise daha ziyade insan sanatçılarla eşleştiriliyor. 2023 tarihli 1708 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir diğer araştırmanın sonuçlarına göre ise aynı sanat eserinin, yapay zekâ yapımı olarak etiketlendiğinde insan yapımı olarak etiketlenmiş hâline göre çok daha az tercih edildiği ortaya çıkıyor. Bunun nedeni sorulduğunda ise katılımcılar eseri daha az yaratıcı olarak algıladıklarını ve dolayısıyla daha az hayranlık duyduklarını ifade ediyorlar. Dolayısıyla insan hem bir eserin yapay zekâ tarafından üretilip üretilmediğini anlayabilme konusunda başarısız, hem de yapay zekâ ile üretilen eserleri açık bir önyargı ile değerlendiriyor. Bana göre gösterilen bu direncin nedeni net: Yapay zekâ tarafından üretilen sanat, insan merkezli dünya görüşü için derin bir ontolojik tehdit oluşturuyor. Sanatsal yaratıcılık ve estetik, modern anlatının insanın üstünlüğü üzerinden inşa ettiği son kalelerden biri ve şu anda bu kalenin de düşüşüne tanıklık ediyoruz.