İnovasyon Durağı’nda bu hafta biyoteknoloji var

Abone Ol
Biyoteknolojiye gönül veren gençler, biliminsanları, girişimciler ve yatırımcılardan beklentimiz fazla, çünkü gelecek sağlığa dayalı ekonomide ve biyoteknolojide.

Loading...

Covid-19 salgınıyla beraber biyoteknoloji terimini ne çok duyar olduk değil mi? Özellikle hızlı test ve mRNA aşısı bizi hastalıktan kurtaran biyoteknolojik ürünler olarak belleğimize kazındı. Bu yazımda geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimiz Biyogelecek İnisiyatifinden arkadaşlarımın yaptıklarını size aktararak geleceğe damga vuracağı bugünden belli olan bu alanı sizlere tanıtmak istiyorum. OECD’nin yaptığı tanımla biyoteknoloji mikrobiyoloji, genetik, kimya ve biyokimya alanındaki bilimsel bilgi ve metotları mühendislik uygulamaları ile birleştirerek mikroorganizma, enzim, hayvan ve bitki hücresi gibi biyolojik yapıları dönüştürerek bir ürün ya da hizmet üretmektir. Tüm bu canlı sistemleri ilaç, tanı kiti, gıda, kimyasal bileşik ve yeni tedavi uygulamaları üretmek için kullanılabileceği gibi yeni endüstriyel materyal ya da çevre koruma için gereken bir biyolojik çözüme de ulaşabilir. Bugün kullanılan insülinler ve mRNA aşısı tipik biyoteknolojik ürünler… Hâlen kullanmakta olduğumuz ilaçların yaklaşık üçte biri biyoteknolojik yöntemlerle üretiliyor ve bu oran her geçen gün artıyor. Şimdiye kadar çaresiz olarak tanımlanan pek çok hastalık için kullanılan yenilikçi ilaçların tamamı bu yöntemle elde ediliyor. Biyoteknoloji bilhassa gıda, tarım, hayvan ve insan sağlığı gibi önemli alanlarda sağladığı çözümlerin ötesinde, çok yüksek katma değer yarattığı için de hiç şüphesiz ülke ekonomisi açısından büyük anlam taşıyor. Biyoteknolojiye dayalı sanayimizi hızla geliştirirsek hem bu alanda yurtdışına olan aşırı bağımlılığımızı ortadan kaldırmış, hem de net döviz kazancı sağlamayan, ithalata bağlı geleneksel sanayi yapımızı reforme etmiş oluruz. Fotoğrafta sağ başta yer alan Sena Nomak, RS Research firmasının CEO’su. RS Research Prof. Dr. Rana Sanyal’ın kurucusu olduğu, Türkiye’nin ilk özgün ilaç molekülünü insanlığın hizmetine sunmak üzere olan bir startup. Onları ayrı bir yazıda sizlere tanıtacağım. Sena ile benim aramda Dr. Ramazan Karaduman var. Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik mezunu, doktorasını tamamladıktan sonra uzun yıllar Almanya’da, İzlanda’da çalışmış, sonra Türkiye’de bir ilaç şirketine dönmüş. Şimdi de Whozyme isimli şirketi ile Diagnotech kurucusu moleküler biyolog Ümit Fırat ile birlikte enzim üretmek için kolları sıvamış. Ramazan kardeşime “Tuhaf bir firma ismi bu” sözleriyle serzenişte bulunduğumda ilhamını fanatik bir hayranı olduğu efsane BBC dizisi Dr. Who’dan aldığını söyledi. Pek çok biyoteknolojik üründe olduğu gibi enzimler konusunda da neredeyse tamamen dışa bağımlıyız. Örneğin 200 milyon Covid-19 testi yaptıysak dışarıya en az 200 milyon dolar ödedik demektir. Anlayacağınız enzim deyip geçmeyelim, laboratuvarda veya tanı ve tedavi amaçlı kullanılan her ürün için gerekiyorlar. Mutlaka, bir an önce yerli milliliği lafta bırakmayıp bizim bunları üretmemiz lazım. İthalat, sadece dışa bağımlılığın ötesinde, başka sakıncalar içeriyor. Örneğin sipariş ettiğiniz bir malzeme ancak haftalar sonra elinize ulaşabiliyor. Çin mallarının kalitesi malum, enziminiz ne kadar kaliteli ise aldığınız sonuçlar o kadar mükemmel oluyor. Şimdiye kadar bu işlerde gecikmemizin en önemli sebeplerinden birisi güçlü ithalat lobisi. Umarım yeni iktidar bu sorunların üzerine cesaretle gider. Sol yanımda Dr. Sevgi Salman Ünver var, karşımızdaki Prof. Dr. Işıl Aksan Kurnaz ile beraber “Adım Adım Biyogirişimcilik: Biyoteknoloji Girişimci ve Yatırımcılarına Yol Haritası ve Biyoteknoloji Çağına Hoşgeldiniz” kitaplarının editör ve yazarı. Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik mezunu. Ekosistemde yer alıp ona danışan, destek isteyene elinden geldiğince yardımcı olan herkesin Sevgi Hocası. Biyoteknoloji alanında el vermediği, mentorluk yapmadığı startup ve girişimci sanıyorum yoktur. Böyle insanlarımızın bıkmadan usanmadan gençlere katkı sağlaması çok değerli. Sevgi’nin yanında, masanın başında oturan kişi Ümit Fırat. Ümit üniversiteyi bitirdikten sonra hayatına iş insanı olarak devam etmeyi tercih etmiş. Covid-19 sürecindeki başarılarını takiben şimdi Diagnotech firmasıyla biyoteknolojide öncü bir iş modelini ortaya koyuyor. Bilimsel metodolojiyi içselleştirmiş bir girişimci yatırımcı olarak bir taraftan hepatit, viral enfeksiyonlar gibi hastalıkların tanısında kullanılacak tanı kitleri geliştirip üretirken, bir taraftan da kanser ve Alzheimer tanısı için araştırmalarını derinleştiriyorlar. Esas hedefleri biyoteknolojide tamamen yerlileşme ve millileşmeyi sağlamak olduğu için Whozyme gibi girişimlerin bünyesinde serpilmesine de olanak sağlıyorlar. Böyle yenilikçi yaklaşımlarla işbirliği oluşturmak ne güzel! Diagnotech çalışanlarının pek çoğu pırıl pırıl yeni mezun gençler. Kurumsal proje yöneticisi olarak görev yapan Ezgi Kırmızıgül ise uzun süre Price Waterhouse Cooper’da çalışma deneyimi olan bir işletmeci.
Bugün kullanılan insülinler ve mRNA aşısı tipik biyoteknolojik ürünler… Hâlen kullanmakta olduğumuz ilaçların yaklaşık üçte biri biyoteknolojik yöntemlerle üretiliyor ve bu oran her geçen gün artıyor.
Sağlık ve biyoteknoloji alanındaki startupların kurucuları buluş yapabiliyor ama genellikle daha önce hiç iş kurmamış, şirket yönetmemiş   olduklarından karşılaştıkları yönetim sorunlarının altından kalkmakta zorlanıyorlar. Ezgi gibi birikimli işletmecilerle çalışarak hukuki, mali yönetim sorunlarını minimale indirmek inovasyonda başarıya ulaşmak için de hayati önemde. Ümit’in yanında Işıl Aksan Kurnaz var. Işıl Yeditepe yıllarından, neredeyse 20 yıllık arkadaşım. Her zaman üstün nitelikli bir biliminsanıydı; girişimcilik dahil güncel gelişmeleri hiçbir zaman ihmal etmedi; öğrencilerine rol model oldu. Bu sıralarda çok sevdiği Gebze Teknik Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı gibi önemli bir idari görevi de başarıyla yürütüyor. Kurumu ziyaret ettiğimde üniversiteden her bakımdan çok etkilenmiş, Işıl’ın Müdürü olduğu Biyoteknoloji Enstitüsündeki bilhassa tarımla ilgili çalışmalardan büyülenmiştim. Şimdi onların başarılı biçimde ticarileştiğini öğrendim, kısmen köyde yaşayan ve oralardaki sorunları bilen birisi olarak çok mutlu oldum. Hepimizin geleceği “Akıllı Tarım” diye özetleyebileceğimiz bu çalışmaların başarılı olmasında. Işıl’ın yanında her Sağlıkta İnovasyon veya Dijital Teknolojiler başlıklı konuşmamda örnek gösterdiğim Can Garipoğlu var. Arkadaşlarıyla Axolotl adlı girişimleriyle üç boyutlu biyoyazıcı üretiyorlar. Ne kadar heyecan verici değil mi? Ülkemizdeki bilim ortamının, döviz ve girdi maliyetlerinin, ekonominin içinde bulunduğu sıkıntılar onları da birçok başka firma gibi ihracat ağırlıklı çalışmaya yöneltti. Ben “Sağlıkta Önder Ülke Türkiye” iddiamı destekleyen bu durumlardan sevinç duyuyorum ama Can ve arkadaşları genetiklerinde var olan girişimcilik ruhunun da coşkusuyla ellerindekiyle yetinmiyorlar, şimdi yepyeni ufuklara yelken açıyorlar. Yakında hepimizi tamamen organik, zararsız kozmetik ürünlerle gençleştirip güzelleştirecekler. Can’ın yanında fotoğraftaki diğer arkadaşlarım gibi yaşam öyküsü herkese ilham verebilecek Pınar Akalın yer alıyor. Lisans ve lisansüstü eğitimini ABD’de tamamladıktan sonra doktoraya başlayan Pınar’a çalışma hayatı daha cazip hale gelmiş ve doktorasını yarım bırakmış. ABD’de başladığı iş hayatını 2004’te döndüğü Türkiye’de devam ettirmiş ve 2009’da Sentromer isimli kendi firmasını kurmuş. Bu, temelde bir DNA şirketi. “DNA’nın şirketi mi olur?” demeyin, sentetik DNA üretimi yapıyorlar. Bunlar klonlama, DNA çoğaltılması, CRISPR-CAS gibi temel moleküler biyoloji yöntemlerinde çok kullanılan kısa DNA parçacıkları. Şu anda 900 araştırmacıya ürün veriyorlar. Covid-19 ile beraber tanı alanında gerçek zamanlı PCR ve hızlı tanı kitleri üretmeye başlamışlar. Şimdi değişik solunum yolları virüslerine yönelmişler.
Biyoteknoloji girişimciliğinde, sanayiciliğinde başarılı olmak için bilim temelinde çalışmaya ilave olarak ekstra azim, sabır, birikim, knowhow, ilişki ağı ve kalifiye insan gücü gerekiyor. Yani diğer sanayi dallarından farklı bir alan.
Ayrıca bir veteriner grubuyla TÜBİTAK projesi kapsamında işbirliği yaparak sık görülen kedi köpek hastalıklarının tanısına yönelik kitler geliştirmeye başlamışlar. Pınar bu kadar iş arasında yeniden İTÜ’de doktora yapıyor, neredeyse bitirmek üzere. Pınar’ın sivil toplum örgütlerinde aktif çalışması da örnek teşkil ediyor. Kadın Girişimciler Derneği’nin (KAGİDER) 2011’de Türkiye’nin Gelecek Vaat Eden Kadın Girişimcisi Ödülünü kazandıktan sonra dernekte mentorluk başta birçok görev üstlenmiş, kadın girişimci adaylarına, öğrencilere destek vermiş. Her yıl düzenlenen İstanbul Ekonomi Zirvesi’nin icra kurulu üyesi olması biyoteknolojinin karar vericilerin radarında olmasını sağlıyor. Biyoteknoloji girişimciliğinde, sanayiciliğinde başarılı olmak için bilim temelinde çalışmaya ilave olarak ekstra azim, sabır, birikim, knowhow, ilişki ağı ve kalifiye insan gücü gerekiyor. Yani diğer sanayi dallarından farklı bir alan. Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği (BİYOSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş’ın üstün gayretleri ve Sanayi Bakanlığı ile hükümetin vizyonuyla Tuzla’da büyük bir arazi Biyoteknoloji Organize Sanayi Bölgesi olarak tahsis edildi. Biyoteknoloji Vadisi dediğimiz bu atılımı büyük sevinçle karşılıyor ve bölgenin Türkiye’ye, insanlığa çok ciddi yararları olacağına inanıyorum. Böylelikle biyoteknolojide yerlileşme ve millileşmeyi sağlayarak hem doğrudan dışarıya döviz ödemekten kurtulacağız hem de on yıllardır makus talihimiz olan ithalata bağımlı ve döviz kaybettiren ihracat yerine katma değeri çok yüksek ürünleri ihraç ederek net döviz kazancı elde edeceğiz. Biyoteknolojiye gönül veren gençler, biliminsanları, girişimciler ve yatırımcılardan beklentimiz fazla, çünkü gelecek sağlığa dayalı ekonomide ve biyoteknolojide.