Akşener artık çok da konuşulmuyor. Mansur Yavaş da oyunun gerçek bir aktörü değil. Bu noktada elimizde İmamoğlu - Kılıçdaroğlu ikilisi kalıyor ki, devletin kendisiyle uğraşmasına bakılırsa İmamoğlu iki cephede birden savaşıyor.
Loading...
Ekrem İmamoğlu’nun bayram ziyareti adı altında çıktığı Karadeniz turunun bence siyaseti çok canlandıracak boyutları var. İmamoğlu mücadele ettiği iki cepheye de bir şekilde “ben o kadar da kolay lokma değilim” demeye çalışıyor ve sanırım bunu da başarıyor.
Aylık enflasyon oranının büyük şehirlerde %70’leri geçmeye başladığı, Merkez Bankası’nın döviz kurlarını tutabilmek adına haftada 2-3 milyar dolar rezerv sattığı, 35 yaşın altında hemen herkesin bir şekilde ülkeden nasıl giderim de kendimi kurtarırım diye düşündüğü şu günlerde aslında hepimizin zihninde birbiri ile bağlı iki düşünce ya da soru var. Bunlardan ilki önümüzdeki seçimlerde Erdoğan rejiminin meşru yollar ile iktidar mekanizmasını terk etmek zorunda kalıp kalmayacağı. İkincisi ise eğer mümkünse bunu sağlayacak olan Millet İttifakı adayının kim olacağı.
Türkiye gibi mücadeleci otoriterliğin hızla tüketildiği ve de daha sert bir rejime geçildiği yapılarda iktidarın seçimle değişip değişemeyeceği çok ayrı bir tartışma konusu ama şu an için Türkiye hala bunu yapabilecek bir sisteme sahip görünüyor. Hoş, siyasi tarihinde Haziran-Kasım 2015 tarihleri gibi karanlık bir dönem olan Türkiye için ilerleyen günlerin ne getireceği büyük bir soru işareti ama buna karşın, iktidarın seçim yoluyla devrinin hala mümkün olduğunu düşünebiliriz. O zaman ikinci soru ile baş başa kalıyoruz. Millet İttifakı’nın adayı kim olacak?
Her ne kadar 6’lı masa adaylık kriteri konusunda “seçilecek aday” noktasının altını çok defa çizerek Kemal Kılıçdaroğlu’na “sen en zayıf halkasın” dese de, CHP MYK’sı, parti meclisi, belediye başkanları büyük oranda Kılıçdaroğlu’nu işaret ediyorlar. Elbette bu büyük oranda parti disiplini, gelecek dönemler için sağlam pozisyon almak ve de bir şekilde Kemal Bey’in kendisini doğrudan ve de dolaylı işaret etmesi ile alakalı.
Peki başka kimlerin adı geçiyor; kendini oyunun köşesine yumuşak bir şekilde bırakan Meral Akşener artık çok da konuşulmuyor. Bence hala siyasi olamayan ve de siyasi olur ise ne olacağını da tam bilemediğimiz Mansur Yavaş da oyunun gerçek bir aktörü değil. Bu noktada elimizde bence İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu ikilisi kalıyor ki devletin kendisi ile uğraşmasına bakılırsa İmamoğlu iki cephede birden savaşıyor.
Bu noktada İmamoğlu yaptığı Karadeniz turu ile hem kendi partisine hem de 6’lı masaya birkaç mesajı birden veriyor. Öncelikle Kemal Kılıçdaroğlu’na ben siyaset biliyorum, otobüs üzerine de, gazeteci yanına da yakışıyorum. Benim ne Sunni ile ne de Alevi ile bir derdim var hatta onların da benimle derdi yok diyor. Kısacası benim kumaşım öyle bir kenara atılacak kumaş değil mesajı veriyor. Bu mesajları bir şekilde 6’lı masaya da veriyor ve bunu yaparken de onlara bir gün hem Erdoğan dönemi hem de Kılıçdaroğlu dönemi bitecek ama ben buradayım diyor. Dahası kendisinin “seçilecek aday” kriterine uyduğunu da gösteriyor.
Peki hiç risk almıyor mu? Elbette alıyor. Aday gösterilmeme riski. Ancak bu bir risk değil şu an için, bu Kemal Bey kara verici mekanizmada olduğu sürece var olan bir gerçeklik ve İmamoğlu bu gerçeklik ile yüzleşiyor. Ne olur aday gösterilmez, Kemal Bey aday olur seçimi kazanır ve Cumhurbaşkanı olur, sistemi değiştirir, o zaman İmamoğlu parlamenter sistemde tam bir politik aktöre dönüşür. Ama Kemal bey kazanamazsa işte o zaman İmamoğlu hem CHP’yi hem de geleceği kollarının altına alır.
İmamoğlu’nun Özal-Erdoğan ve belki de biraz Demirel karışımı olan siyasi tavrı kimilerini rahatsız ediyor olabilir. Erdoğan gibi birini, İsveç tipi bir politik aktörle de yenemeyiz.
İmamoğlu hem Erdoğan’a hem de Erdoğan’dan çok ama çok az da olsa ayrılan devlete de mesajlar veriyor. Erdoğan’a diyor ki yüzde 40-60 gibi bir denge oluştu ve sen ne kadar devlet kurumlarına hâkim olursan ol, ne kadar kendine ekonomik-politik bir zümre oluşturursan oluştur, ben seni üçüncü kez yine yenerim. Hatta seni baba ocağın Rize’de bile yenerim, diyor. Peki, İmamoğlu bu hamlesinin ona siyasi yasak getirecek bir operasyon yapılırsa söz konusu süreci hızlandıracağını bilmiyor mu? Elbette biliyor ama bunun için de devlete iki mesaj veriyor. Bir; en az ben de Erdoğan kadar kavgası ve mücadeleciyim. İki; bugün beni bir şekilde tasfiye ederseniz bile ben yarın yine olacağım. Buna örnek vermek için sanıyorum, hem Erdoğan’ı hem de bütün zulümlere karşı hala çok önemli bir siyasi aktör olan Selahattin Demir taşı gösterebiliriz.
Sonuç olarak İmamoğlu’nun Özal-Erdoğan ve belki de biraz Demirel karışımı olan siyasi tavrı kimilerini rahatsız ediyor olabilir. Dahası başkanlık yetkilerini sonuna kadar kullanacak olması, onun da belediyeden başlayarak bir şekilde bir Karadenizli hegemonyası kuracak olması şimdiden kimilerini korkutuyor da olabilir. Ama itiraf edelim, elimizdeki tabloda çok da farklı alternatiflerimiz yok. Dahası Erdoğan gibi birini, İsveç tipi bir politik aktörle de yenemeyiz.
Bence İmamoğlu da bunların farkında ve o yüzden çok akıllı bir hamle ile kafasını kaldırdı. Sanıyorum çok farklı cephelerde mücadele edecek gücü de zamanı da olacak.