Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, resmi temaslarda bulunmak için gittiği Berlin’de, CHP'nin 7’inci Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi yasak istemiyle yargılandığı dava hakkında konuştu.

İmamoğlu, “AK Parti’nin 20 yıllık iktidarında, demokratik normlar yıpratıldı. Hükümet, devlet kaynaklarını kendi adaylarını desteklemek için kullandı, muhalif sesleri susturdu ve yargıyı bir silah gibi kullanarak muhalefeti sindirdi. CHP’nin eski lideri Sayın Kılıçdaroğlu, mahkeme karşısına çıkacak. Bu, kötü bir şaka olmalı. Seçilmiş temsilcileri görevden almak, sadece demokratik bir gerileme değil, Türkiye’nin demokratik mirasına bir ihanettir” dedi.

TBB ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, bir dizi resmi temasta bulunmak üzere Almanya’nın başkenti Berlin’e gitti. İmamoğlu, başkentte ilk olarak, Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Şen’i ziyaret etti. Büyükelçi Şen ile yaklaşık bir saat görüşen İmamoğlu, ardından Berlin Temsilciler Meclisi’ne geçti.

Bir süre görüşmeleri izleyen İmamoğlu, oturum yönetimi tarafından anons edilince, meclis üyelerince alkışlandı. İmamoğlu, Berlin'e Hükümet Eden Belediye Başkanı Kai Wegner ve Berlin Temsilciler Meclisi Başkanı Cornelia Seibeld ile de meclis binasında bir araya geldi.

“Küçük İstanbul”da esnaf ziyaretleri yaptı”

Resmi temaslarının ardından, Berlin’in “Küçük İstanbul” olarak bilinen mahallesi Kreuzberg’e geçen İmamoğlu, gurbetçi vatandaşlar tarafından ilgiyle karşılandı. Vatandaşlarla anı fotoğrafları çektiren İmamoğlu, esnaf ziyaretlerinde bulundu.

İmamoğlu, 1974-1982 yılları arası Batı Almanya Şansölyesi olarak görev yapmış sosyal demokrat politikacı Helmut Schmidt adına kurulan vakıf tarafından Berlin İletişim Müzesi’nde düzenlenen “Adil Bir Demokrasi İçin” konulu etkinlikte konuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün girişimleriyle, 1930’lu yıllardan bu yana uzanan çok partili hayata geçiş sürecinin kısa bir özetini katılımcılarla paylaşan İmamoğlu, şöyle konuştu:

“Hükümet, devlet kaynaklarını kendi adaylarını desteklemek için kullandı”

* Atatürk'ün mesajı, siyasi rekabet için bir davetten daha fazlasıydı. Türkiye'de bir çoğulculuk kültürü inşa etmeye yönelik bir çağrıydı. Çok partili demokrasiye yönelik bu ilk girişim kısa sürse de Türk halkının demokratik özlemleri devam etti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1946'da, Türkiye ilk çok partili seçimlerini gerçekleştirerek, demokrasi yolculuğunda yeni bir sayfa açtı. O tarihten bu yana, Türkiye demokrasisi askeri darbeler, krizler ve pek çok zorlukla karşı karşıya kaldı. Dirençliliği ve uzun tarihiyle birlikte, son yerel seçimlerin getirdiği umutlara rağmen, Türkiye’de demokrasi bir kez daha ciddi bir tehdit altında. AK Parti’nin 20 yıllık iktidarında, demokratik normlar yıpratıldı. Hükümet, devlet kaynaklarını kendi adaylarını desteklemek için kullandı, muhalif sesleri susturdu ve yargıyı bir silah gibi kullanarak muhalefeti sindirdi.

“Bu, kötü bir şaka olmalı!”

* Sadece bu ay, dört seçilmiş belediye başkanı, zayıf ve tartışmalı gerekçelerle görevden alındı. Yerlerine hükümet tarafından atanan kayyumlar getirildi. Geçen hafta, dayanışmamı göstermek için, tecrübeli bir siyasetçi olan Ahmet Türk’ü ziyaret ettim. Üç kez görevden alındı. Ama her seferinde, çok kültürlü bir şehir olan Mardin halkı, onu tekrar seçti. 2016’dan bu yana, yaklaşık 160 seçilmiş belediye başkanı, hükümet tarafından atanan kayyumlarla değiştirildi. Bu, halkın iradesini yok sayan bir eylemdir. İstanbul’da ise belediye, bitmek bilmeyen davalarla sürekli taciz altında. Ben de siyasi haklarımı elimden alabilecek bir davada şahsen yargılanıyorum. CHP’nin eski lideri Sayın Kılıçdaroğlu, mahkeme karşısına çıkacak. Bu, kötü bir şaka olmalı. Seçilmiş temsilcileri görevden almak, sadece demokratik bir gerileme değil, Türkiye’nin demokratik mirasına bir ihanettir.

“Gerçeklerle yüzleşelim”

* Gerçeklerle yüzleşelim; demokrasi, dünya çapında tehdit altında. 2024 yılında, Freedom House Raporu’na göre, küresel özgürlük, üst üste 18. yıl geriledi. Birçok demokrasi zayıflarken, otoriter liderlerin sayısı ve gücü artıyor. Aynı oyun kitabını kullanarak, bu sözde güçlü adamlar, siyasi gücü kişiselleştiriyor, denetim ve dengeleri aşındırıyor, özgür konuşmayı boğuyor ve çeşitliliğe saldırıyor. ‘Yeni vatandaşları’ veya göçmenleri günah keçisi yapmak için, korku ve hoşnutsuzluk silah olarak kullanıyor. Bu topluluklar, genellikle yoksulluktan, savaştan veya iklim felaketlerinden kaçarlar, toplumsal bütünlüğe yönelik tehditler olarak resmedilir. Popülist, milliyetçi ve yabancı düşmanı partiler oylarını artırıyor. Hükümetlerde koalisyon ortağı oluyorlar. Ya da daha kötüsü, ana akım partileri zararlı söylemlerini benimsemeye itiyorlar. Ancak güçlü adamların hızlı cevapları; iklim değişikliği, düzensiz göç veya yoksulluk gibi zamanımızın acil sorunlarını çözmüyor. Tam tersine, bizi bölerek gerçek çözümler bulmayı zorlaştırıyorlar.

“Türk halkı, yerel seçimlerde çok güçlü bir demokratik irade gösterdi”

* Böyle bir ortamda, Türk halkı, bu yıl gerçekleştirilen yerel seçimlerde olağanüstü bir direnç ve çok güçlü bir demokratik irade gösterdi. Her şeye rağmen, muhalefetin sosyal demokrat adayları, üç büyük şehri geri aldı. Şimdi nüfusun yüzde 70'ini ve ulusal ekonominin yüzde 80'ini oluşturan belediyeleri yönetiyorlar. Bu, sadece siyasi bir zafer değildi. Aynı zamanda halkın demokrasiye, adalete ve şeffaflığa olan bağlılığının bir kanıtıydı. Kayırmacılığı, yolsuzluğu ve otoriterliği kesin bir şekilde reddettiler. Son 22 yıldır ilerici seslerin kenara itildiği bir dönemde, korku siyasetini umut siyasetiyle nasıl değiştirdik?

* 2023'teki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde yaşadığımız derin hayal kırıklığı yaratan ağır yenilgiden sonra, işleri nasıl tersine çevirmeyi başardık? CHP, yenilgiden sadece 10 ay sonra yerel seçimlerde nasıl lider parti oldu? 29 Mayıs 2023'te, yenilgimizin ertesi sabahı, ‘Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz; değişmeliyiz’ dedim. Yerel seçimler yaklaşırken, yenilgiyle yüzleşmekten çekinmedik. Bunun yerine, halkın mesajını dinledik ve liderliğimizde, programımızda ve teşkilatımızda büyük değişiklikler yaptık. Ayrıca, İstanbul da dahil olmak üzere, son 5 yılda CHP liderliğindeki yerel yönetimlerin başarısını temel aldık.

“CHP’li Belediyeler, sonuç odaklı demokratik bir alternatif sundu”

* Türkiye’de hükümet, otoriter ve kutuplaştırıcı politikalarla uyguladığı baskıları arttırırken, CHP’li belediyeler, sonuç odaklı demokratik bir alternatif sunmuştur. Özünde, liderlikte iki temel ilkeyi savunduk: Kapsayıcılık ve iyi yönetişim. Son 5 yıldır uygulanan ‘İstanbul modeli’, dışlamanın yerini tanımanın; hoşgörüsüzlüğün yerini saygının ve eşit olmayan kaynak yoğunlaşmasının yerini, adil bir yeniden dağıtımın almasını amaçlamaktadır. İstanbulluların yaşamlarını iyileştirirken, tepeden inmeci bir yaklaşımı reddediyoruz. Açık belediye toplantılarından dijital platformlara, farklı katılımcı mekanizmalar oluşturduk. Şeffaflığa olan bağlılığımız en iyi, ‘Bütçe Senin’ isimli, vatandaşları belediye bütçesinin bir kısmının hazırlanmasına dahil ettiğimiz girişimimizle anlaşılabilir. Yıllarca süren ayrıştırıcı siyaset, toplumlar arasındaki güveni zedeledi.

“Partizan çizgileri aşan ortak bir vizyon inşa ettik”

* Biz, farklı bir yol seçtik: Bölmek yerine birleştirerek, ilerleme için partizan çizgileri aşan ortak bir vizyon inşa ettik. Bunun sonucunda CHP, 3,5 milyondan fazla yeni seçmen kazanmış ve Türkiye genelinde birçok il ve ilçede liderliği kazanmıştır. Ayrıca 48 yıl aradan sonra, Türkiye’nin en büyük partisi olduk. İstanbul ve CHP yönetimindeki diğer şehirlerin vatandaşları, sadece vaatler duymakla kalmadı. Merkezi hükümetin engellemeleri karşısında bile sonuçlar gördüler. Altyapıdan sosyal politikalara, yönetişimin hem vizyoner hem de pratik olabileceğini kanıtladık. Her lira, net bir amaç için harcandı ve vatandaşlar, paralarının tam olarak nereye gittiğini görebildi. Dezavantajlı bölgelere öncelik veren sürdürülebilir ulaşıma, tüm mahalleler için parklara ve yeşil alanlara, uygun fiyatlı hizmetlere, asla yolsuzluğa veya verimsizliğe değil… İyi yönetişim önemlidir. Siyasi aktörler, yetkinlik ve dürüstlükle hareket ettiğinde, vatandaşlar sadece şehirlerine değil, demokrasinin kendisine de yeniden güvenirler.

Devlet Bahçeli: Kudüs'ün fethi yakındır Devlet Bahçeli: Kudüs'ün fethi yakındır

“Seçimlerde kazanılan zaferler, sadece bir başlangıçtır…”

* Seçimlerde kazanılan zaferler, sadece bir başlangıçtır, savaşın sonu değildir. Küresel demokrasi krizini ele almak için, halkı siyasetin merkezine yerleştiren yeni bir vizyona, taze bir dile ve yenilikçi bir liderliğe ihtiyacımız var. Ben bu yaklaşımı, geçmişte siyasette yapıcı bir rol oynayan popülizmin olumlu bir yeniden tanımlaması olan, ‘demokratik halkçılık’ olarak adlandırıyorum. ‘Popülizm’ ya da Türkçesiyle ‘halkçılık’, partim olan CHP’nin altı kurucu ilkesinden biriydi. Bu ilkeyi, halkın iradesine olan bağlılığın bir yansıması olarak benimsedik. Günümüzün bölücü ve otoriter popülizminin aksine, halkçılık; sosyal adalet, eşitlik ve kapsayıcılık temellerine dayanıyordu. Vatandaşları güçlendirmeyi ve ayrılıklar arasında köprü kurmayı amaçlıyordu. Popülizmin mevcut kötü itibarının tersine çevrilmesi ve biz ilerici demokratların bu kelimeye yeniden sahip çıkması ve onu otoriterlik ve demagoji ile eşanlamlı olmaktan kurtarmamız gerekmektedir.

“Otoriterlik, dünya genelinde zemin kazanıyor”

* Otoriterlik, dünya genelinde zemin kazanıyor. Çünkü, giderek daha fazla insan, küreselleşmenin gerisinde bırakıldıklarını, dışlanmaya ve aşırı yoksulluğa terk edildiklerini hissediyor. Biz demokratların, güçlü bir yol haritasına ihtiyacımız var. İlk olarak, eşitliğe öncelik vermeliyiz. Zenginliğin ve teknolojinin birkaç kişinin elinde toplandığı bir çağda, ilerici politikalar ekonomik, sosyal ve teknolojik eşitsizliklerle mücadele etmelidir. Ayrıca hem ulusların içerisindeki hem de uluslararası kurumlardaki temsil eşitsizliklerini ele almalıyız. Eşitlik olmadan demokrasiler, halkların güvenini kaybedecek ve otoriter istikrar vaatlerine yenik düşecektir. İkinci olarak, dayanışmayı güçlendirmeliyiz. Daha önce de belirttiğim üzere, katılımcı yönetişimi benimsememiz gerekiyor. Dayanışma, aynı zamanda iklim değişikliği ve göç gibi küresel sorunlarla mücadele etmek üzere, sınır ötesi koalisyonlar kurmayı da kapsamalıdır.

“Demokratlar olarak, hukukun üstünlüğünü  desteklemeli, temel hak ve özgürlükleri korumalıyız”

* Demokratik değerleri güçlü bir kararlılıkla savunmalıyız. Demokratlar olarak, hukukun üstünlüğünü desteklemeli ve temel hak ve özgürlükleri korumalıyız. Demokrasinin sadece bir yönetim sistemi değil, herkes için bir onur ve fırsat garantisi olmasını sağlamalıyız. Ancak demokratik değerler, tutarlı bir şekilde savunulmalıdır. İstediğimiz gibi seçemeyiz. Bir vakada adaletsizliği kınarken, diğerini görmezden gelemeyiz. İnsan haklarını ve küresel dayanışmayı savunurken, savaş ve çatışmalardan kaçanlara sınırlarımızı kapatıp, diğer ulusları bu yükü tek başlarına taşımak zorunda bırakamayız. Otoriter rejimler, dünyanın her yerinde barış ve istikrarı tehdit ediyor. Ukrayna ve Gazze’deki savaşlar, milyonlarca insanı öldürdü ve yerinden etti.

* Suriyeliler, Ukraynalılar ve diğerleri sığınacak bir yer ararken, İstanbul ön cephede yer aldı. Fakat bu zorluk, İstanbul’un ya da Türkiye’nin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar büyük. İnsanlık trajedilerine aynı derecede tepki vermeli ve saldırganlığın hedefi olanlar için sesimizi yükseltmekten asla çekinmemeliyiz. Aralık ayının ortasında, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın büyük şehirlerinin belediye başkanlarını, çatışma kaynaklarını nasıl ele alabileceğimizi ve herkes için barış ve iş birliğine dayalı daha iyi bir geleceği nasıl inşa edebileceğimizi konuşmak üzere İstanbul’da bir araya getireceğiz.

“Türkiye’nin avrupa’ya yakınlığı coğrafi değil, stratejiktir”

* Tarihin bu kritik yol ayrımında, geçtiğimiz Amerikan seçimlerinin sonuçları, küresel belirsizlik ve demokratik kaygılara yeni bir faktör eklerken, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin iş birliğini geliştirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlığı coğrafi değil, stratejiktir. İş birliğimiz, bölgesel güvenlik ve ekonomik istikrar için elzemdir. Fakat daha fazlasını yapmalıyız. Demokrasi yanlısı güçler olan bizler, demokrasinin güçlendirilmesinde hepimizin payı olduğunu bilerek, birlikte çalışmalıyız. AB ile daha yakın ilişkiler, kesinlikle Türkiye’nin demokratik kurumlarını güçlendirebilir. Fakat bu, tek yönlü bir yardım değildir. AB içerisindeki demokrasinin dirençliliği, özü itibarıyla Türkiye’nin dirençliliğiyle bağlantılıdır. Bir kıta olarak, Avrupa’ya yönelik varoluşsal tehditlerin ele alınması, Türkiye’yi de kapsayan vizyoner bir bakış açısı gerektirmektedir. CHP olarak, Türkiye’yi sürekli Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olarak gördük ve kendimizi Avrupa meselelerinin ve çözümlerinin paydaşı olarak konumladırdık.

Kaynak: ANKA