İletişim Başkanlığı rejimi

Abone Ol
Bireylerin, gerçek olan ile olmayanı ayırmak için dezenformasyonla mücadele araçlarına ihtiyacı olduğu kesin. Dezenformasyonla mücadele araçlarını ortaya koyma iddiası Saray iktidarından geldiğinde ise herkesin aklına gelen klasikleşmiş bir örnek var: Orwell’ın “Hakikat Bakanlığı”.

Loading...

Yangın mevsimini açmış bulunuyoruz. Bu yazı yazılırken Marmaris’te 21 Haziran akşamı başlayan büyük yangın hâlâ devam ediyordu. 2021 yazında yaşadığımız zincirleme yangın faciasından sonra bu yaz farklı bir tablo beklemek, bu iktidar devam ettiği sürece naif bir beklenti olabilir. Bir de mevsimden bağımsız olarak uzun yıllardır aralıksız devam eden başka bir yangın var: İdeolojik yangın. İfade hürriyetini, bilgiye ulaşma çabasını, olguları, kavramları yakıp eriten, eğip büken, çarpıtan, çürüten yangın. Bu iki yangını benim zihnimde bir araya getiren ve bu yazının konusu yapan şey, İletişim Başkanlığı’nın Twitter hesabından 22 Haziran 2022’de yapılan şu paylaşım oldu: “Marmaris’te süren ve devletimizin tüm imkânlarıyla, kurum ve kuruluşlarımızın en üst düzeyde koordinasyonuyla müdahale ettiği yangın üzerinden kamu düzenimizi hedef alan her tür dezenformasyon, provokasyon ve manipülasyona karşı resmi kanalların takip edilmesi önem arzetmektedir.”[1] Ardından Fahrettin Altun aynı gün kendi Twitter hesabında şunları yazdı: “Yangına ilişkin, ilgili bakanlarımız ve diğer resmi kurum ve yetkililer tarafından yapılacak açıklama ve bilgilendirmeler esas alınmalıdır. Sosyal medyadaki dezenformasyon içerikli paylaşımlara itibar edilmemelidir.”[2] İdeolojik yangın ile orman yangınını bir araya getiren ve aslında alıntıladığım paylaşımları belli bir bağlamda anlamlı kılan bir diğer gelişme ise sosyal medyayı sansürleme yasası girişimi. İktidar geleneksel medya araçları üzerinde ezici bir hâkimiyet kurdu. Televizyon kanalları ve basılı gazeteler ya iktidarın zimmetine geçirildi ya da talimatla yayın yapar hale getirildi. Ulusal ölçekte birkaç muhalif veya bağımsız televizyon kanalı ve gazete baskılara karşın habercilik yapabilmek için öyle veya böyle direniyor. Fakat iktidarın enformasyon akışı üzerinde yeterince denetim kuramadığı sosyal medya bu arada etkisini arttırdı ve Reuters Enstitüsü’nün 15 Haziran 2022’de yayınladığı Dijital Haber Raporu’na göre Türkiye’de sosyal medya, birincil haber kaynağı olmak bakımından televizyonu ilk kez geride bıraktı (örneklemin kırsal bölgelerden değil, kentlerden seçilmiş olduğu notuyla).[3] [caption id="attachment_211226" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Reuters[/caption] Sosyal medyanın enformasyon kaynağı olarak etkisinin giderek artmasının iktidarda seçim yaklaşırken endişe yarattığı ortada. Ama meselenin yukarıda bahsettiğim ideolojik yangın çerçevesinde değerlendirildiğinde bu basit faydacı yaklaşımdan daha derin anlamlar içerdiğini söyleyebiliriz. İnternet ve sosyal medyanın yarattığı muazzam enformasyon yağmuru karşısında bireylerin, gerçek olan ile olmayanı ayırmak için dezenformasyonla mücadele araçlarına ihtiyacı olduğu kesin. Dezenformasyonla mücadele araçlarını ortaya koyma iddiası Saray iktidarından geldiğinde ise herkesin aklına gelen klasikleşmiş bir örnek var: Orwell’ın “Hakikat Bakanlığı”.
Krizleri çözme - yönetme kabiliyetinin gerilediği düzeye baktığımızda Saray iktidarının fiilen İletişim Başkanlığı’ndan ibaret bir propaganda balonuna dönüştüğünü söylemek abartı olmaz. İmajlar, sloganlar, dezenformasyon ve hamaset…
Türkiye’de yaşayan birine sansür yasasının işlevinin bir Hakikat Bakanlığı uygulamasını hayata geçirmek olduğunu anlatmaya gerek bile yok. Olguları eğip bükme, enformasyonu hassas bir filtreden geçirme, gerçekliğin tek ölçütünün iktidarın çıkar ve ihtiyaçları olduğu bir hegemonya yaratma çabası. Karşılaştığımız toplumsal sorunları, krizleri çözebilme kabiliyetinin, yönetme kapasitesinin gerilemiş olduğu düzeye baktığımızda Saray iktidarının fiilen İletişim Başkanlığı’ndan ibaret bir propaganda balonuna dönüştüğünü söylemek abartı olmaz. İmajlar, sloganlar, dezenformasyon ve hamaset… ORWELL’IN DİSTOPYASI MI, HUXLEY’NİN DİSTOPYASI MI? Öte yandan bu distopya göndermesinin edebiyatta birlikte anıldığı bir alternatif örneği daha var ki, yakın zamanda dünya genelinde otoriter popülist iktidarların yükseliş trendini o olmadan yerli yerine koyabilmek mümkün değil: Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı. Medya kuramcısı Neil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence eserinin önsözünde bu iki distopya tasarımının kısa bir karşılaştırmasını yapar ve geleceğin Orwell’ın iddia ettiği gibi baskıcı ve her anı gözetleyen iktidarların değil, Huxley’nin tarif ettiği gibi hiçbir şeyi yasaklamayan, aksine insanları sonsuz haz ve enformasyona boğarak gerçekliği seçilemez kılan iktidarların geleceği olacağı iddiasının daha isabetli olduğunu söyler. Cesur Yeni Dünya’da kitapları yasaklamaya gerek yoktur, çünkü kimse kitap okuma gereği duymaz. Bilgiye ulaşmayı engellemek değil, enformasyon yağmuru içinde doğru ile yanlışı ayırt edilemez kılmak yeterlidir. Türkiye’deki tablo ilk bakışta Orwellyen bir distopyaya benzese de, Türkiye dâhil dünya örneklerinde sağ popülizmin yükselişinin ardında Huxley tarzına yakın bir postmodern distopyanın işleyişinin etkisi de görülmelidir. ABD’de Trump iktidarını, Trumpizm etkisini ve aşırı sağı yükselten etkenlerden biri, insanların paylaştığı ortak gerçeklik düzleminin imha olup kavramların, olguların, süreçlerin mutlak bir göreliliğin elinde eriyip gitmesiydi. Gerçeklik denen şeyin söylemden, dilden ve anlatılardan ibaret olduğunu buyuran yaklaşım, her türlü kavramın bağlamsızca sağa sola çekiştirilip keyfi biçimde yeniden tanımlanabilmesine kapı araladı. İklim değişikliği, ekolojik kriz, salgın hastalıklar, liyakat hatta bilimsel faaliyetin kendisi bile tamamen bir kurguya indirgenebildi. Batı’dan yayılan ideolojik rüzgârlar dönüp yine Batı’nın kalbini vurdu ve Trumpizm ABD siyasetinde şimdilik uzun ömürlü görünen bir akıma dönüştü. Hem Amerika hem de Türkiye’de, demokrasi namına tüm demokratik kazanımları yıkmaya çalışan iktidarlar işbaşına geldi. “Ezilenlerin gür sesidir o” diye marşlar besteleten Erdoğan iktidarı, Türkiye tarihinde gelir adaletsizliğinin en fazla derinleştiği, servet transferinin en fazla yoğunlaştığı dönem oldu. İleri demokrasiyi inşa etme propagandası, Türkiye tarihinin en anti-demokratik iktidarıyla neticelendi. Geçtiğimiz Mayıs ayında ABD İç Güvenlik Bakanlığı altında “Dezenformasyon Denetim Kurulu” adı verilen bir birim oluşturuldu. Amacını iç güvenliği tehdit eden dezenformasyonla mücadele olarak duyuran kurul, büyük tartışmalara yol açınca üç hafta sonra askıya alındı. Dezenformasyon ve psikolojik harbi dünyada en yaygın ve güçlü şekilde kullanan devletin dezenformasyonla mücadele iddiasıyla ortaya çıkması ironikti. Benzer şekilde yıllardır maaşlı personeller (troller) istihdam ederek ve kamu kaynaklarından milyonlarca dolar harcayarak sosyal medyada dezenformasyon operasyonları yürüten Saray iktidarının dezenformasyonla mücadele yasası çıkarmak istemesi de aynı ölçüde ironik. Sosyal medyanın ve gelişen enformasyon teknolojisinin bizatihi kendisinin Huxley distopyasını bağrında filizlendirdiğini tartışmak mümkün, bu ayrı bir yazının konusu. Otoriter iktidarların bu potansiyeli istismar ediyor oluşu ise bir vaka. Gerçeğin saklanmasından daha çok tersyüz edilmesi, baş aşağı çevrilmesi, karşıtına dönüştürülmesiyle karşı karşıyayız. Demokrasi namına demokrasinin ortadan kaldırıldığı, yoksulları korumak iddiasıyla zenginlerin daha da zengin edildiği, devleti savunmak adına devletin ayaklar altına alınıp tepelendiği bir dönemdeyiz. Şimdi de dezenformasyonla mücadele kisvesinde insanların haber alma ve haber verme imkânlarının daha da kısıtlanması girişimi önümüzde. İki distopik evrenin kesiştiği yerdeyiz. --- [1] https://twitter.com/iletisim/status/1539361135362813952 [2] https://twitter.com/fahrettinaltun/status/1539433453090897920 [3] https://reutersinstitute.politics.ox.ac.uk/digital-news-report/2022/turkey