Siyasi iktidar için medya, yasama, yürütme, yargının yanında demokrasinin ve demokratik düzenin bir parçası olarak 4. Kuvvet olarak değil tersine ülkeyi yönetmeyi kolaylaştıracak bir araç olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.
Siyasi iktidarın uzunca sürdürdüğü toplum mühendisliğinin ideolojik olarak üç aygıtı olduğunu ifade etmiş ve bunlardan birinin olan “eğitimi”
bir önceki yazıda değerlendirmeye çalışmıştım.
O yazıda da ifade ettiğim gibi diğer iki ideolojik aygıt,
“medya” ve
“diyanet”.
Bu yazıda, medyanın iktidar için nasıl bir işlev taşıdığını tartışmaya gayret edeceğim.
Ancak ondan önce iktidarın toplum mühendisliğinin ne olduğunu ve hedefinin ne ifade etmek isterim.
Siyasi iktidar toplum mühendisliğinin esası kamusal alanı kendi rengine boyamak. Kendisinin içinden geldiği üst kimlik yapmak. Bunun için kamusal alanı bir kültürel kimlik inşa ederek belirliyor. Cumhuriyetin
“Laik/Türk” vatandaşlık prototipi yerini
“Sünni/Türk”’e bırakıyor. Elbette burada Sünnilik de, Türklük de devletin parçası olduğu Cumhur İttifakı ortakları tarafından belirlenen siyasi kriterlere göre tanımlanıyor ve giderek
“ümmetçiliğe” dönüşüyor.
Bu süreç aynı zamanda iktidar/devlet bloku için yeni bir
“makbul vatandaş” tipinin tariflenmesi. Bu tarifin dışında kalanların hepsi
“öteki” ilan edilmekten ve kamusal alandan özel alana doğal olarak kurtulamıyor.
Eğitim sistemi, 2010 sonrasında bu makbul vatandaşı yetiştirmeye soyunmuş durumda.
Bu sadece ilk ve ortaokullarda müfredat değişimi, müdürlerin, okul yöneticilerinin belli bir sendikadan atanması ile olmuyor; benzer bir süreç üniversitelerde de işliyor. Ki devlet üniversitesi olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan rektör ataması bu amacın en açık biçimde ortaya çıkmasıdır.
Gelelim medyaya.
Bu açıdan iktidar bağımsız medya ve gazetecileri değil “devlete” bağlı bir ‘medya’ ve ‘devlet memuru gazeteciler’ istiyor.
***
Medya tartışmasına girmeden hemen şunu ifade edelim; Türkiye’de medya, tarihsel açıdan baktığımızda -az satan, az izlenen ideolojik yayınları saymazsak- evrensel ölçülerde asla bağımsız olmadı.
Medyanın özgür olmadığı kabulü ile başlamak şu açıdan önemli, bu alandaki sorun sadece bu iktidar dönemine ait değil. Bu iktidarın geçmişten farklı olarak var olan göreli özgürlüğün alanın çok daralması ve iktidarın bunu neredeyse ekonomik şiddet, hukuku caydırma ve cezalandırma aracı kullanarak gerçekleştirmesi.
Medya şu anda devlet aygıtları ve araçları dışında AKP/Cumhur İttifakı tabanını konsolide eden en büyük güç.
İktidar 2007 yılından itibaren başta görsel medya olmak üzere, tüm yayın organları üzerinde giderek artan bir denetim sağladı. Satın almalarla başlayan bu süreç sonunda; devlet imkanlarıyla el koymaya ve nihayetinde yine devlet imkanları kullanılarak, satmak zorunda bırakılmaya kadar varan yöntemlerle, medya üzerinde yüzde 95’ten fazla bir kontrol ve denetime sahip oldu.
Şu anda iktidar denetimindeki medya, bir bütün olarak
kapalı devre yayın sistemi gibi çalışarak iktidarın ideolojik aygıtı haline dönüştü.
Bu yapı içinde
görsel medya özel bir yer tutuyor. Çünkü görsel medya, siyasi iktidar tarafından bir
propaganda makinası olarak kullanıyor.
Haber kanalları iktidarın
“hayali gerçekleri”ni topluma anlatırken; eğlence kanalları ise toplumu gerçek sorunlardan uzaklaştırarak başka
“hayali bir gerçekliğin” içine hapsetmeye çalışıyor. Gündüz kuşağındaki programları ve akşam yayınlanan dizilerle de bu olmaktadır. Yine “tarih” dizi altında, tarihsel şahısları mükemmelleştirerek insanüstü bir tarihsel kahramana dönüştürüyorlar. Hepimizin vergileri ile TRT için çekilen bir dizi, takip eden gün ve haftalarda özel kanallarda yayınlanıyor. Ve bu dizilerin de tek amacı gerçekle bağı olmayan
“geçmiş icadı”.
Yine siyasi iktidara ideolojik yakınlıktan ziyade, ontolojik bağlılık kuran ve sayısı 20-25’i bulan
‘gazeteci, yazar, akademisyen ve kanaat önderi’ belli bir sistematik içinde, iktidarın denetiminde bulunan haber kanallarındaki programlara konuk olup, dönüşümlü olarak aynı fikirleri anlatıyorlar.
Haber ve eğlence kanallarından program ve dizilerin anlattıklarının özeti ise;
“Türkiye’de her şey yolunda”, “dünya bizi kıskanıyor” üzerinden
gerçek olmayan bir geçmiş îcâd edilerek onunla övünülüyor.
Bu açıdan, siyasi iktidar için medya, yasama, yürütme, yargının yanında demokrasinin ve demokratik düzenin bir parçası olarak 4. Kuvvet olarak değil tersine ülkeyi yönetmeyi kolaylaştıracak bir araç olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.
Bu açıdan iktidar bağımsız medya ve gazetecileri değil
“devlete” bağlı bir
‘medya’ ve
‘devlet memuru gazeteciler’ istiyor.
İktidarın devlet imkânlarıyla kurduğu kapalı devre yayın sisteminin topluma anlattıklarının gerçekler değil de hayaller olduğunu giderek daha geniş kesimlere ulaştırıyorlar. Bunda başarılı olduğunu, bu söz hegemonyasının toplumun belli kesimlerini etkilediği seçimlerde gördük.
***
Bunun dışında kalan alternatif haber kanalları üzerinde RTÜK’ün “ceza” kılıcını sallandırarak ya da ağır para cezaları keserek, onları denetim altına almaya çalışıyor. Çünkü bu kanallar, iktidarın devlet imkanlarıyla kurduğu
kapalı devre yayın sisteminin topluma anlattıklarının gerçekler değil de hayaller olduğunu giderek daha geniş kesimlere ulaştırıyorlar.
Bu yüzden iktidar cezayla, yasal değişikliklerle bu alternatif seslerin topluma ulaşmasına engel olmaya çalışıyor.
Peki bütün bunlar, var olan gerçeklerin toplumdan gizlenmesine yarayacak mı?
Hayır!
Çünkü gerçekler gizlense de, toplum tarafından hissediliyor.
Hissediliyor ama iktidara gelemiyor. İşte burada devreye medya giriyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Anadolu’da TRT’ye yenildik” mealindeki açıklaması bu gerçeğe işaret ediyor. Sonuç olarak Erdoğan seçmenlerini konsolide eden sadece TRT’de değil yüzde 95’i kontrol edilen medyadır.
İktidarın devlet imkânlarıyla kurduğu
kapalı devre yayın sisteminin topluma anlattıklarının gerçekler değil de hayaller olduğunu giderek daha geniş kesimlere ulaştırıyorlar. Bunda başarılı olduğunu, bu söz hegemonyasının toplumun belli kesimlerini etkilediği seçimlerde gördük.