İktidarın çaresi yine mi kutuplaşma?
Kutuplaşmanın Tehlikesi ve Cezasızlık
Türkiye’de iktidarın “yönetememe” durumu ile birlikte şiddet ve cezasızlık da sürekli hale gelmeye başladı. İktidardan taraf olanların adeta “cezasızlık” zırhı ile korunduğu, iktidara karşı olmanın ise ağır bir biçimde cezalandırıldığı bir sistem inşa edildi. Muhalefet liderleri, gazeteciler, akademisyenler açıkça tehdit edildi, şiddete uğradı. Geçtiğimiz hafta ise HDP’nin İzmir İl Başkanlığı’na düzenlenen silahlı saldırı bu siyasal iklimin bir sonucuydu. Sadece birkaç olayı hatırlayalım: Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta linç girişimi, Selçuk Özdağ’a saldırı, Meral Akşener’in Rize ziyaretinde uğradığı protesto sonrası Cumhurbaşkanı’nın ifadeleri, Levent Gültekin’e sokak ortasında saldırı... Her bir olayı takip eden teşvik edici söylemler, cezasızlık ve şiddetin normalleştirilmesi başka yeni olaylara taviz veriyor. Haliyle, ister örgütlü bir çaba ister bireysel bir girişim olsun bu şiddet eylemlerinin ardında kutuplaşmaya dayanan siyasal iklim var.
Şeffaflık ve hesap verilebilirliğin, denge-denetleme mekanizmalarının olmadığı bir düzende kişiler, klikler ve lobiler hüküm sürüyor. Bunların birbirleri ile olan çatışması milyonlarca insanın gündelik hayatını etkiliyor. Güçlü olanın, ilişki ağlarına sahip olanın hakim olduğu bir “mafyalaşma” kurumlara sirayet ediyor. Tüm bu tabloda ise hak etmeyenlerin hak etmediği pozisyonlara ve kaynaklara sahip olduğu “vasatlığın” hakim olduğu bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz. Videolar ve ses kayıtları ile ortaya dökülen durum tam da bu tablonun yansıması. Haliyle bu yapı bugün tartıştığımız ve ismi skandallara karışan isimler gibi nice isimler doğurmuştur ve doğurmaya müsaittir.
Pastadan pay küçüldükçe iktidarın kurduğu sadakat ağları dağılmaya başlıyor. Tam da bu sebeple korku ve endişe, muhalefetin bir araya gelmesini önleyecek her hamle iktidar için cansuyu niteliğinde. Kutuplaşmanın zehri ile beslenen popülist otoriterliğin panzehri ise umut ve adalet temelli dönüştürücü politikalar etrafında inşa edilecek yeni bir “biz” anlayışı ve “gelecek tahayyülü” olacaktır. Bu tahayyülün nasıl inşa edilebileceğine dair önerilerimi geçtiğimiz hafta “Siyasal adaletin inşası için #HADİ” başlıklı yazımda kaleme almıştım.