Son yıllarda tüm dünya eş zamanlı olarak büyük bir kadın düşmanlığı ve toplumsal cinsiyet eşitliği alerjisi ile karşı karşıya. Bu durum anti-feminist bir dalga şeklinde kimi zaman bir sokak gösterisinde, kimi zaman gazete sayfalarında, çoğunlukla sosyal medyada ama en etkili biçimiyle de siyasi partilerin ajandasında ve hükümet programlarında kendini gösteriyor.
Türkiye’de bu dalganın dışında kalamadı. Özellikle AKP hükümetlerinin bazen üstü kapalı bazen açıktan yürüttüğü anti-feminist siyaseti, yükselen sayısı ve güçlenen etkisiyle muhafazakâr sivil toplum örgütleri ve İslami basın anti-feminizm ’in Türkiye’deki temsilcileri olarak uzun süredir iş görüyorlar.
AKP’nin anti-feminizmi yeni değil. Parti, seçim zaferlerini dayandırdığı teşkilatlarındaki kadın aktivistlerin ve kadın seçmenin verdiği kadın pozitif imajın arkasından yıllardır derinden bir anti-feminizm örüyor. Hatta bu durum, AB ile sıcak diyalog kurduğu ve İstanbul Sözleşmesine taraf olduğu yani bugüne nispeten ılımlı olduğu dönem de bile böyleydi. Bu dönemin kazanımlarını azımsamak değil altını çizmek istediğim.
Burada AKP’yi bir samimiyet testine tabi tutmaya çalışıyorum. Bu samimiyet testi pek çok araştırma da AKP’nin toplumsal cinsiyet rejimini inceleyerek yapıldı. Ancak 2020’de İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararıyla bir gecede çıkılması dikkatleri AKP’nin kadın ve toplumsal cinsiyet politikalarından çok bu kararı alırken kulak verdiği İslami-muhafazakâr cenaha ve partinin dışındaki aktörlere yönlendirdi.
Burada ise, kararı eleştirenlerde bu aktörleri küçük marjinal bir grup olarak görme eğilimi var. Durumu “küçük bir muhafazakâr grubun” talepleri olarak okumak meselenin özünü gözden kaçırmamıza neden oluyor. Özellikle son günlerde, yaklaşan 2023 seçimleri öncesi Cumhur ittifakının genişleyen yapısında kadın hakları meselesinin ürküten bir zeminde ele alınması sadece basit bir ideolojik yaklaşmanın ya da küçük marjinal grupların baskısının sonucu değil. Bu siyasette ataerkil bir hesaplaşmanın sonucudur ve bu hesaplaşma erkekleri önceleyen eril bir “kurtuluş” vaad eder.
SİYASETTE ATAERKİL HESAPLAŞMA Toplumsal cinsiyet çalışmalarının ufuk açısı profesörü Deniz Kandiyoti, eril restorasyonu[1] Türkiye’de kadın-erkek ilişkilerinde değişen dinamikleri okumak için kullanıyor. Bu dinamikler güçlenen, beklentisi değişen, ailenin bakım emekçisi olmanın ötesinde bir dünyanın mümkün olduğunu gören kadınlar ile beklentilerini geleneksel zeminde tutmuş dönüştürememiş erkekler arasında toplumsal cinsiyet rollerine dair bir anlam kayması ve doğal sonucu olan çatışmayı anlatır. Bu dönüşüme direnen, ayak uyduramayan erkek ise geleneksel kodlamaya dayanan gücünün elinden kaymasını önlemek için kimi zaman şiddet, kimi zaman siyasal baskılar ve özellikle son zamanlarda da kadını güçlendiren hukuksal destekleri yıkma peşinde.Muhalefet AKP ile muhafazakâr kadınların vefa ve güven üzerine kurulu rutinleşmiş ilişkisi de araya giremiyor. Girebilmesi için açılan kapı ise ilişkinin henüz kemikleşmediği muhafazakâr kesimin genç kadınları.
Bu durum Türkiye’de ideolojik çerçeveden bağımsız olarak bir ataerkil hesaplaşma olarak toplumun her katmanında ortaya çıkıyor. Ancak güçlenen muhafazakâr kadınların yarattığı yıkıcı etki diğer kadınlardan daha fazladır. Buradaki güçlenme, aile yapısını, geçmiş ve gelecek kuşakları, siyasetin doğasını ve dolayısıyla bu alanlardaki geleneksel erkekliği sarstığından karşılaştığı eril tepkisellik daha dikkat çekici oluyor.
Buna daha somut bir yerden AKP’li kadın siyasiler örneğinden bakalım. Partinin kadın seçmenini harekete geçirebilen, böylece partinin seçim başarısının en az yarısında etkin rolleri olan kadınlar her ne kadar temsil de gözükmeseler de parti içi dinamiklerde güçlü aktörlere, karar vericiler olmasa da kararlarda etkili figürlere ve parti çalışmalarının vazgeçilmezlerine dönüştüler.
Etkinlikleri oranında görünür olamasalar da her geçen yıl biraz daha güçlendiler, az da olsa her seçimde erkek siyasetçilerin koltuklarını aldılar. Temkinli ilerleyişlerine ve muhafazakâr yapıyı koruma gayretlerine rağmen güçlenen kadınların talepleri, ev içi, parti içi, aile içi ilişkileri bu güçlenmeye bağlı olarak kadınlar açısından değişti. Çünkü muhafazakâr eril akıl, muhafazakâr kadınlarla aynı hızda dönüşemedi. Partili kadınların deneyimlediği aslında farklı şekillerde farklı alanlarda -ev, iş yeri, akraba ilişkileri- yaşanıyor.
Bu sebeple de eril öfke her cephe de ama en çok muhafazakârlar arasında büyüyor. Sonucunda da AKP’de ya da temsil ettiği ideolojik kampta erkekler ataerkil bir hesaplaşma ile kadınların hukuksal kazanımlarını bir şiddet aracı olarak kullanıyor ve böylece eril iktidarlarını sürdürmeyi amaçlıyorlar.
Ayrıca, eril restorasyon 21 yılın sonunda farklı açılardan sıkışmış ve kriz içerisinde olan bir rejime sadece muhafazakâr bir toplum tahayyülü sözü vermiyor. Meselenin oldukça pratik bir sonucu da var. Kadınların eril restorasyonla yeniden yerleştirilecekleri geleneksel bakım alanları, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik bunalıma da bir çare olarak görülüyor. Kadınların eve dönmesi, bakım sorununa en kestirme çözümken hem devletin sırtındaki refah maliyetlerinin yükünü azaltacak hem de erkeklere istihdam alanları açacak bir eril kurtuluş sunuyor.
Özellikle 28 Şubat hafızası olmayan ve başörtüsü özgürlüğünün içine doğmuş kadınlar AKP’nin bağ kuramadığı tersine 2019 yerel seçimlerinden beri muhalefetin güçlü bir ilişki kurmaya başladığı bir grup oldu.ATAERKİL HESAPLAŞMANIN SEÇİM BİLANÇOSU
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ataerkil hesaplaşmanın bir sonucuydu. Ancak bu karar sözleşme karşıtları için yeterli olmadı. Tersine bu kararda olduğunu düşündükleri etkilerinin sağladığı özgüvenle Türkiye’de artan tonda bir anti-feminist gündem oluştu. Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi kararı partili kadınlara kulaklarını tıkadığını göstermişti.
Bu seçimde de özellikle ittifaka Hüda Par ve Yeniden Refah Partisinin katılımıyla 6284 no.lu Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun tartışmaya açılması AKP’li olsun olmasın tüm kadınları tedirgin ediyor. AKP’nin kadınların üstünü çizmeye bu kadar çabuk karar verip vermeyeceğini öngörmek hem kolay hem zor. Kolay çünkü, İstanbul sözleşmesi deneyimi, partililerin kullandığı anti-feminist dil ve AKP’nin 20 yıllık kadın hakları karnesini okuyabiliyoruz.Bu okuma da öngörülerimizi ittifakın seçim sonuçlarına bağlı olarak ortaya koyacakları meclis performanslarını çok da olumlu bir yöne çekemiyor. Zor çünkü, AKP’nin bir siyasi pratik olarak iç ve dış siyasetin akışışına uygun olarak kadın haklarına yatırım yapıp yapmayacağı da öngörülebilir bir yol çıkarmıyor.
CHP, muhafazakâr eril restorasyona karşı sunduğu reçetenin yan etkileri olarak ileriki yıllarda seküler bir eril restorasyon doğurmaması için bugünden parti içerisindeki ve siyaset ajandasındaki toplumsal cinsiyet dinamiklerini adil bir biçimde kurmalı.
Tüm bunlara rağmen, AKP’nin her koşulda muhafazakâr kadınların desteğini alacağına dair olan özgüveni -ki yersiz bir özgüven de değil- partiyi bu tip kararları alırken daha az tedirgin hareket etmesini sağlıyor. Bu noktada muhalefetinde muhafazakâr kadınlarla kuramadığı bağ da AKP’nin elini güçlendiriyor.
Başka bir ifade ile, muhalefet AKP ile muhafazakâr kadınların vefa ve güven üzerine kurulu rutinleşmiş ilişkisi de araya giremiyor. Girebilmesi için açılan kapı ise ilişkinin henüz kemikleşmediği muhafazakâr kesimin genç kadınları. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun sadece genç muhafazakâr kadınlara seslenmesi oldukça önemli. İşin aslı, bu yeni de başlamadı.
Özellikle 28 Şubat hafızası olmayan ve başörtüsü özgürlüğünün içine doğmuş kadınlar AKP’nin bağ kuramadığı tersine 2019 yerel seçimlerinden beri muhalefetin güçlü bir ilişki kurmaya başladığı bir grup oldu. AKP’nin muhafazakâr kadınlara yönelik özgüvenini sarsan genç jenerasyon, AKP’de yukarıda bahsettiğimiz bir ataerkil hesaplaşma ve eril restorasyon arzusu uyandırıyor.
Burada muhalefetin kapsayıcı ve kesişimsel bir restorasyon önermesi çok önemli. İnşa edilecek geleceğin kimseyi dışarıda bırakmayacağına herkesi inandırması gerekiyor. Ama bunu nasıl yapacak? O noktada belki kadınların CHP ile hesaplaşmasını konuşmak gerekecektir. Çünkü CHP’nin hem siyasal temsilde hem de siyasal katılımdaki kadın yoksunluğu/görünmezliği konuşmadığımız ama siyasetin eril doğasını besleyen bir durum.
CHP, muhafazakâr eril restorasyona karşı sunduğu reçetenin yan etkileri olarak ileriki yıllarda seküler bir eril restorasyon doğurmaması için bugünden parti içerisindeki ve siyaset ajandasındaki toplumsal cinsiyet dinamiklerini adil bir biçimde kurmalı.
[1] Deniz Kandiyoti, “Locating the politics of gender: Patriarchy, neo- liberal governance and violence in Turkey”, Research and Policy on Turkey, 22 Temmuz 2016.