Bu ülkede, 2010 yargı reformu ve referandumu, bazen açıkça, sıklıkla ise dolaylı biçimde, ‘yargının TSE hâkimiyetinden kurtarılması’ adına savunuldu. Burada kastedilenin TSE’nin Türk Standatları Enstitüsü açılımı değil, Tunceli-Sivas-Erzincan Alevi üçgeni olduğunu söylemeye gerek yok.Zira Cumhuriyet/CHP’nin laiklik vurgusunun, Aleviler açısından Sünni muhafazakârlığına veya sadece ‘çoğunluk baskınlığı’na’ karşı bir güvence olarak görülmüş olması anlaşılır bir durumdur. O nedenle, mezhep vurgusunun sağ/muhafazakâr siyaset söylemlerin ayırt edici bir özelliği olduğunu düşünmek için yeterince neden var. Hikâye uzun ama biz uzatmadan bugüne gelelim. Ama bugüne gelmeden hızlı bir hatırlatma yapalım. Bu ülkede, 2010 yargı reformu ve referandumu, bazen açıkça, sıklıkla ise dolaylı biçimde, ‘yargının TSE hâkimiyetinden kurtarılması’ adına savunuldu. Burada kastedilenin TSE’nin Türk Standatları Enstitüsü açılımı değil, Tunceli-Sivas-Erzincan Alevi üçgeni olduğunu söylemeye gerek yok. Bu göndermenin arka planında 1991-1995 yılları arasında SHP-DYP (sonra CHP-DYP) koalisyon hükümetinde Adalet Bakanlığı yapan ‘Alevi dedesi’ olarak bilinen Seyfi Oktay ve Tuncelili Mehmet Moğultay’ın yargıda Alevi kadrolaşması gerçekleştirdiği iddiaları vardı. 28 Şubat darbe veya müdahalesinin ardında bu kadronun olduğu iddiası, sonradan Ergenekon dava sürecine Oktay’ın dâhil edilmesi ile çok tartışıldı. Doğrusu, yargıda kadrolaşma yeni bir olgu değil, diğer taraftan yargının o dönemde ‘otoriter laikçiliğin’ bir uzantısı olduğu da bir sır değil. Ancak bu buluşma muhafazakâr kesimde bir mezhep konusu olarak algılana geldi. Yüksek yargıya dair siyasi tarafgirlik gerçeğinin inkârı da bu algıyı güçlendirdi. Ancak, yirmi yıllık bir İslamcı/muhafazakâr bir iktidar, üstelik devraldığı tabloyu tamamen tersine çevirdikten sonra, bu konuyu halen ve Alevilik çerçevesinde gündemde tutması, siyasette mezhep unsurunu öne çıkarıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu konuyu açmakta tereddüt etmesi anlaşılabilir, ancak ‘Millet İttifakı’na destek verenlerin, bu konuyu açıkça konuşmaktan kaçınması ‘Aleviliğin cumhurbaşkanlığına engel bir durum’ olduğu zihniyetini pekiştiriyor. CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, kendisini öncelikle Alevi kimliği çerçevesinde tanımlamaması ve siyasete bu açıdan bakmaması, Aleviliği konu etmemesinin gerekçesi olarak görülebilir. Ancak kimlikler, sadece ‘benimsenen aidiyetler’ ile değil, sıklıkla ‘atfedilen aidiyetler’le tanılanır. Alevilik de böyle bir kimlik hüviyeti taşıyor. Bu açıdan, Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği ‘kasabanın sırrı’ olmaktan çıkmalı diye düşünüyorum. Zira hiç konuşulmayan bir konu olması, ona atfedilen olumsuz anlam ve çağrışımları pekiştiriyor. Şimdilerde ise, Cumhurbaşkanı adayı olma ihtimalinin önünde bir engel olarak algılanıyor veya algılatılıyor. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olmasının isabetli olup olmadığı tartışılabilir, ancak Aleviliğinin bu tartışmanın ‘gizil’ boyutu haline gelmesi her şeyden önce toplumsal barış açısından büyük bir mahsur taşıyor diye düşünüyorum. Kılıçdaroğlu’nun bu konuyu açmakta tereddüt etmesi anlaşılabilir, ancak ‘Millet İttifakı’na destek verenlerin, bu konuyu açıkça konuşmaktan kaçınması ‘Aleviliğin cumhurbaşkanlığına engel bir durum’ olduğu zihniyetini pekiştiriyor. Nitekim yazının başlangıcında söz konusu ettiğim göndermeler, bu zihniyetin ifadeleri olarak ciddiye alınmayı hak ediyor. Şimdi karıştırmayalım bu konuları demeyin, karıştıran zaten karıştırıyor.
İktidar İttifakı’nın Alevilik dokundurmaları
Cumhur İttifakı’nın mezhep vurgusu ne anlama geliyor? Bu vurguyu önümüzdeki dönem daha mı sık göreceğiz? Siyaset Bilimci Nuray Mert Cumhur İttifakı’nın Alevilik dokundurmalarının nedenlerini yazdı
Durduk yerde, Aleviliği siyasi mesele yapmak istemem, ama Aleviliğin siyasi bir mesele olduğunu görmezden gelmenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Bu ayın başlarında, Cumhurbaşkanı’nın Türk Genç İşadamları Konfederasyonu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Bak Bay Kemal yakında ikinci nükleer santrali geliyor. Sizin hayatınızda sadece mum vardı, mum, gaz lambası var” ifadesinin, elektrik olmayan zamanlara gönderme olmanın ötesinde Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine gönderme olduğunu düşünüyorum.
Yok, öküz altında buzağı aramıyorum, aşırı yorumlardan da hiç hazzetmem, ama 1948 doğumlu muhalefet liderinin ‘mum’ veya gaz lambasına alışık olması ne demek, anlamak zor, nerden baksanız tatsız bir gönderme.
Geçen hafta, iktidar müttefiki MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin grup toplantısı konuşmasında yine Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak yaptığı Kandil göndermesi öncelikle, CHP’yi terör ile bağlantılandırmak amaçlı idi, ancak ‘yak kandili, tak külahı’ ifadesi, bana konun bununla sınırlı olmadığını düşündürdü.
Bilindiği gibi, geçmişte Anadolu’da Alevi Türkmenlerine, başlarına taktıkları külah şeklindeki (börk) kızıl başlık dolayısı ile ‘Kızılbaş’ denilirdi, halen bu ifade kullanılıyor. Kısacası, ‘külah’ hiç de masum olmayan bir gönderme. Tıpkı, üçüncü köprüye, Yavuz Sultan Selim adının verilmesinin sıradan bir şanlı padişah ismi seçimi olmadığı gibi.
Yine bilindiği gibi, Yavuz 1514’de Safevilere karşı savaşı Kızılbaşlara karşı fetva ile meşrulaştırmıştı ve bu esnada Anadolu’da Alevi katliamı gerçekleşti. Mesele Osmanlılar için de, Safeviler için de bölgesel hâkimiyet meselesi idi ve bu çerçevede Osmanlılar açısından Anadolu’da yaşayan Aleviler ‘beşinci kol’ olarak görülüyordu. İki taraf açısından da, tarihi “ak ve kara’nın” mücadelesi olarak okumanın anlamı yok, ancak, tarihin geri çağrılması her zaman siyasi bir seçimi yansıtır. Nitekim Alevi çevrelerinden bu isim seçimine tepkiler geldi. Doğru olan bu ülkede yaşayanlar arasında ihtilaf oluşturacak bir tarihin sembollerinden uzak durmak olmalıydı.
Bu ülkede, mezhepçiliğin siyasete yansımaları AK Partisi ile başlamadı. İslamcılar bir yana, sağ/muhafazakâr siyaset söylemleri, bu ülkenin gerçek sahibinin ‘Sünni Müslüman Türkler’ olduğu noktasında hemfikirdir. Aslında, Cumhuriyet rejiminin laiklik vurgusuna karşın, kuruluşunda bu anlayışın yansımaları olduğunu biliyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının Sünni Müslümanlık temelli bir kurum olarak şekillenmiş olması bu konuda en iyi göstergedir. Ancak, Alevilik tartışmaları çerçevesinde, buradan hareketle Aleviler’in Cumhuriyet döneminde CHP’ye verdiği desteğin ‘Stockholm Sendormu’ ile açıklanması bence isabetsizdi.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı