İklim krizinin ortasında yeni bir işlevsiz toplantı: COP27

Abone Ol
İngilizce’de COP olarak kısaltılan iklim konferanslarının bu yıl 27.’si gerçekleştirilecek: COP27. Yazıdaki veriler gösteriyor ki, önceki 26 toplantı hiç işe yaramamış.

Loading...

Endüstri devrimlerinin öncesinden 2021 yılına kadar dünyanın ortalama sıcaklığı 1.10C arttı. Bu artış, 200 yıl civarındaki bir sürede gerçekleşti. Doğa bilimleri, kritik eşiğin 1.50C olduğunu dile getiriyor. İklim değişikliğine yol açan nedenlerin etkisini azaltmaması nedeniyle 1.50C eşiğine hızlanarak yaklaşıyor yerküre. 1.50C’lik eşiğe ilerleyen 5 yıl içinde ulaşılması olasılığı 2015’te %0 idi. Olasılık, 2020’de %20’ye, 2021’de %40’a çıktı. Ayrıca, %93 olasılıkla yerküre 2026’ya kadar herhangi bir yılda endüstri devrimleri öncesine kıyasla en yüksek ortalama sıcaklığa ulaşacak. Böylece, 2016’ya ait rekor tazelenecek. 4 Kasım 2016 itibarıyla geçerli Paris Antlaşması, küresel ısınmanın mutlaka 20C ile sınırlı tutulmasını ama tercihen 1.50C sınırının geçilmemesini hukuki olarak bağlayıcı kılıyor. Birleşmiş Milletler (UN) şemsiyesi altındaki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2018 tarihli raporunda 1.50C sınırına ulaşılmasıyla karşılaşılacak felaketler anlatılıyor. IPCC, 2030’daki sera gazı salımının iklim değişiminin yaratacağı felaketlere bir ölçüde engel olabilmesi için olması gereken seviyesiyle mevcut gelişmeler karşısında gerçekleşeceğini beklediği seviyeleri her yıl bir raporla karşılaştırıyor. Bu raporların 13.’sünü geçtiğimiz günlerde yayınladı. Rapor, 2030’da 1.50C sınırında kalınması için mevcut salım seviyesinin %45’inin, 20C ile sınırlı tutulması için ise %30’unun kesilmesi gerektiğini söylüyor. Ayrıca, ısınma seviyesinin mevcut uygulamalarla bu yüzyılın sonunda 2.80C seviyesine ulaşacağı ve mevcut önlemlerle ancak 2.4-2.60C seviyesinde tutulabileceği anlatılıyor. Climate Action Tracker adlı kuruluşun çalışmaları da benzer veriler ortaya koyuyor. Yani insanlık, giderek yayılan bir iklim felaketi ile karşı karşıya. İnsan türünün sonunun dahi yer aldığı bilimsel senaryolar mevcut. Farklı çalışmalar, 1.50C sınırına ulaşılmasını engellemek ve 2050’de karbon gazı salımını sıfıra getirmek için her yıl küresel salımın %5-7 arasında azaltılması gerektiğini söylüyor. Ancak, karbon salımı her yıl %1-2 aralığında artış gösteriyor. Antlaşmaları imzalayan, uluslararası kongrelerde boy gösteren hükümet temsilcileri verdikleri sözleri yerine getirmiyorlar. İklim değişikliğinin sonucu olarak yaşanan doğal afetler, doğa bilimcilerinin en olumsuz senaryolarından dahi daha hızlı ve daha yüksek sıklıkla meydana gelmeye başladı. Yaşanan afetler, beklenenden daha sert olarak karşımıza çıkıyor. Antarktika’da, Roma şehri büyüklüğünde bir buz kütlesi Mart’ta kıtanın ana buzul kütlesinden koptu. Dünya’nın çeşitli bölgelerinde görülen sıcak hava dalgaları ölümlere yol açtı. Pakistan’ın 1/3’ü sel nedeniyle sular altında kaldı. Somali’de kuraklık nedeniyle açlık ve susuzluk yaşanıyor. ABD’de, bin yılda bir görülecek türden bir kuraklık 22 yıldır yaşanıyor ve tarım üretiminde verimsizlik, zarar ve ziyan yaşanıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bilimsel çalışmalar, yaşanan doğa olaylarının hangi oranda insan faaliyetlerinden kaynaklandığını analiz ediyor ve büyük bir kısmının insan faaliyeti kaynaklı olduğu ortaya çıkıyor. 6-18 Kasım 2022 tarihlerinde Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde bir iklim zirvesi gerçekleşecek. Adı, “Tarafların Konferansı (Conference of the Parties)”. İngilizce’de COP olarak kısaltılan iklim konferanslarının bu yıl 27.’si gerçekleştirilecek: COP27. Yukarıdaki veriler gösteriyor ki, önceki 26 toplantı hiç işe yaramamış. İklim krizine dair önlemler gerçekten alınacaksa, buna gelişmiş ülkelerin öncülük etmesi şart. Zira, sorunun yaratıcısı onlar ve sorunu giderecek teknolojiye sahip olanlar da onlar. Hükümetlerin ise çok daha sert kurallarla fosil bazlı enerji şirketlerinin yatırımlarını engellemesi gerekiyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin sorumlulukları da hiç azımsanacak düzeyde değil. Ülkeler arasındaki adalet dengesi kadar her toplumdaki zengin-fakir arasındaki denge de iklim krizinde önemli yer tutuyor. Örneğin, İngiltere’de yapılan bir çalışmanın çarpıcı sonuçları var. Ülkenin en zengin %1’lik kesiminin 1 yılda sebep olduğu karbon salımı, en alt gelir düzeyinde yer alan %10’luk grubun 20 yılda sebep olduğu karbon salımına eşit. Doğal afetlerin bedeli söz konusu olduğunda da bedeli ödeyenler, en alttaki %10. İngiltere’dekine benzer sosyal eşitsizlikleri dünya genelinde gözlemlemek mümkün.
İklim krizine dair önlemler gerçekten alınacaksa, buna gelişmiş ülkelerin öncülük etmesi şart. Zira, sorunun yaratıcısı onlar ve sorunu giderecek teknolojiye sahip olanlar da onlar.
İklim krizi, “dünya basını” olarak nitelenebilecek tüm haber kaynaklarında her gün gündemde yer buluyor. Türkiye’de ise iklim krizi ile ilgili haber ortalığa yayılmıyor. Konunun doğa bilimleri açısından çalışmaları ve tartışmaları bir yerlerde yapılıyor. Ancak, bu çalışmalardan ve tartışmalardan kamuoyunun haberi yok ya da son derece sınırlı ölçüde var. Bu nedenle, toplumda iklim kriziyle ilgili farkındalık ve iklim krizini önlemeye yönelik önlemlerle ilgili bilinç çok düşük düzeylerde. Görünen o ki, 1.50C sınırı aşılacak, doğal afetler sertleşerek, yoğunlaşarak, hasarını büyüterek devam edecek. Açlık ve susuzluk yayılacak. Ölümler yaşanacak. Ne zaman ki iklim krizi şiddetlenecek, belki o zaman bazı hükümetler önlem almaya başlayacak. İklim krizine herkes, her yerde bağıra çağıra, inatla vurgu yapmak zorunda. Anlamlı ve ses getiren protestolar dünya geneline yayılmalı. Kriz, bu ana ait bir kriz. 2030, 2050, 2100 üzerine yapılan varsayımlar felaketin ulaşacağı boyutu gösteriyor. Oysa, iklim krizine ilişkin felaketler her an yaşanıyor artık. Not: bu yazıda ekonomi yok. Önce, mevcut sorunu doğa bilimlerinin gözlüğünden anlayalım ve önlem alınmasını talep edelim. Yoksa, üzerine yazı yazılacak ekonomi kalmaz ya da “felaket ekonomisi” adında yeni bir dal oluşur.