İkinci Yüzyıla çağrı

Abone Ol
Dünkü toplantıyı CHP’nin Türkiye’nin yirmi birinci yüzyıla bakışı hakkında fikir vermesi bakımından önemsiyorum. Oysa çok uzun zamandır CHP günümüzün koşullarını anlamaktan uzak, çağdığı fikirlerin temsil edildiği bir parti olarak gösterildi. Bu çağrı CHP’ye ait. Kanımca çok da yerinde bir çağrı. Türkiye’nin Osmanlı’dan bugüne, dünyadaki ekonomik ve kültürel dönüşümleri kaçırdığını ve neticesinde geri kalmışlığın pençesine düştüğünü biliyoruz. Belki demokrasi arayışımız da bu geri kalmışlığımızın sonucu. Geri kaldığımız için mi demokrasimiz zayıf, yoksa demokrasimiz zayıf olduğu için mi geri kalmışız? Aslında bu siyasi manada da cevap verilmesi gereken bir soru. Bu sorunun cevabını iktisatçılar bir süredir arıyorlar. Ama CHP’nin 3 Aralıkta yaptığı İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısında, MIT’den Daron Acemoğlu bu soruyu “demokrasimizin zayıflığı geri kalmışlığımızın nedeni” şeklinde cevapladı. Böyle bir sonuca erişmesinin nedeni ise kendi çalışmalarıydı. Ama bunu destekleyen başka çalışmalarda var literatürde. Çözüm olarak daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, insan haklarına saygı ve tabi hukukun üstünlüğünün tesisi edilmesini önerdi. Aslında bu öneriler ülkemizdeki kalkınma iktisatçılarının da büyük ölçüde paylaştığı düşünceler. Bu düzeyde siyasa bir toplantıda bunların tekrarlanmaları, siyasi bir vizyon belgesinde yer almaları bence yerinde olmuş. Bunun Daron Acemoğlu’nun ağzından söylenmesinin de ayrı bir önemi var. Kendisi dünya çapında biri olmasının yanı sıra, Nobel ekonomi ödülü için her yıl adı geçen dünya bilim dünyasını son derecede saygın bir bireyi.  CHP açısından bu yönüyle de önemli bir mesaj oldu. Özellikle son yıllarda bilimin tanımladığı alanın dışına taşan uygulamalara imza atan bir yönetim tarzının ardından, tekrar bilimsel doğruların siyasetçilerce dikkate alındığını görmek sevindirici... Dünkü toplantıyı CHP’nin Türkiye’nin yirmi birinci yüzyıla bakışı hakkında fikir vermesi bakımından önemsiyorum. Oysa çok uzun zamandır CHP günümüzün koşullarını anlamaktan uzak, çağdığı fikirlerin temsil edildiği bir parti olarak gösterildi. Ama dünkü toplantıda konu edilen düşüncelere baktığımızda, CHP’nin iktidara göre bir adım daha önde olduğu anlaşılıyor. En azından söylem bazında bir liderlikten söz edilebilir bu aşamada.  Bu karşılaştırmada referansım ise AKP’nin Türkiye’nin Yüzyılı isimli vizyon sunumu. Bir muhalefet partisi açısından bu aşamada söylem geliştirmekten başka çare yok. Ama bu söylem iktidarın hem kendi söyleminden, hem de eylemlerinden farklı olduğu için bizler için önem arz etmektedir. Selin Sayek Böke’nin 3 Aralık toplantısından verdiği mesajları bu bakımdan özellikle dikkate değer buluyorum. Ancak benim için bunlardan biri diğerlerine göre çok daha fazla anlama içeriyordu. Açıkçası konuşmayı dinlerken, duyduğumda şaşırdım ve bu yüzden özellikle dikkat kesildim. Ben siyasetin ilkeler etrafında yapılması gerektiğine inananlardanım. Bu nedenle herhangi bir siyasi partinin herhangi bir soruna yönelik çözüm önerisinin temsil ettikleri ilkeler bakımından değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Özellikle CHP’nin kurucu parti olması nedeniyle, bugünün dünyasında devlete ekonomide nasıl bir rol verildiğini bilmek kamuoyu açısından önem arz etmektedir. Çok uzun zamandır CHP’ye yöneltilen eleştirilerin arasında partinin ana ilkelerinden olan devletçilik ilkesinin günümüz koşullarıyla nasıl uyumlu hale getirileceğinin net olmamasıdır. Kamuculuk pratiklerinin Türkiye’de başka ülkelere göre önemli bir avantajı vardır. Herkes devleti sayar ve devlete ekonomide rol verilmesi halinde de, kimse bunu çok garipsemez. Siyasi tartışmalarda bile çok konu edilmez.  Ama devletin bu rolünü zaman içinde nasıl oynanacağını merak eder. Aslı sorun da budur; yani devletin ekonomide oynayacağı rolün ne olduğu. Selin Sayek Böke, beklenenin aksine devleti sabit sermaye birikiminde rol alan bir ekonomik aktör olarak tanımlamadı. Aksine kamuyu, üretilen refahın topluma yaygınlaşmasını sağlayan bir aygıt olarak tanımladı. Elde edilen büyümenin kapsayıcılığını arttıran, topumun çok büyük kesimlerini bu büyümede pay sahibi yapan bir kurum olarak öne çıkardı. Selin Sayek Böke’nin bu düşüncelerini toplantının başında Jeremy Rifkin’in görüşleri ile birleştirdiğimizde ise refahın tanımı konusunda da CHP’nin yeni bir anlayış benimsediği anlaşılmaktadır. Örneğin daha iyi bir çevrede yaşayabilmenin önemli refah tanımında dikkate alındığını anlıyoruz.
Bu toplantıdaki bir diğer farklılık ise, ülkenin sorunlarını çözerken bilimin yol göstericiliğine başvurulmasıdır. AKP iktidarının yaptığı gibi bilimi düşmanlaştırmadan, onları çözümün aslı unsuru haline getireceklerinin mesajı da verilmiştir.
Bunun dışında 3 Aralık toplantısının CHP’ye kurumsal bir kimlik ve siyasi bir duruş kazandırması bakımından önemli ama geç yapılan bir girişim olduğunu düşünüyorum. Dahası AKP’nin Sayın Cumhurbaşkanını merkezine alan “Türkiye vizyonu” sunumuna ciddi bir alternatif olduğunu söyleyebilirim. Hatırlayın; o toplantı daha çok davet edilen “muhalif gazetecilere” yönelik tartışmaların gölgesinde yapılmıştı ve hiç kimse yapılan toplantının içeriği ile ilgilenmemişti. Dahası toplantıda AKP’nin “aile hayatına” ve “türbana” yönelik düzenlemeleri içeren anayasal değişikliği önerisi tartışılmıştı. Ama daha da önemlisi “Türkiye Yüzyılı” diyerek, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerinin kısa bir sunumuna indirgenen bu toplantıda verilen asıl mesaj, yirmi birinci yüzyılın Türkiye yüzyılı olmaktan ziyade,  Recep Tayyip Erdoğan yüzyılı olacağı yönündeydi. En azından benim algıladığım buydu. Erdoğan ismi etrafında oluşturulan tek adamlığı ve Türkiye’nin önünde gören bir mesajın kamuoyuna verilmesinde hiç bir sakınca görülmemişti. Bu da gösteriyor ki, AKP’nin bu zor günlerinde iktidarın iletişim kurmaylarının kamuoyuna pazarlayabilecekleri en önemli varlık olarak Erdoğan’ı görmektedirler.  Bu da partinin yeni fikir ve politika üretim kabiliyetini engelleyen bir kısıt oluşturmuştur. Recep Tayyip Erdoğan etrafında tanımlanan Türkiye vizyonu ise, yine AKP’nin bekası etrafında, dünyadan izole edilmiş, kendi kendine yeterlilik düzeyi arttırılmış bir Türkiye vizyonuydu. Önderlik etmesi hayal edilen teknolojik yeniliklerle, dünyada ses getiren, çıkarları Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkarları haline gelmiş bir Türkiye’yi dünyada söz sahibi etmenin vizyonu sunulmuştu. Oysa CHP’nin 3 Aralık toplantısı bundan taban tabana farklı bir vizyon sunmaktaydı. Öncelikle “ben” dilini kullanmayan, halkı ve hakkı öne çıkartan dilin hâkim olduğu bir sunum yapıldı. Daha demokratik ve hak temelli bir ekonomi ve ülke vizyonu kamuoyu ile paylaşıldı. Daha önemlisi dünyadan ayrışan değil, dünya ile entegre olan, işbirliği içine giren bir Türkiye vizyonu sunuldu. Bir diğer farklılık ise, ülkenin sorunlarını çözerken bilimin yol göstericiliğine başvurulmasıdır. AKP iktidarının çok uzun zamandır yapığı gibi bilimi ve bilim insanlarını düşmanlaştırmadan, onları çözümün aslı unsuru haline getireceklerinin mesajı da verilmiştir. Ancak bu vesileyle birtakım eksiklikleri de ifade etmek isterim. Bu vizyon çalışmasının yerinde mesajlar içerdiğini ve bana göre doğru noktalara parmak bastığını düşünüyorum. Ama itiraf edeyim zamanlamasının biraz geç olduğu fikrine kapıldım. Belki yaz sonu ve sonbaharın hemen başında yapılmış olsaydı çok daha iyi olurdu. Bu aşamada kamuoyunun asıl beklenişi ise, böyle bir vizyonu esas alan kapsamlı bir eylem planının sunulmasıydı. İtiraf edeyim, bu toplantı fikri ortaya çıktığında benim beklentim de bu yöndeydi. Ama bu bakımdan toplantının biraz hayal kırıklığı yarattığını söyleyebilirim.  Belki de Altılı Masa’nın müzakere süreci ve böyle bir eylem planını seçilecek adaya bırakmanın doğru olacağına inanılması bunda etkili olmuştur.
Sonuç olarak CHP bu toplantıyla uzun zamandır eksikliğini çektiği siyasi duruşunu belirlemeye yönelik önemli bir adım atmıştır. Bu atılan adım daha çok Altılı Masadaki aktörler arasında durduğu yeri netleştirmek bakımından anlamlıdır.
Bir başka eleştiri ise, bu toplantının verilmesi düşünen mesajların kamuoyunun tüm kesimlerine iletimi konusunda çok başarılı olunamamıştır. Öncelikle bilim insanlarının sunumunun siyasetten uzak, herhangi bir siyasi mesaj vermekten kaçınan niteliği bunun aksini bekleyen seçmende hayal kırıklığı yaratmıştı. Ama bu bağlamdaki en büyük sıkıntı, bu toplantıyla geniş kitleler ulaşma amacı olanların “dil” bariyeri sebebiyle bu amaca ulaşamayışlarıdır. Buna hiç gerek yoktu. Özellikle İngilizce verilecek mesajları, kamuoyuna aktaracak gelişmiş bir hazırlık süreciniz yoksa ama daha da önemlisi o konuşmada verilecek olan mesajların kurumsal olarak seçimi yapılmamışsa, vatandaşa istenildiği gibi ulaştırabilmek mümkün olmaz. Nihayet son olarak, uzaktan erişim ve web üzerinde yapılan toplantılar pandemi sonrası kamuoyunun büyük kısmının alıştığı bir durum. Ama hiç bir zaman gerçek toplantıların yerini tutamadı. Özellikle siyasi konularda kamuoyu ile iletişime geçen siyasetçilerin vatandaşla bizzat temas etmesi zaruridir. Aksi halde siyasetçi ve vatandaş arasına mesafe koyulmuş olur. Bu bir arama veya danışma toplantısı olsaydı böyle bir iletişim kanalının kullanılması doğru olabilirdi. Ama konu siyasi mesaj vermeye gelince, sanırım bu uzaktan bağlantı meselesi doğru bir yaklaşım olmamıştır. Zira bu durum vatandaşın verilmek istene mesaja yabancılaşmasına hizmet etmektedir. Zaten “elitlik” ve “seçkincilik” suçlamasına maruz kalmış bir partinin vatandaşa böyle bir mesafe koyması doğru olmamıştır. Sonuç olarak CHP bu toplantıyla uzun zamandır eksikliğini çektiği siyasi duruşunu belirlemeye yönelik önemli bir adım atmıştır. Bu atılan adım daha çok Altılı Masadaki aktörler arasında durduğu yeri netleştirmek bakımından anlamlıdır. Ancak daha geniş kitleler için, özellikle de seçmen nezdinde bunun önemi yoktur. Geç kalınmış olsa da bundan sonra atılması gereken adım CHP’nin bu vizyon etrafında oluşturacağı ekonomi politikaları içeren ve bütünlüğü olan bir eylem planını vatandaşa açıklamasıdır. Bu yapılırken kamuoyunun bir beklentisi de, Sayın Kılıçdaroğlu’nun 24 saat çalışacaklarını söylediği bilim insanlarının ve uzmanların nasıl bir kurumsal organizasyon içinde parti ile diyalog içinde olacaklarının açıklanmasıdır. Zira kurumları ve kurumsallaşmayı günümüz Türkiye’sinin sorunlarının çözümünde çare olarak sunan bir partinin bunu kendi bünyesinde de uygulaması yerinde olur.