Kamuoyu yoklamalarının gösterdiği ve bu sürecin dinamizmini kaldırabilecek bir isim üzerinde oydaşmak Türkiye’nin tekrar demokrasi yoluna dönmesi için zorundalık olarak karşımızda duruyor. Altılı masa bugün ikinci tur görüşmelere başlarken son dönemde yaşanılanlar masanın ne durumda olduğuna dair soru işaretlerini artırdı. Kılıçdaroğlu’nun yanımda mısınız çıkışını Akşener’in kimseye bir borcumuz yok ve noter değiliz açıklaması takip etti. Sonrasında Babacan’ın yaptığı açıklamalar da Kılıçdaroğlu’nun yanımda mısınız açıklamasının masanın aldığı bir kararın uzantısı olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. Seçimlere kalan süre giderek azalırken altılı masanın yaşadığı ve yaşayabileceği sorunlar görünür hâle geliyor. Diğer taraftan da yapılması gerekenlerin aciliyeti artıyor. Altılı masada sorun mu var? Altılı masa doğası itibariyle zor bir birliktelik ama aynı zamanda da zorunlu bir birliktelik. Zor çünkü toplamın içindeki her bir parti farklı geleneklerden geliyor. Bunun yanında partiler arasında kurumsallaşma derecesi açısından ciddi dengesizlikler mevcut. Bir tarafta CHP gibi Türkiye’nin en kurumsallaşmış partisi ve uzun yıllardır ana muhalefet partisi konumunda bir aktör. Diğer tarafta İYİP gibi potansiyeli yüksek ama henüz bu potansiyeli gerçekleştirme kabiliyetini ortaya koyamamış ve dolayısıyla kurumsallaşma süreci içerisinde olan bir parti. DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi henüz seçimlere girmemiş ve kendi pozisyonlanmalarını netleştirememiş iki aktör. Son olarak da SP ve DP gibi uzun zamandır sahnede olan ama kitlesel etkinliği kısıtlı aktörler mevcut. Dolayısıyla her bir partinin de kendine ait farklı gündemleri var. CHP muhalefet projesinin hamisi konumunda ve son dönemde muhalefetin birlikteliğinin mimarı. Dolayısıyla masanın en güçlü aktörü. İYİP ise iddialı çünkü sonraki dönemde kendinin sağın asli temsilcisi olacağını düşünüyor. Fakat parti içindeki dengesizlikler, çatışmalar henüz bunun bir kesinlik olduğunu göstermiyor. Aynı zamanda hem DEVA hem Gelecek Partisi benzer tabana oynuyor. Dolayısıyla sağ oyların sonraki dönemde bölünme ihtimali de yüksek. Bütün bu tabloda partiler arası dengesizlikler masanın işleyişini zorlaştırıyor. Aynı zamanda her bir parti üç düzeyde siyaset yürütmek zorunda. Bir yandan parti içinde dengeleri korumak zorundalar. Diğer taraftan yukarıda anlattığım gibi partiler arası siyaseti yürütmek durumundalar. Ve son olarak da ulusal düzeyde ittifaklar arası siyaseti şekillendirmeleri gerekiyor. Bu üç düzeyde siyasetin her zaman birbirine paralel ve destekler nitelikte olmasını beklemek zor. Dolayısıyla altılı masada anlaşmazlıklar olması siyasetin doğasına uyumlu. Tam burada işte bu birlikteliğin zorundalığından bahsetmek gerekir. Birçok defa yazıldığı gibi içinde bulunduğumuz koşullar altında – iktidar partisinin devletin bütün kaynaklarını kullandığı ve yönettiği, medyayı kontrol ettiği, muhalefeti baskı altında tuttuğu ve en önemlisi seçimlerin adil ve özgür olma özelliğini yitirdiği durumda muhalefetin kazanmasının ön koşullarından biri bir arada hareket etmesidir. Ayrıca cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de ittifaklar dışı bir iktidarın mümkün olmamasını yapısal olarak garantiliyor.  Dolayısıyla bu birlikteliğin bitmesi seçimlerin kaybedilmesi anlamına geliyor. Bütün bunların yanında altılı masanın her aktörü geçtiğimiz süreçte kendilerini bu ortaklığa bağlamış durumdalar ve beklentilerin bu kadar arttığı bir dönemde masadan ayrılmanın bedeli her biri için çok ağır olacaktır. Bütün bunlar bu birlikteliği zorunlu kılıyor. Masanın şu andaki temel zorluğu normal siyasetin gerekliliklerini ortaklıkla beraber yürütmek fakat unutmamak lazım ki Türkiye normal siyaset koşullarında değil.
Aday konusuna gelince Türkiye gibi kişilerin, liderlerin çok etkin ve baskın olduğu ülkelerde aday/lider çok önemli. Dolayısıyla iyi bir protokol, iyi bir programla herkes seçilebilir algısı doğru değil.
Peki ne yapılmalı? Son dönemde muhalefet her türlü kazanır algısının artması muhalefetin kazanılan seçim sonrası paylaşıma odaklanmasına neden oluyor. Bu çok tehlikeli bir durum. İktidar hâlâ çok güçlü, hâlâ desteği kendi lehine çevirebilir ve hâlâ şapkadan yeni tavşanlar çıkarma potansiyeline sahip. Cumhurbaşkanı Erdoğan da hiçbir zaman hafife alınmaması gereken bir aktör. Dolayısıyla ne kadar zor olsa da masadaki her bir partinin parti-içi ve partiler arası siyaseti olabildiğince arka plana atması gerekiyor. Çünkü bu seçimler kazanılamazsa varlıklarının devam edeceği bile şüpheli. Bugün karşımızdaki tabloda altılı masa aday konusunda anlaşmış değil ama daha önemlisi henüz bir koalisyon protokolüne de sahip değil. Bu konuda geç kalınmış görünüyor. Toplumun masadan beklentileri artıyor ve henüz masa geçiş sürecinin planını hazırlamış değil. Parlamenter sisteme dönüşte bir mutabakat olduğu belli fakat bu geçişi nasıl, ne zaman, hangi aktörlerle yürütüleceği ve daha önemlisi geçiş sürecinde ekonomi, dış politika, bürokrasi, demokratikleşme süreçlerinin nasıl yönetileceğine dair bir yol haritası mevcut değil. Seçimlerin biraz öne alınacağı düşünülürse muhalefetin çok da vakti kalmadı. Şu anda başlangıçta yaratılan heyecan zayıfladı bunu tekrar hareketlendirmenin tek yolu yukarıda saydığım konularda bir an önce netleşmek. Aday konusuna gelince Türkiye gibi kişilerin, liderlerin çok etkin ve baskın olduğu ülkelerde aday/lider çok önemli. Dolayısıyla iyi bir protokol, iyi bir programla herkes seçilebilir algısı doğru değil. Aday farklı kesimleri arkasında tutabilecek, bunu yaparken de bu zorlu süreci yürütebilecek ve aynı zamanda muhalefetin ortaklık dengelerini koruyabilecek bir isim olmalı. Ama hepsinden önce seçilecek/kazanacak bir isim olmalı. Muhalefet kendi içindeki rekabeti bir kenara bırakıp aday belirlerken bu gerçekliği ön planda tutmalı diye düşünüyorum. Aksi taktirde armudun sapı üzümün çöpü derken bazı isimlerin yıpratılması hiç kimseye faydalı olmayacaktır. Kamuoyu yoklamalarının gösterdiği ve bu sürecin dinamizmini kaldırabilecek bir isim üzerinde oydaşmak Türkiye’nin tekrar demokrasi yoluna dönmesi için zorundalık olarak karşımızda duruyor.