Hizbullah lideri Nasrallah: İsrail’in düzenlediği saldırılar bir savaş ilanıdır Hizbullah lideri Nasrallah: İsrail’in düzenlediği saldırılar bir savaş ilanıdır
Biletlerinizi kontrol eden çalışanlar sizi kapıda pelerinleriyle bekliyorlar. Binayı tek kelimeyle tanımlamaya çalışsam, başlıktan da anlaşılabileceği üzere “ihtişam” kelimesiyle tanımlardım. MetOpera’yı 1883 yılında, kendilerine ait bir tiyatroları olsun isteyen varlıklı iş insanları kurmuş. Gerek New Yorklular gerekse dışarıdan gelenler (en azından sanat/opera sevenler) için New York’un önemli sembollerinden biri MetOpera’nın ev sahipliği yaptığı operalar Lincoln Center’da sahneleniyor. Ben de burada Tosca adlı operayı izleme şansına eriştim ve gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Başlamadan belirteyim, hayatımda ilk kez operaya gittim. Olası hatalı ifadelerimden veya yüzeysel kaçabilecek yorumlarımdan dolayı opera severlerden şimdiden özür dilerim. Metropolitan Opera Binası’nın gösterişli bir bina olduğunu henüz dışarıdayken tahmin edebiliyorsunuz. İçeriye girdiğinizde karşılaştığınız ışıltı da tahminlerinizin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Nitekim biletlerinizi kontrol eden çalışanlar sizi pelerinleri ile bekliyorlar.  Binayı tek bir kelimeyle tanımlamaya çalışsam, bu yazının da başlığından anlaşılabileceği üzere “ihtişam” kelimesiyle tanımlardım. İçeri girmek ise Covid-19 döneminde diğer alanlara girmekten biraz daha zor. Zira ilk defa bir etkinlikte 3. doz aşımı olduğumu gösterir kartıma bakmak istediler. Tosca, Giacomo Puccini tarafından bestelenmiş ve ilk gösterimi 1900 yılında Roma’da gerçekleşmiş üç perdelik bir opera. Esersiyasi sebeplerle hüküm giymiş mahkum Angelotti’nin kiliseye kaçması ve ressam Cavaradossi’nin ona yardım etme kararıyla başlıyor. Tosca da Cavaradossi’nin kıskanç sevgilisi. Opera çok basitçe ifade etmek gerekirse gizli servis şefi Scarpia’nın Tosca’nın kıskançlığını kullanarak Angelotti’ye ulaşmaya çalışmasıyla devam ediyor. Scarpia tabii ki hikayenin kötü karakteri. Opera özellikle ilk perdede yer yer güldürse de aslında bir trajedi. İzleyerek öğrenmek isteyenler olabilir diye eserinkendisi hakkında daha fazla bilgi paylaşmıyorum. Fakat merak edip okumak isteyenler MetOpera’nın internet sitesinden tüm perdelerin özetine ulaşabilir.[1] Opera ana diliyle, yani İtalyanca olarak sergilendi ve biz izleyiciler koltuğumuzun önünde yer alan ekrandan altyazıları takip ettik. Altyazı ekranlarının daha önce yabancı müzikalleri izleme fırsatı bulduğum Zorlu Center’daki gibi sahne çevresinde değil de koltukların önlerinde olması bana ilginç geldi. Bu birden fazla dilde (Almanca ve Fransızca seçenekleri de vardı) altyazı okuma imkanı vermesi bakımından güzel. Fakat ben altyazıların sahneye yakın ekranlarda yer almasını tercih ederdim. Zira aynı anda operayı izleyip önümdeki ekranı okumaya çalışırken biraz zorlandığımı belirtmeliyim. Peki opera biletleri ne kadar? Opera şu ana kadar bana lüks bir aktivite olarak görüldüğü için biraz çekinerek bilet baktığımı ifade etmeliyim. Biletler korktuğum kadar ulaşılmaz değilmiş. Zira sergi veya müze gezebileceğiniz bir fiyata opera izleyebilirsiniz. Tosca’nın bilet fiyatları 30 dolar ile 460 dolar arasında değişiyordu. En pahalı biletler parterre denilen ve orkestranın bir üst katında yer alan bölgedeyken, en uygun fiyatlı bölgeler family circle denilen ve 6. seviyede yer alan kata ait. Ben de tahmin edebileceğiniz üzere family circle katından biletimi aldım. İlk perdeyi izledikten sonra bu kadar arkadan izlemenin odaklanmaya engel olduğunu düşündüm. Sanırım şanslı bir insanım ki, sahne arasında binayı gezip yerimegeri çıkarken asansörde karşılaştığımız bir izleyici arkadaşlarının gittiğini ve family circle katındaysak opera katındaki iki biletini eseri izlemeye gittiğim arkadaşım ve bana verebileceğini söyledi. Tabii ki hemen kabul ettik ve diğer iki sahneyi orkestra katında izleme şansı bulduk. Operayı yakından izlemek gerçekten çok daha farklı bir tecrübeymiş. Opera izlemeye giderken çekindiğim bir diğer konu da (yazının yüzeysel kısmı sanırım burası) ne giymek gerekliliği hususuydu. Gözlemleyebildiğim kadarıyla haklı da bir soru. Zira çoğu kişi şık ve resmi giyinmişti. Öyle ki, kot pantolon giyen iki, spor ayakkabı giyen de üç kişi gördüm. Neredeyse 4000 kişilik salonda herkesin kıyafetine baktığımı söyleyemem; fakat perde aralarında fazlasıyla kıyafet gözlemi yaptığımı itiraf etmeliyim. Çoğu kişi daha kurumsal hayatta giymeye alışık olduğumuz kıyafetler giyse de abiye elbiselerle opera izlemeye gelen seyirciler de vardı. Bir başka ilgimi çeken şey de ilk iki perde arasında bazı kişilerin opera binasında bulunan restoranda yemek yemeleriydi. Araya çıkıldığında yemekler masalarda hazır bekliyordu. Anladığım kadarıyla önceden rezervasyon yapıp sipariş verdiğinizde, yarım saatlik perde arasında yemeğinizi yiyebiliyorsunuz. Operayı benim gözümde herhangi bir sergi ya da müzikalden ayıran da bu oldu. Tüm opera ihtişamının yanı sıra, girerken verilen bilgilendirme kitapçığının içerisinde izleyicileri bir sayfalık mektup bekliyordu: “Ukrayna’nın Yanındayız” (“We Stand with Ukraine”). Metinde Ukraynalıların cesareti takdir edilirken, mağduriyete Putin’in yalanları ve propagandalarının sebep olduğu açık bir dille yazılmıştı. MetOpera, işgal sona erene kadar Putin’i destekleyen veya onun tarafından desteklenen herhangi bir sanatçı veya kurum ile iş birliği yapmayacağını belirtiyordu. Ben de bu vesileyle, ihtişamdan bahsederek başladığım bu yazımı içinde bulunduğumuz dünya düzeninde sanatı siyasetten ayırmak mümkün mü sorusuyla bitiriyorum. Bir sonraki New York tecrübesinde görüşmek üzere. --- [1]https://www.metopera.org/discover/synopses/tosca/
Editör: Ayşegül Kula