İhsan Kamalak yazdı | Mersin’den ulusala bakış CHP, Atatürkçülük ve sosyal demokrasi: Bir tanım önerisi
çağdaş uygarlık düzeyine toplumsal adalet ve demokrasi gibi ilkeler ile ulaşma olarak tanımlanabileceğini öneriyorum. Bu tanım CHP’nin çağdaş uygarlık olarak önüne hangi ülkeleri (ABD mi, İsveç mi?) veya hangi çağdaş uygarlığı koyması gerektiği konusunu da açıklığa kavuşturmaktadır. Bu, Atatürkçülükten ödün vermek değil, devrimcilik ilkesi doğrultusunda yapılmış bir önderidir.
Tarihsel Ortaya Çıkışlar ve Tanımlar
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
CHP, Türkiye’yi kuran parti değil, fakat Türkiye’yi kuranların kurduğu bir parti olarak doğmuştur.
CHP’nin ve modern Türkiye’nin hedefi, ki tanım olarak alınabilir, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmadır. Bu hedef doğrultusunda, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ‘Kurucu Atalar’, Ulusal Bağımsızlık / Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra, sonradan altı ok olarak CHP’nin de ilkeleri yapılan laiklik, cumhuriyet, devrimcilik, halkçılık, devletçilik ve milliyetçilik ilkelerini benimsemişlerdir. Bu hedef ve hedefi gerçekleştirecek ilkeler doğrultusunda, başta siyasal olmak üzere toplumsal ve ekonomik yapıda değişimler yapmışlar; yani devrim gerçekleştirmişlerdir. Devrimin ve bu ilkelerin amacı, ülkeyi-toplumu çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırma olmuştur.
CHP, 1965’te İsmet İnönü’nün ‘ortanın solu’ çıkışı ile sola doğru kaymaya başlamış ve Bülent Ecevit’in liderliği ile sosyal demokrat (demokratik sol) olduğu ileri sürülmüş; hatta sosyal demokratların uluslararası üst birliği olan II. Enternasyonele üye olmuştur. 12 Eylül ara döneminden sonra bu çizgi Sosyal Demokrat Parti (SODEP), ardından SHP olarak yoluna devam etmiştir. CHP’nin sosyal demokratlığı sürekli tartışma konusu olsa da, Türkiye koşullarında genel olarak sosyal demokrat olarak kabul edildiği söylenebilir. Bu süreçte, Atatürkçülüğe vurgu varlığını devam ettirmiştir. Ancak, aşağıda yapılacak olan, CHP ilkeler ile sosyal demokrasi arasındaki özdeşlik üzerinde yeterli tartışmanın yapıldığını söylemek maalesef olanaklı değildir. Benzer tanımlama muğlaklığı sosyal demokrasiye ilişkin de ileri sürülebilir.
Sosyal demokrasi
Reformcu bir hareket olarak çok daha önce ortaya çıkmış olan sosyal demokrasinin çizgisi, 1920’lerde, 1917 Ekim Devrimi akabinde, devrimci / Marksist / komünist hareketten farklılaşarak, netleşmeye başlamıştır. Devrimci hareketle, reformcu / sosyal demokrat hareket arasındaki tartışma 1890’lar öncesine götürülebilse de, en hararetli tartışma, E. Bernstein’ın ‘revizyonizm’ çıkışı ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) içinde yaşanmıştır. Devrimci ve reformcu veya sosyal demokrasi / sosyalizm ve komünizm ayrışması, İkinci Dünya Savaşı öncesinde belirginleşse de, Savaş dolayısıyla bir süre gecikmiş ve 1950-1960’larda kendini iktidar uygulamalarıyla daha açık göstermiştir. Bu dönemde sosyal demokrasi, Bernstein’ın çizgisi ile de uyumlu olarak devrime karşı çıkmış, var olan düzeni (vahşi kapitalizm) demokrasi ve toplumsal adalet ilkeleri doğrultusunda reformlarla aşamalı olarak dönüştürme üzerinde durmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal demokrasi, serbest pazarı dışlamayan Keynesyen iktisat, refah devleti ve istihdam politikaları ile tanımlanmıştır.
Sosyal demokrasinin tanımlanmasına ilişkin yapılan hataların başında, belli bir dönemde sosyal demokrat partilerin uyguladıkları veya uygulamak istedikleri politikalar üzerinden tanımlanması gelmektedir. Böyle bir yaklaşım Bernstein’ın yaklaşımına aykırıdır. Bernstein’ın revizyonizm ile kastettiği, Marksizm’den kopuş değil fakat değişen koşullara uyum sağlamaktır. Yani ulusal ve uluslararası koşullardaki değişimlerin, göz önüne alınmasının altını çizmiş ve demokrasinin önemine, sosyalizme öncel kabul ederek vurgu yapmıştır. Bu noktadan hareketle, sosyal demokrasi, İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulamaları da göz önüne alınarak, (D. Sassoon’un tanımı geliştirilerek) kapitalizmi sosyal/toplumsal adalet gibi ilkeleri doğrultusunda düzenlemeye çalışan veya kapitalizm içinde sosyal/toplumsal adalet güden reformcu bir sosyal hareket olarak tanımlanabilir.
CHP’nin sosyal demokrat olduğuna ilişkin kendi iddiası dışında, Atatürk ilkeleri ile sosyal demokrasi arasındaki özdeşlik üzerinde durulabilir.
İlkeler Arasındaki Özdeşlik
Laiklik, bütün modern / demokratik hareketlerin merkezinde yer aldığından, bir kenarda tutulabilir. Laiklik, demokrasinin öncelidir. Yani laiklik olmadan demokrasi de olmaz.
Cumhuriyet, her ne kadar teknik olarak devlet başkanının doğrudan veya dolaylı olarak seçimle geldiği bir devlet biçimi olsa da, Atatürkçü gelenekte demokrasi ile özdeş tutulmuştur. Ders kitaplarında dahi, cumhuriyet anlatımı, demokrasi üzerinden yapılmaktadır. Bernstein’ın demokrasiyi sosyal demokrasiye öncel olarak aldığını göz önüne alınca, Atatürkçülük ile sosyal demokrasi arasında, demokrasinin önemi konusunda özdeşlik kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Devrimden sonra, devrimciliğin bir ilke olarak tutulması, dogmatik olmama, koşullara göre amaç doğrultusunda politikalar da değişiklikler yapılması olarak düşünülebilir. Diğer bir ifade ile Atatürkçülüğün / CHP’nin devrimciliği, siyasal, toplumsal, iktisadi ve hukuki yapının çağdaş uygarlık düzeyi olarak belirlenen amaç doğrultusunda değiştirilmesini anlatır. Yukarıda da belirtildiği gibi, sosyal demokrasinin revizyonizm ile kastettiği, içinde bulunulan koşullara göre politikaların değiştirilmesidir. Politikalar değiştirilirken, toplumsal adalet ve hareketin önceli olan demokrasi göz önüne alınır.
Hakçılık ile Atatürk’ün altını çizdiği halka dayanma ve sonraki uygulamalar yoksulların / köylülerin refahının artırılması da göz önüne alındığında, sosyal demokrasinin toplumsal adalet ile işçi dostu, gelirin yeniden dağıtımı arasında özdeşlik olduğunu ileri sürebiliriz.
Devletin ekonomi yönetimine müdahale eden olarak varlığı anlamına gelen Atatürkçülüğün devletçilik ilkesi, sosyal demokrasiye uzak değildir. Her ne kadar Cumhuriyetin ilk yıllarındaki koşulların zorlaması ile ortaya atılmış olsa da, devletçilik sonraki yıllarda CHP içinde ekonomiye / serbest pazara müdahale olarak yorumlanmıştır.
Son Söz
CHP’nin çizgisi-dünya görüşü, 1960’ların ortalarında başlayan süreçle yerleştiği sosyal demokrat çizgi üzerinden, çağdaş uygarlık düzeyine demokrasi ve toplumsal adalet ile ulaşma olarak tanımlanabilir. Günümüzde CHP’nin önüne koyması gereken uygar ülke olarak ABD gibi refah devleti olmayan ülkeler değil, İsveç gibi sosyal demokrat refah devletine sahip ülkeler olmalıdır.
Bu amaca doğru mücadelede CHP’nin üzerine düşen özellikle işçi sendikaları olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesidir. Zira bu amaca ulaşmada işçi sendikalarının güç düzeyi çok önemlidir.