İçsel riskler altında Türkiye piyasaları
Belli ki ekonomi yönetimi 2018 ve 2020’deki deneyimlerden ders almış. Erdoğan’ın düşük faiz ve bol kredi politikası hayli tırpanlanarak uygulanıyor; böylece döviz kuru atakları yerine daha çok geleceğe yönelik endişelere dayalı hafif ama sürekli yükselişler yaşanıyor.
İktidar ucuz TL ile, rekabetçi kur adıyla, halkın refahı pahasına olsa da, ekonomideki çarkları döndürmeye devam ediyor. Bu esnada oluşan yoksullaşmayı bütçede daha özenli davranıp akaryakıt üzerindeki vergiyi makul tutarak sağlamak istiyor.
Finansal piyasalarda bir gerginlik mevcut. Bunun altında içsel veya dışsal nedenlerle yeni bir şok yaşanması endişesi var. Dolar kurunda bir miktar daha artış herkesin beklentisi. Enflasyonda belirgin bir düşüş öngörülmemesi devlet tahvili getirilerinin %20’ye yakın seyrine neden oluyor. Dışsal nedenlerin başında herkesin malumu ABD Merkez Bankası Fed. başta olmak üzere merkez bankalarının sıkılaşma eğilimleri var. Yine Çin kaynaklı batık kredilere ilişkin riskler de mevcut. Ancak yurt dışında daha makul bir dönem geçirsek bile, yine de arkamıza rahatça yaslanamayız, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yarattığı risk primi de var.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak iken, çok da haklı nedenlerle, asıl risk faktörü kendisiydi. Görevden azlinin ardından piyasalarda yaşanan gevşeme bu önermenin haklılığını gösterdi. Fakat ipleri nihayetinde tutan kişinin Erdoğan olduğu, Naci Ağbal’ın henüz 5. ayındayken görevden alınmasıyla anlaşıldı. TCMB’nin 6 ay boyunca hata yapacağına dair beklenti Kavcıoğlu yönetiminin kimseyi sebebine ikna edemediği faiz indirimiyle gecikmeli olarak doğrulandı. Bundan sonraki faiz politikasının zamanlaması ve şiddetinde belirsizlik hâkim, kimse TCMB’nin neyi asla yapmayacağını bilmiyor.
Bununla birlikte geleceği sürekli geçmişte yaşananlarla öngörmeye çalışmak, beklentileri gerçekleşecek olandan daha karamsarlaştırmaya neden olabilir. Örneğin Başkan Kavcıoğlu, Mart ayında atanmasının ardından ani bir faiz indirimi yapılmayacağı ve reel faiz verileceğini vurgulama ihtiyacı hissettiği gibi, çekirdek enflasyon bahanesiyle yapılan faiz indiriminin tek kıstas olmadığını da bu hafta vurguladı. Yani 2019’daki gibi hızlı gerçekleşmesi beklenmeyen faiz indirimlerinin endişe edilen aylık %1 düzeyindeki adımlardan da yavaş olabileceğini ve küresel navlun ve emtia fiyatlarındaki artışın sürmesi halinde ara bile verilebileceğini ima etti.
PARASAL BÜYÜKLÜKLERDE ÖLÇÜLÜLÜK VAR
Tek başına bu yorum fazla iyimserlik içerebilir, bu nedenle TL’nin politika faizi kadar miktarını ifade eden likiditeye ve onun ana belirleyicilerinden kredi büyümesine bakmakta fayda var. TCMB’nin tercih ettiği ve kapsamı geniş para arzı ölçütü olan M3’ün son 1 yıldaki artışı %22,2 yani bu yıl için beklenen %17 enflasyon ve %8 büyüme hedefi toplamından kopuk değil, hatta daha mütevazı. Tabii bu veriye 2 yıllık baktığımızda %59,2 oranını görüyoruz, yani pandemi kaynaklı uygulanan parasal genişlemenin etkisi hala aşikâr. Ancak bu durumun yarattığı dolarizasyon ve mevcut kur seviyesi zaten yaşandı, dolayısıyla son 3 aylık eğilim daha önemli ve o da %6,1. Tüketici kredilerinde ise 2 yıllık büyüme oranı %73,1. Son 1 yılda %10,7 ve son 3 ayda %4,0. Yani 2020’deki çılgınlıklar sonrasında gerçek anlamda bir parasal sıkılaşma yok, yine de parasal normalleşme var. Üstelik büyümenin ivme kaybetmesi ve pandemi kaynaklı belirsizlikler sürmesine rağmen. Belli ki ekonomi yönetimi 2018 ve 2020’deki deneyimlerden belli ölçüde ders almış. Erdoğan’ın savunucusu olduğu düşük faiz ve bol kredi politikası hayli tırpanlanarak uygulanıyor; böylece döviz kuru atakları yerine daha çok geleceğe yönelik endişelere dayalı hafif ama sürekli yükselişler yaşanıyor.
MALİYE POLİTİKASI ÖZENSİZ DEĞİL
Bir de maliye politikasına bakalım. Yılbaşından bu yana toplam bütçe açığı 37,5 milyar TL ile beklentilere göre oldukça olumlu. Bu durumun arkasında vergi barışı ile elde edilen gelirler ve kurumlar vergisindeki artış var. TCMB’nin yedek akçesi gibi şapkadan çıkarılan bir tavşan yok, kamu bankalarının düşen karları ise hesaplara 2022’de olumsuz yansıyacak. Bu performansın altında akaryakıt satışlarından kazanılan ÖTV gelirlerinin payı yok, ötesi devlet daha önce fahiş düzeyde topladığı ÖTV’lerden epey feragat ediyor. Tabii buna Erdoğan’ın dediği gibi fedakârlık dememek gerekiyor, çünkü Saray harcamaları tam gaz devam ediyor. Son dönemde yaşanan akaryakıt zamlarının ardında durumu sürdürülemez hale getiren petrol fiyatlarındaki artış ile değer kaybı normalleşen TL bulunuyor. İktidar ucuz TL ile, rekabetçi kur adıyla, halkın refahı pahasına olsa da, ekonomideki çarkları döndürmeye devam ediyor. Bu esnada oluşan yoksullaşmayı bütçede daha özenli davranıp akaryakıt üzerindeki vergiyi makul tutarak sağlamak istiyor. Bu strateji de ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın ana nedenlerinden biri.
HAFİF KÖTÜLEŞME YENİ NORMAL
Özetle dış faktörlerin yarattığı stres kadar içerideki riskler de hesaba katılmalı ve bunların başında Erdoğan’ın ekonomi teorisi geliyor. Fakat mevcut uygulama bu teorinin hayli ölçülü uygulandığını gösteriyor. Neticesinde büyük patlamalar yaşanmıyor, ancak döviz kuru artışları da normalleşiyor. Tabii Erdoğan’ın bundan sonraki baskısı da etkili olacak. Seçim dönemi yaklaştıkça kısmen uygulanan politika disiplini yumuşatılacak. Fakat bu sürecin sonunda Erdoğan politik olarak ağır yaralı çıkacak. Kavcıoğlu’nu görevden alarak ondan daha çok kendisine yakın birini bulması kolay değil. Muhtemelen bir müddet daha sabırlı davranacak; sonrasında sert bir hamle yapabilecek kadar güçlü kalıp kalmayacağını göreceğiz. İktidar değişimine yaklaşıldıkça en kötüye yakalanmadan sıyrılma ihtimalimiz de artacak.
Diğer taraftan AKP iktidarı dış politikada yeni maceralara atılırsa, milli güvenlik için doğru veya yanlışlığını bir kenara bırakarak söylüyorum, yeni bir S-400 veya Suriye’de operasyon macerası başlar ve ABD ile Rusya ile ilişkiler gerginleşirse, işte o zaman henüz fiyatlanmamış bu riskler mevcut beklentilere hızlı bir şekilde yansır. Unutulmaması gereken suyun altında oksijen tüpünün doluluğu kadar kalınabileceğidir, yani TCMB döviz ve altın net rezervleri swaplar düşüldükten sonraki -37,5 milyar dolar miktarıyla pek derinlere inilemeyeceğidir.