İbrahim’in atıldığı ateş nasıl söner? Bir düşünün “abiler”

Abone Ol
Mesele, bakanlık verip vermeme meselesi değil; diplomatik hassasiyeti yüksek bir konuda, üzerine vazife olunmayan bir konuda ahkam kesmektir.

Loading...

Mancınığın nasıl icat edildiğini bilir misiniz? Bir bilimsel açıklaması vardır elbet; benim aktaracağım daha çok bir rivayet ve “Hileler Kitabı”nda anlatılıyor. Rivayet o ki Nemrut, İbrahim’i yakmak için kocaman bir kuyu kazdırır; toplattığı odunların üzerine petrol döktürerek yaktırır. Öyle bir alev oluşur ki gökte uçan kuşların bile soluğunu kesip, aşağı düşmesine neden olur. Ama bir sorunu vardır Nemrut’un… Alevlerin şiddeti nedeniyle ateşe yaklaşılamadığı için kimse İbrahim’i o ateşin içine atamaz. Çaresizdir Nemrut; ne yapacağını bilemez halde dolaşırken, karşısına sırtında baltası olan ihtiyar bir marangoz çıkar. MESELE, KARINCA OLABİLMEKTİRNedir derdin? Niye böyle düşüncelisin?” diye sorar ihtiyar marangoz. “Bu ateşi şu adamı içine atmak için yakmıştım ama…” demiş Nemrut. İhtiyar marangoz, cesaretlendirir Nemrut’u: “Sana öyle bir alet yapacağım ki elini sıcak sudan soğuk suya vurmadan bu sorunu halledebileceksin.” "Nasıl bir alet ki bu?” diye meraklanır Nemrut ve adamları. İhtiyar Marangoz, eline bir odun parçası alır ve yapmak istediği aleti toprağın üzerine çizer. Rivayet o ki “yap” der Nemrut… Ve İbrahim, ihtiyar marangozun yaptığı o aletle ateşin içine atılır. O alete “mancınık” denilmiş. Rivayetin asıl ilginç tarafı, ihtiyar marangoz kılığına giren ise İblismiş ve her zaman olduğu gibi insanlığın geleceğini kötülükle karartmakmış bütün amacı. Nazım’ın dizeleri de bunu anlatır: “Şeytanlar zalim olur, zalimler: yalancı, kurnaz, ama zalimler akıllı olmaz.” Mancınığı icat ederek, İbrahim’in ateşe atılmasına vesile olan İblis rivayetine karşı o sırada orada bulunan karıncanın ateşi söndürmek ve İbrahim’i kurtarmak için su taşıdığına ilişkin meseli de hatırlatmak isterim elbette… İnsanlık tarihinin özetidir bu! Tarih boyunca iyiyle kötü, güzel ile çirkin, haklı ile haksız, gerçek ile yalan hep karşı karşıya gelmiş ve biliriz ki eninde sonunda iyinin galip, haklının üstün gelme ve güzelin beğenilme, gerçeklerin açığa çıkma gibi bir huyu vardır. Şeytan, kötülük yapmak için kılıktan kılığa girerken; “bu halinle mi o koca ateşi söndüreceksin?” diye kendisini küçümseyenlere karıncanın verdiği, “söndüremezsem de tarafım belli olur” cevabını unutacak değiliz. ADAY BELLİ DEĞİLKEN, BAKANLIK DAĞITMAK… “Doğru duvar yıkılmaz” sözünün kaynağı da bu duruştur. Teşbihte hata olmaz. İktidarın ve ona iliştirilmiş bulunan yandaş medyanın sağlı sollu bir biçimde, Altılı Masa’ya yönelik “adayınızı açıklayın” zorlaması yaptıklarını biliyoruz. Buna mukabil Altılı Masa, olabildiğince diplomatik bir dille “zamanı gelince” adayını açıklayacağını dile getirdiğini de… Cumhurbaşkanı adaylığı gibi simgesel öneme sahip bir konumu dahi bir planlama çerçevesinde açıklamayı benimsemiş Altılı Masa dururken, zaman zaman, altı partiden birine mensup herhangi bir “Eski Zaman Yetkilisi”nin “mevki” dağıtma pozisyonuna bürünmesi, bir “kötü niyet” içermiyorsa da “iş bilmezlik” olduğu kesindir. Normal koşullar altında gülünüp geçilebilecek bir durumdur bu ama ince eleyip sık dokuma prensibine sahip bir ittifakın yetkilileri dururken, “kerameti kendinden menkul” bazı isimlerin, kendilerine sorulan soruya, “bakanlık verebiliriz” cevabını vermesi, en hafif haliyle siyaset bilmemektir.
Kimsenin hele hele kurtuluş ve kuruluş sürecine önderlik etmiş geleneğe sahip bir partinin mensuplarının “rol çalma” girişimlerine sıcak bakılamaz. Çünkü çok nazik bir süreçten geçiyoruz.
Mesele, bakanlık verip vermeme meselesi değil; diplomatik hassasiyeti yüksek bir konuda, üzerine vazife olunmayan bir konuda ahkam kesmektir. Mesele, cesaret meselesi de değildir. Mustafa Kemal tarihin gördüğü en cesur insanlardan biridir ve Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra yenilmiş işgalci orduya karşı taarruz yapmaktan geri durduğu gibi neden taarruz yapılmadığını ilgilisi dışındakilere anlatmakta imtina etmişti. Günlerce TBMM’de tartışılan bu konuda, - Mustafa Kemal, taarruz gününe ilişkin deyim yerindeyse “ser verip sır vermemişti”. Üstelik taarruz planı hazırken bile bilgilerin dışarı sızmaması için Akşehir’de ordu birlikleri arası futbol karşılaşması düzenletip, maç henüz devam ederken, bağlı komutanlara taarruz planını anlatacak kadar da gizlilik kuralına titizlikle uymuştu. Sonrasını biliyoruz; öyle bir zaman aralığında taarruz yapılmıştı ki beş gün içinde sonuç alınmış, sonrası da çorap söküğü gibi gelmişti. Tarih, bir aynadır; bakmasını bilenler için alınabilecek dersleri yansıtma potansiyeline sahip bir ayna… Dünü analiz edip, geleceğe bakanlar, istedikleri sonucu alabilirler; bu nedenledir ki kimsenin hele hele kurtuluş ve kuruluş sürecine önderlik etmiş geleneğe sahip bir partinin mensuplarının “rol çalma” girişimlerine sıcak bakılamaz. Çünkü çok nazik bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte sorumluluk sahibi herkesin yapması gereken şey, yakılan ateşi söndürüp İbrahim’i kurtarabilmek için “karınca kararınca” su taşımaktır.