Kültür varlıklarının korunması geçmişi anlamak, insanlığın ortak değerlerini özümsemek ve belki de emeğe saygı göstermeyi öğrenmek bakımdan çok kıymetli. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmaları da takdir etmek gerekiyor.
Loading...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Dairesi Başkanlığı (İBB Miras), kültür varlıklarının bakım, onarım, restorasyon çalışmalarını gerçekleştirirken aynı zamanda bu çalışmaları vatandaşlara tanıtma kararı almış. Bu doğrultuda çeşitli şantiye gezileri düzenliyor. Ben de geçtiğimiz Cumartesi Bukoleon Sarayı Şantiyesi gezisine katılıp tecrübemi sizlerle paylaşmak istedim.
Şantiye gezisine katılmak için bir form doldurmanız gerekiyor. Bu formda isminizi, iletişim bilgilerinizi, mesleğinizi, görmek istediğiniz şantiyeyi, görmek isteme sebebinizi ve uygun olduğunuz tarihleri paylaşıyorsunuz. Bir süre sonra da gezinin saat ve ulaşım bilgileri size iletiliyor. Bana cevap epostası, gezi tarihinden yaklaşık 3 hafta önce gelmişti. Bukoleon Sarayı Şantiyesi veya Rumeli Hisarı Şantiyesi gezisi ile ilgilenenler için başvuru formunu paylaşıyorum.
[1]
Tarihi yarımadanın Marmara Denizi kıyısında, Çatladıkapı civarında bulunan Bukoleon Sarayı Şantiyesi'nde 20-25 dakika süren gezimize iki restoratör eşlik etti. Bu vesileyle gezimizdeki restoratörler Buket Hanım ve Mehru Hanıma da zamanları için teşekkür ediyorum. Şantiye gezisi sarayın tarihine ilişkin bilgilendirme ile başladı. Bukoleon Sarayı (tahminen) 5. yüzyılda Bizans imparatoru II. Theodosius tarafından inşa edilmiş ve saraya 9. yüzyılda eklentiler yapılmış. Saray şu an (benim anladığım kadarıyla) iskele, salon/müştemilat ve fenerden oluşuyor. Saray, ismini sarayın kapısına konulmuş olan aslan heykellerinden alıyormuş. Bu heykellerin örnekleri şu an İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Belki o müze hakkında da bir gün yazarım.
UNESCO’nun Dünya Mirasları listesinde yer alan Bukoleon Sarayı, Ayvansaray’daki Tekfur Sarayı yapılınca önemini kaybetmeye başlamış. Osmanlı döneminde ise harap haldeymiş. Sarayın tren rayı, tünel gibi altyapı faaliyetleri sebebiyle 19. ve 20. yüzyıllarda daha da zarar gördüğü söylendi. Altyapı yatırımları ülkelerin gelişimi için önemli olsa da bu yatırımlar sırasında kültürel mirası koruma gerekliliğinin de bu vesileyle altını çizelim.
Sarayın tarihine ek olarak restorasyon çalışmalarının nasıl yapıldığı bilgisi paylaşıldı. Beni en çok etkileyen bilgiler de bunlar arasındaydı. Bir nevi “sahipsiz” bu sarayın içerisinde ateş yakıldığı için duvarlar isle kaplanmış. Bu is bazen tazyikli suyla yıkanarak bazen ise fırça ile elle veya kumlama yöntemiyle temizleniyormuş.
Restorasyon sırasında doldurma için yapının özgün malzemesinin kullanıldığı ve bu malzemenin yılına kadar tespit edilmesi için örnek alınıp analiz edildiği bilgisi de önemliydi. Bu vesileyle de aslında bu kültür varlıklarının topluma geri kazandırılmasının arkasında ne çok emek olduğunu anlamış oluyorsunuz. İlginç olduğunu düşündüğüm diğer bilgi de yapının bitkilenmesinin aslında yapıya zarar vermesiydi. Betonların arasından ağaç dalları çıktığında “ne güzel doğa direniyor” diye düşünen bir insan olarak bu ağaçların kültür varlıklarına zarar verme ihtimaline üzüldüm.
İskele olarak kullanılan kısımda ise zemine ulaşabilmek için geniş çaplı bir kazı çalışması yapılmış. Bu kazı çalışmasında çıkarılan kalıntılar da ayrıca dışarıda sergileniyor. Bu alanın arka kısmında Bakanlık tarafından kazılara devam edildiği bilgisi verildi. Kazıya devam edilen yerler henüz görülemiyor, fakat bu alanda sarnıç ve İstanbul’un ilk çeşmesi olduğu söylendi. Kazıların tamamlanmasını heyecanla bekliyorum. Bu arada iskele kısmının kazısı sırasında iskeletler de bulunmuş ve bu iskeletlere dair araştırmalar devam ediyormuş. Bu alandan maalesef fotoğraf paylaşamıyorum; zira güvenlik sebebiyle fotoğraf çekmek yasak. Hatta geziye başlamadan fotoğraf çekmeyeceğinize dair bir belge imzalıyorsunuz.
Restorasyon tamamlandığında, yani bir-bir buçuk sene içerisinde bu sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesi planlanıyor. Bu müze ileride çok daha geniş bir alana da yayılabilir. Zira sarayın yanlarında bulunan evlerin altında da Osmanlı son dönemlerine ait kalıntılar olabileceği fakat yapılar tescilli olduğu için kazı yapılamadığı belirtildi. İleride tüm bölgede kazı çalışması yapılabilirse Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarını aynı anda gezebiliriz!
Restorasyon tamamlandığında, yani bir-bir buçuk sene içerisinde bu sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesi planlanıyor. Bu müze ileride çok daha geniş bir alana da yayılabilir.
Söz konusu şantiye gezisi olunca katılımcıları da insanlar merak ediyor. Alanda öğretmenleri ile gelen öğrencilerden, yaş almış insanlara kadar (tam sayamasam da) otuz kadar kişiydik. Gün boyu gezi gerçekleştirildiği düşünüldüğünde şantiye gezisine ilginin yoğun olduğu tespitini yapmak yanlış olmaz. Kültürel mirası merak eden vatandaşların olması sevindirici.
Şantiye gezisinde sorulması gereken sorulardan biri de ne giymeli sorusu? Rahat bir kıyafet giymek tabii ki önemli. Ama en önemlisi kaymayan ayakkabılar! Hele de benim gibi yağmurlu bir günde gittiyseniz. Bu arada belirtmek gerek geziye başlamadan sizinle kask ve yelek de paylaşılıyor.
Kültür varlıklarının korunması geçmişi anlamak, insanlığın ortak değerlerini özümsemek ve belki de emeğe saygı göstermeyi öğrenmek bakımdan çok kıymetli. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmaları da takdir etmek gerekiyor. Tabii, bu varlıkların korunmasının Devletin Anayasal bir görevi olduğunu da hatırlatmak gerek. Tarih/kültür öğrenimine katkısı bir yana, bu gibi gezilerin yerel yönetime katılım bilincini geliştirmesi bakımından kıymetli olduğunu düşünüyorum. Seçtiklerimiz ne gibi faaliyetler yürütüyorlar sorusunun cevabını yerinde görebiliyorsunuz. Şantiye gezisi tek başına katılım kültürünü elbette sağlamaz; fakat bu gibi gezilerin etkisiyle belki vatandaş olarak karar ve yönetim mekanizmalarına katılma konusunda motive olabiliriz.
Bir sonraki tecrübede görüşmek üzere.
[1]https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSdYg2InJUHpwlJ6xZp8n_GCUhUIZnxRmbzI2J_KQybyMzsWjQ/viewform