Hukuk yoksa…

Abone Ol
Faiz sebep, enflasyon sonuç, değildir, bunu ilkokul çocukları bile öğrendi ama hukuk sebep, ekonomi sonuçtur ve Türkiyeye artık konut hariç yabancı sermaye girmiyorsa bunun sebebi hukuki öngörülebilirliğin yok edilmesidir. Farkında mısınız bilmem ama Türkiye’de özellikle son birkaç yılda muhalefetin söylemi “istemezükçülükten” çok farklı bir yola girdi. Elle tutulur, kaynağı belli, somut çözüm önerileri açıklanıyor. Tabii her şeyin başı ekonomi olarak görüldüğünden partiler de önceliği bu alana verdiler. Gelecek Partisi, yakın dönem Türk siyasetini dönüştürme gücüne sahip olan o taş gibi “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli” haricinde de, Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanı Kerim Rota ve ekibinin hazırladığı “Ekonomide Gelecek Modeli” ve “Yıkımdan Çıkışın Yol Haritası” gibi çok değerli iki metni kamuoyuna açıklamıştı. Dün ise “Gelecek Adalet Modeli - Yargıda Yapısal Reform” açıklandı. Çok önemli bulduğum bu modeli televizyonlar görmemeye büyük gayret gösterdiği için partinin sosyal medya hesaplarından takip ettim. Açılış konuşmasında “adalete güven zayıfladığı anda toplumu bir arada tutan maya çözülür, dağılır,” diyen Ahmet Davutoğlu, adaletin olmadığı hiçbir siyasi düzenin yaşayamayacağı vurgusunu yaparken bugünkü sorunu da şöyle tarif etti: “Bugün karşı karşıya kaldığımız en temel sorun, hukukun, adaletin bir hak dağıtma ve ahlaki olarak gücü denetleme alanı olmaktan çıkıp güç biriktirme alanı olarak görülmesidir.” Türkiye’nin hukuk macerası ne yazık ki bir türlü o arzu edilen seviyeye gelemiyor. İstiklal Mahkemeleri’nden Yassıada’ya, 12 Eylül’de Kenan Evren’in önünde el pençe duran yüksek yargıdan 28 Şubat’ta Genelkurmay’da brifing alan yargıçlara, ne karar vereceğini Pensilvanya’ya soran bir kliğe… İstiklal Mahkemesi’ne düşmüş insanların psikolojilerini Kurt Kanunu’nda Kemal Tahir, Kavak Yelleri’nde Reşat Nuri anlatır. Görürsünüz ki, hukuk, İstiklal Mahkemesi’nde birkaç kişinin o anki kararıdır. Maalesef, hukuk bugün de en kötü günlerini aratır halde… Böyle olduğunda da Türkiye hem uluslararası alandaki itibarını yitiriyor hem de, işte görüyoruz, imkân sahibi, dünyada geçerli bir mesleği olan herkes Türkiye’den gitmeye çalışıyor. İngiltere’den çöp ithal ederken doktor ihraç eder hale geldik. Otosansür, biliminsanları ve gazeteciler için iyice sıradanlaşırken ekonomi alanında da sekiz senedir düzenli olarak milli geliri düşen, fakirleşen, enflasyonu patlayan bir ülkeye dönüştük. “Faiz sebep, enflasyon sonuç,” değildir, bunu ilkokul çocukları bile öğrendi ama “hukuk sebep, ekonomi sonuçtur” ve Türkiye’ye artık konut hariç yabancı sermaye girmiyorsa bunun başlıca sebebi hukuki öngörülebilirliğin bu iktidar tarafından tamamen yok edilmesidir. Şimdi anketlerde en yakıcı sorun olarak karşımıza “ekonomi, enflasyon ve hayat pahalılığı” çıkıyor ya, işte bunun özünde yatan sebep hukukun tesis edilememesidir. Güçlü bir hukuk sisteminin olduğu yerlerde ifade özgürlüğü de, yatırım da kendiliğinden gelir. Hukuk ve Seçim İşleri Başkanı Ayhan Sefer Üstün, adli teşkilatın yapılandırılmasına dair üç başlığı şöyle sıraladı: “Yargıda yapısal reform üç temel sütun üstünde yükselir. Birincisi, zihniyet yenilenmesi. İkincisi, yapısal yenilenme. Üçüncüsü de, süreç yenilenmesi.” Üstün, bu başlıkları sıralamakla yetinmedi, yenilenmenin hangi yol ve yöntemle yapılacağını da anlattı. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisinin mimarı Serap Yazıcı’nın anayasa yargısına dair konuşması ise her zamanki gibi altı çizilecek bölümlerle doluydu. Serap Yazıcı denince benim aklıma “vakar” geliyor. En çetrefil meseleler önüne getirildiğinde, işte ancak onun gibi birkaç çok üst düzey hukukçuda olan vakar ile yaklaşıp “demokrasinin ve çoğulculuğun ruhuna” en uygun hükmü veriyor. Zaten Serap Yazıcı’yı -tıpkı Ergun Özbudun gibi- benzersiz kılan özellik bence tam olarak burada yatıyor: Sadece demokrasiyi ve çoğulluğu gözeten bir hukuk sistemini yıllardır hiç eğilip bükülmeden yürürlüğe koyma çabası. Hukuk ille de kanunun bilmem kaçıncı maddesinin bilmem kaçıncı fıkrasında yazdığı ile yapılamaz çünkü, dünyanın en iyi maddesi de olsa bambaşka anlamlar yükleyenler bulunabilir. Hukukçunun vicdanı topluma örnek olmalı, kimse o kişinin verdiği kararın arkasında farklı saikler aramamalı. Demokrasiyi, çoğulculuğu savunmak, bütün kararlarda “kamunun azami yararını” gözetmek, azınlıkların haklarını çoğunluğa ezdirmemek ama bunu yaparken de çoğunluğu azınlığa mahkum etmemek… “Anayasa yargısı, anayasanın üstünlüğü ilkesinin en önemli teminatıdır,” diye sözlerine başlayan Yazıcı, kanunların anayasaya uygunluk denetiminin olmadığı bir sistemde anayasanın üstünlüğü ilkesinin hiçbir önemi kalmayacağını vurguladı. Serap Yazıcı’yı dinlerken not alıyorum… Anayasa Mahkemesinin 17 üyeden oluşması, şimdilik en az sekizinin kadın olması, üyelerin seçilebilmek için 45 yaşı tamamlamış olmaları ve diğer yeterlilik özelliklerini de karşılamaları gerekecekmiş. Bu 17 üyenin 5’i Yargıtay, 3’ü Danıştay, 2’si Sayıştay Genel Kurullarının kendi üyeleri arasından her boş yer için üç katı kadar fazla oranda seçecekleri adaylar arasından TBMM tarafından belirlenecekmiş. 4 üye üniversitede siyaset bilimi veya kamu hukuku profesörlerinden ve 3 üye ise avukatlar arasından seçilecek ve en az 20 yıllık kıdem esası aranacakmış… Bu detayları uzun uzun yazmama gerek yok, meraklısı açıp siteden bütün detayları okuyabilir. Serap Yazıcı’ya güveniyorum. Serap Hoca böyle diyorsa demokrasi ve çoğulculuk açısından demek ki en uygun formül budur diye düşünüyorum. Dinlediğim konuşmalarda bütün detayların düşünüldüğü, tartışıldığı ve en makul önerilerde buluşulduğu anlaşılıyor. 12 Aralık 2019 tarihinden beri Türkiye’de muhalefet eden partiler “istemezük” tavrını bir kenara atıp nitelikli kadrolarla, birbirinden sağlam, ayakları yere basan öneriler getiriyorlar. Serap Yazıcı, Kerim Rota, Serkan Özcan gibi isimlerle çok güçlü bir kadro hareketi oluşturan Ahmet Davutoğlu, kamuoyuna ilan ettiği birbirinden önemli model ve eylem planlarıyla Türkiye’de yepyeni bir muhalefetin öncülüğünü yapıyor.