İBB başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında yakın zamanda verilen karar, iktidarın adalet sistemini kullanarak siyasi bir dizayn peşinde olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak İBB hakkında açılan terör soruşturması da iktidarın yerel yönetimlerin iradesinin nasıl rehin aldığının da göstergesi. Gelecek Partisi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı kaleme aldı.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin en ağır ekonomik sorunlarıyla karşı karşıya olduğu, nüfusun önemli bir bölümünün gelir düzeyinin açlık ve yoksulluk sınırının altına düştüğü, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana belki de ilk kez çocukların ve gençlerin gıdasız kalmalarının yol açacağı sorunların tartışıldığı şu günlerde, ülkenin gündemi, zamanı ve enerjiyi tüketen yapay sorunlarla meşgul ediliyor.
Sözü uzatmaya gerek yok! Türkiye, 14 Aralık’tan bu yana İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği 2 yıl 7 ay 15 günlük ceza hükmünü ve bu hükmün yol açması muhtemel hukukî sonuçları tartışıyor. Bu yazıda İstanbul seçmeninin iki kez Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçtiği Ekrem İmamoğlu için devam etmekte olan yargılama ve soruşturma süreçlerinin muhtemel hukukî sonuçlarını ele alacağım.
2 YIL 7 AY 15 GÜNLÜK CEZA HÜKMÜNÜN YARATACAĞI SONUÇLAR
14 Aralık’ta Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Ekrem İmamoğlu hakkında hükmettiği 2 yıl 7 ay 15 günlük ceza, Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin 3. fıkrasındaki kamu görevlisine karşı hakaret suçuna dayanmaktadır. Hatırlanacağı gibi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında şu sözleri sarf etmiştir: “Avrupa Parlamentosu'na gidip, Türkiye'yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek.” Ekrem İmamoğlu ise bu sözlere cevaben “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır.” ifadesini kullanmıştır.
[1] Böylece İmamoğlu hakkında dava açılmış ve sonuçta Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi, 14 Aralık 2022’de yukarıda değindiğimiz cezaya hükmetmiştir.
Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14 Aralık’ta açıkladığı karardan itibaren Türkiye kamuoyu, Ekrem İmamoğlu’nun siyasi geleceğini çeşitli olasılıklar çerçevesinde tartışmaktadır. Tartışmalar özü itibarıyla şu iki noktaya odaklanmıştır:
- İmamoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 ay 15 günlük ceza hükmü, Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından onaylanarak kesin hükme dönüştürülür mü?
- Ceza hükmü kesinleştiği takdirde İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayı olabilir mi?
- İmamoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 ay 15 günlük ceza hükmü, Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından onaylanarak kesin hükme dönüştürülür mü?
Bu soruya cevap verebilmek için davaya konu teşkil eden fiilin hukukî çerçevesini tanımlamak gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye eski yargıcı Dr. Rıza Türmen’in haklı olarak işaret ettiği gibi
[2] uyuşmazlık konusu fiil, Anayasamızın 26. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesiyle düzenlenen ifade hürriyeti kapsamındadır. İfade hürriyetinin meşru sınırlarının ne olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Handyside kararından itibaren şöyle tanımlanmıştır: “ifade özgürlüğü … yalnızca lehte ya da zararsız bilgi ve ifadeler için değil, aynı zamanda devlet ya da toplumun bir bölümü için incitici, şoke edici ya da rahatsızlık verici bilgi ve fikirler için de geçerlidir. Bunlar demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir.”
AİHM’nin bu tanımı karşısında İmamoğlu’nun sözlerinin, ifade hürriyetinin meşru sınırları içinde olduğu düşünülmelidir. Hatırlanacağı gibi Türkiye, 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylamış, 1987’de AİHM’ye bireysel başvuru hakkını, 1989’da AİHM içtihatlarının bağlayıcılığını kabul etmiştir.
Dahası, 2004’te Anayasanın 90. maddesine Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunların üzerinde olduğu hükmü eklenmiştir. Bu açıklamalar, Ekrem İmamoğlu’nun davaya konu teşkil eden sözlerinin ifade hürriyetinin meşru sınırları içinde değerlendirilerek Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi kararının bozulması ve beraate hükmedilmesi gerektiğini göstermektedir.
AİHM’nin ifade özgürlüğü tanımı karşısında İmamoğlu’nun sözlerinin, ifade hürriyetinin meşru sınırları içinde olduğu düşünülmelidir.
Nitekim Dr. Rıza Türmen’in görüşleri de bu yöndedir. Türmen’e göre, “İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği karar, (…) Anayasa 26. madde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün açık bir ihlali”dir. Öte yandan Türmen, “AİHM'in hakaret davalarında hapis cezası verilmesini orantısız bulan ve bu nedenle 10. Maddenin ihlaline hükmeden pek çok kararı” olduğunu belirtmektedir.
Türmen’e göre “İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin İmamoğlu'na verdiği hapis cezasının ve bu da yetmezmiş gibi TCK md.53/1 maddeyi uygulayarak siyasal haklardan yoksun bırakılmasının orantısız bir ceza olduğu konusunda en ufak bir kuşku yok”tur. “Sadece bu bile, kararın AİHM'den dönmesi için yeterli bir neden”dir.
[3]
Burada tartışılması gereken önemli bir husus ise Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14 Aralık’ta verdiği ceza hükmünün istinaf ve temyiz aşamalarının hangi sürede tamamlanacağı meselesidir. Ceza yargılamasında tecrübe edinmiş hukukçular, istinaf ve temyiz aşamalarının bir buçuk yıldan önce tamamlanmasının mümkün olmadığı kanısındadır.
[4]
Ancak aralarında Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın da yer aldığı bu hukukçular, İmamoğlu yargılamasında istinaf ve temyiz süreçlerinin hızlandırılabileceği endişesini taşımaktadır.
[5] Bu endişe gerçekleştiği takdirde, kamuoyunun adalete ve hukuka olan güveni bir kez daha sarsılabilecektir.
- Ceza hükmü kesinleştiği takdirde İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayı olabilir mi?
2 yıl 7 ay 15 günlük ceza hükmü kesinleştiği takdirde Ekrem İmamoğlu’nun milletvekili seçilme yeterliliği ortadan kalkacak; böylece İmamoğlu, Cumhurbaşkanlığına seçilme yeterliliğini de kaybedecektir. Anayasanın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesi, 2. fıkrasında “taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar (…) affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.” hükmüne yer vermektedir.
Anayasa, 101. maddenin 1. fıkrasında Cumhurbaşkanı seçilebilmek için aranan diğer şartlar yanında “milletvekili seçilme yeterliliğine sahip” olmak ifadesine yer vermiştir. Bu düzenlemeler karşısında, hakkındaki ceza hükmünün kesinleşmesi üzerine milletvekili seçilme yeterliliği ortadan kalkan İmamoğlu, Cumhurbaşkanı seçilme yeterliliğini de kaybedecektir.
İMAMOĞLU HAKKINDA BAŞLATILAN DİĞER SORUŞTURMANIN ÖNEMİ
Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği 2 yıl 7 ay 15 günlük ceza hükmü, kendisinin Cumhurbaşkanlığına adaylığını önleyecek sonuçlar doğursa da bu ceza hükmü, İçişleri Bakanının Anayasanın 127. maddesinin 4. fıkrasına dayanmak suretiyle İmamoğlu’nu geçici bir tedbir olarak görevden almasını sağlamamaktadır.
Çünkü 127. maddenin 4. fıkrası, İçişleri Bakanına ancak görevle ilgili suçlar yönünden geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırma yetkisi sunmaktadır. 127. maddenin 4. fıkrası şöyledir: “Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.” Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği hüküm, Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin 3. fıkrasına dayanmakta; bu fıkrada tanımlanan kamu görevlisine karşı hakaret suçu ise görevle ilgili bir suç teşkil etmemektedir.
15 Temmuz darbe teşebbüsünü bastırmak amacıyla ilan edilen olağanüstü hâl yönetiminde kabul edilen olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri, yerel yönetimleri güvencesiz kılacak hükümler içermiştir.
Ne var ki 22 Aralık’ta basında yer alan haberler, Anayasanın 127. maddesinin 4. fıkrasının İçişleri Bakanına tanıdığı geçici tedbir yetkisinin kullanılacağı izlenimini uyandırmaktadır. Bu haberlere göre İçişleri Bakanlığı, İBB hakkında başlattığı terör soruşturmasını ve bu soruşturma kapsamında hazırladığı 578 sayfalık raporu tamamlayarak savcılığa teslim etmiştir.
Bu tablo, 1982 Anayasasının 127. maddesinin 4. fıkrasında yer alan hükmün yerel yönetimleri merkezî yönetimin vesayetine tâbi kılmasının eseridir. Cumhuriyet anayasalarının yerel yönetimleri düzenleyen hükümleri incelendiğinde, bu anayasalar arasında yerel yönetimlere en güçlü güvenceyi sunanın 1961 Anayasası olduğu görülmektedir.
Jean Jacques Rousseau’nun çoğunlukçu demokrasi düşüncesine dayanan 1924 Anayasası, bu anlayışın sonucu olarak yerel yönetimleri merkezî yönetim karşısında güvenceli kılacak hükümlere yer vermemiştir. Böylece Anayasanın 90. maddesi, sadece yerel yönetim kuruluşlarının adından söz etmekle yetinmiştir. Bu hükme göre, “İllerle şehir, kasaba ve köyler tüzelkişilik sahibidirler.”
1924 Anayasasının çoğunlukçu demokrasi anlayışına karşı güçlü bir tepkiyle hazırlanan 1961 Anayasası ise çoğulcu demokrasiyi içeren çeşitli yeniliklere yer vermiştir. Bu yeniliklerden biri, Anayasanın mahallî idareleri düzenleyen 116. maddesinde yer almaktadır.
[6] Bu hükme göre, “Mahallî idareler, il, belediye veya köy halkının müşterek mahallî ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu tüzel kişileridir. Mahallî idarelerin seçimleri, kanunun gösterdiği zamanlarda ve 55 inci maddede yazılı esaslara göre yapılır. Mahallî idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundaki denetim, ancak yargı yolu ile olur. Mahallî idarelerin kuruluşları, kendi aralarında birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir. Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır.”
Bu Anayasanın çoğulcu demokrasiyi inşa etmek amacıyla içerdiği yeniliklerden biri de Cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen 2. maddesinde hukuk devleti ilkesine yer vermek olmuştur. Öte yandan Anayasa, hukuk devletinin gereği olarak yargının bağımsızlığını güçlendiren çeşitli hükümleri de içermektedir. Böylece 116. maddenin özellikle 3. fıkrasının yerel yönetimlere sağladığı güvence, yargı bağımsızlığıyla daha da pekişmiştir.
Yukarıda değindiğimiz gibi 1982 Anayasasının 127. maddesinin 4. fıkrası ise 1961 Anayasasının 116. maddesindeki kuralı muhafaza etmek yanında yerel yönetim organlarıyla bu organların üyelerinin görevleriyle ilgili bir suç işlemeleri halinde İçişleri Bakanına geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırma kararı verme yetkisi tanımıştır.
İki anayasa arasındaki bu fark, aslında, yerel yönetimler, çoğulcu demokrasi, seçme ve seçilme hakları yönünden bir geriye gidişi ifade etmektedir. Buna rağmen 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesinden itibaren bu hükmün siyasi sâiklerle kullanılması yönünde bir eğilim gerçekleşmemiştir.
15 Temmuz darbe teşebbüsünü bastırmak amacıyla ilan edilen olağanüstü hâl yönetiminde kabul edilen olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri, yerel yönetimleri güvencesiz kılacak hükümler içermiştir. 15 Ağustos 2016 tarihli 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Belediyeler Kanunu’nun 45. maddesine eklediği hüküm şöyledir: “Belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde 46 ncı maddedeki makamlarca belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir.”
[7] Bu hükmün kabul edilmesiyle birlikte genel oyla belirlenen belediye başkanlarının görevden alınmaları ve yerlerine kayyum atanmaları yönündeki uygulama başlamıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişten sonra ise Anayasanın 127. maddesinin 4. fıkrasının İçişleri Bakanına tanıdığı yetki, çok daha sık uygulanarak bu hüküm bir siyaset mühendisliği aracına dönüşmüştür. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bakanların evvelce olduğu gibi halkın iradesiyle belirlenmediğini hatırlatmak gerekir. Çünkü Anayasanın 106. maddesinin 4. fıkrası “… bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır.” hükmüne yer vermektedir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bakanlar, halkın belirlediği aktörler olmayıp Cumhurbaşkanı tarafından atanan yüksek bürokrat statüsüne sahiptir. Bu ise Anayasanın 127. maddesinin 4. fıkrasıyla İçişleri Bakanına tanınan yetkinin gerçek bir vesayet yetkisi olduğunu göstermektedir. Çünkü bu yetki aracılığıyla atanmış bir aktör olan İçişleri Bakanı, seçim esasına dayanan yerel yönetim organlarıyla bu organların üyelerini geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırabilmektedir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yargı bağımsızlığını aşındıran sonuçları dikkate alındığında 127. maddenin 4. fıkrasının İçişleri Bakanına tanıdığı yetkinin seçme ve seçilme hakları üzerindeki olumsuz sonuçları daha iyi anlaşılacaktır.
14 Aralık’ta İmaoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 ay 15 günlük hükmün görevle ilgili suç kapsamına dâhil olmaması üzerine terörle irtibatlı ve iltisaklı suç iddiasıyla İBB hakkında başlatılan soruşturmanın tamamlandığı haberlerinin 22 Aralık’ta basında yer alması, Anayasanın 127. maddesinin 4. fıkrasıyla ortaya çıkan bürokratik vesayetin ne ölçüde derinleştiğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Bu yalın gerçek, Türkiye’yi yönetenlerin vesayet mekanizmalarını ortadan kaldıracakları iddiasıyla anayasa reformu vaadinde bulunmalarının ikna edicilikten ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.
[1] “İmamoğlu’ndan Kendisine Ahmak Diyen Bakan Soylu’ya Cevap: 31 Mart’ta Seçimi İptal Edenler Ahmaktır”, Euronews, 4 Kasım 2019, erişim tarihi: 23 Aralık 2022,
https://tr.euronews.com/2019/11/04/suleyman-soylu-dan-imamoglu-na-bunun-bedelini-bu-millet-sana-odetecek
[2] Rıza Türmen, “Hukuk Boşluğundaki Yargı: İmamoğlu Davası”, T24, 18 Aralık 2022, erişim tarihi: 23 Aralık 2022,
https://t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/hukuk-boslugundaki-yargi-imamoglu-davasi,37880
[3] Rıza Türmen, “Hukuk Boşluğundaki Yargı: İmamoğlu Davası”, T24, 18 Aralık 2022, erişim tarihi: 23 Aralık 2022,
https://t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/hukuk-boslugundaki-yargi-imamoglu-davasi,37880
[4] Hukukçular İmamoğlu Kararını Değerlendirdi: Yargı Süreci 6 Ayda Bitmez, Gazete Duvar, 14 Aralık 2022, erişim tarihi: 24 Aralık 2022,
https://www.gazeteduvar.com.tr/hukukcular-imamoglu-kararini-degerlendirdi-yargi-sureci-6-ayda-bitmez-haber-1593764
[5] TBB Başkanı Sağkan Yorumladı: İmamoğlu’nun İstinaf Süreci Kısaltılabilir mi?, Birgün Gazetesi, 15 Aralık 2022, erişim tarihi: 24 Aralık 2022,
https://www.birgun.net/haber/tbb-baskani-sagkan-yorumladi-imamoglu-nun-istinaf-sureci-kisaltilabilir-mi-413740
[6] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2021, s. 40.
[7] 15/8/2016-KHK-674/38 md.; Aynen Kabul: 10/11/2016-6758/34 md.