Sadece Milli Eğitim açısından söylemiyorum. Belediyeler toplantılar, anma günleri düzenleyebilir. Neyse ki bu sene Ankara Belediyesi, 27 Ocak’ta paylaşılan #Hatırlıyoruz ve #WeRemember mesajlarını Atakule’de yansıtıp Holokost’u andı.Eğitim o kadar önemli ki, sadece ailede olmaz, eğitim çok büyük bir kavram. Okulla olur, kültür merkezleriyle olur, medyayla, basınla olur. İnsan beşikten mezara yeni şeyler öğrenebilen bir varlık. Biz neden Holokost’u okullarda öğretmiyoruz? Mesela faşizmin nasıl dalga dalga gelebildiğini, toplumu nasıl esir aldığını, bir süre sonra Yahudilerin ve diğer Holokost kurbanlarının nasıl böyle insafsızca bir vahşetin pençesine düştüklerini ayrı bir ders olarak neden anlatmıyoruz? Bu insanlık tarihinde çok önemli ve acı bir tecrübedir. Alacağımız çok ders var. Mesela antisemitizm ve yabancı düşmanlığı konuları hiç olmazsa seçmeli ders olarak okutulamaz mı? Bizim çocuklarımıza bunları öğretmemiz toplumsal birlikteliğimiz için de çok hayatidir. Yüzlerce yıldır bizimle bu vatanı paylaşan, bu toprakların çocukları Yahudilerin acılarını paylaşamayacak mıyız? RENAN KOEN BİZE ÖRNEK OLSUN Türkiyeli bir Yahudi, Renan Koen çok değerli bir müzisyen. Dünyayı dolaşıp Holokostla ilgili eğitimler veriyor, kamplardaki müzisyenlerin eserlerini araştırıyor, bu konuda konserler veriyor. Hatta son dönemde bununla ilgili “Pozitif Direnç” adlı oldukça güzel bir kitap da yazdı. Bu kadar muhteşem insanlarımız varken biz okullarda milli eğitimin bir parçası olarak Holokost’u öğretemiyorsak bu çok acı bir durum. Aslında bunu sadece Milli Eğitim Bakanlığı açısından da söylemiyorum, demin belirttiğim gibi üniversiteler kendileri de bu konularda dersler açabilirler. Ayrıca belediyeler toplantılar ve anma günleri düzenleyebilir. Neyseki bu sene Ankara Belediyesi, 27 Ocak’ta paylaşılan #Hatırlıyoruz ve #WeRemember mesajlarını Atakule’de yansıtıp Holokost’u andı ve canım başkentimizi de diğer dünya başkentleri gibi bu dayanışmanın bir parçası haline getirdi. Umarım bu bir gelenek haline gelir. Ancak bunun bilinçli bir kuşak yetiştirmekle yan yana giden bir süreç olması gerekir ve bu da ancak gençleri eğitmekle olabilir. Çünkü gelecekte böyle şeyler tekrar edilmesin diye uyanık olmak gerekiyor. Bu konuda tüm diğer milletlerle beraber çabalamalıyız. Eğer elimde olsaydı ben kendi adıma böyle bir ders açmak isterdim şahsen. Kim bilir belki bir gün gerçek olur bu hayalim. SON SÖZ Kısaca şurada bazı noktalara dikkat çekerek yazımı bitirmek istiyorum. Bunlara özellikle sosyal medyada ve basında çok sık rastladığım için mutlaka belirtmeliydim. Lütfen aklınıza gelen her şeyi Holokost’la kıyaslamayın. Bu, gerçekten Yahudiler tarafından çokça itiraz edilen ve bir türlü anlaşılamayan bir olgu. Her sel felaketini, depremi, savaşı, yaşanan her katliamı “Holokost gibi” diye nitelendirmeyelim. Holokost apayrı bir şeydir. İkincisi de, İsrail’in politikalarını eleştireceğim derken “Kendilerine soykırım uygulandı, onlar da şu an Filistinlilere uyguluyorlar” gibi toptancı ve hiçbir bilimsel temeli olmayan argümanları hala kullanıyorsunuz. Yapmayın etmeyin. İsrail vatandaşı olan binlerce Arap var, hiçbirinin henüz bir toplama kampına konduğuna şahit olmadık. Tam tersine üniversitede okuyabiliyorlar, Arapça ülkede ikinci resmi dil, mühendis de olabiliyorlar, milletvekili de. Çok kusurlu ve yanlış politikalar uygulanıyor olabilir, bunu eleştirelim. Ben de eleştiriyorum ama her aklınıza geleni Holokost’la kıyaslamak insanların acılarıyla alay etmektir. Son olarak, ülkemizdeki aydınların bir kısmının sürekli olarak Ermeni soykırım iddialarıyla Holokost’u aynı kefeye koymaya çalıştıklarını üzülerek izliyorum. Ermenilerin başına gelenleri küçümsemek ve önemsememek değil ama 6.000.000’u Yahudi olmak üzere yaklaşık 10.000.000 insanın (Romanlar, Slavlar, Yehova şahitleri, sosyalistler, eşcinseller, engelliler, muhalifler de dahil) akla hayale gelmeyecek eziyet ve işkencelerle öldürülmeleriyle 1915’in bir tutulması yöntemsel olarak bile yanlıştır. İnsan iki farklı acıyı da duyumsayıp, ikisini de paylaşabilir. İlla bir şeyleri bir şeylere benzetmek mecburiyetinde değiliz. Madem insanların acıları konusunda hassassınız, Yahudilerin böyle kıyaslamalardan duydukları rahatsızlığı da görmezden gelmeyin. Dilerim ki önümüzdeki yıllarda çocuklarımızı daha bilinçli yetiştiririz, faşizmin daha beşikten başladığını bu yüzden uyanık olmamız gerektiğini anlarız. 72 millete eşit bakmak anlayışı bizim topraklarımızda yeşerdi, biz o değerli insanların çocuklarıyız, onlara layık olmak niyetimiz olsun.
‘Holokost’ derken!
Kulüp dizisinden sonra Türkiye’de azınlık düşmanlığı konusu yeniden gündeme geldi. Ama bunu kim tartışıyor? Belli bir entelektüel kesim. Peki okullarda yeni bir bakış açısıyla tarih öğretemez miyiz? Müfredata Holokost’u koyamaz mıyız mesela?
27 Ocak dünyada Uluslararası Holokost’u Anma Günü olarak belirlenmiştir. O günlere şahitlik etmek zorunda kalmayan bizler çok şanslıyız ama bu felakette hayatlarını ve yakınlarını kaybeden herkese de insani bir borcumuz var. Bunu unutturmamalıyız. O insanları unutturmamalıyız. Bunu kuru kuru söylemek kolay tabii ki ama belki artık “Türkiye’de bu konuda ne yapılabilir?” diye düşünmenin de zamanı gelmiştir.
ÜLKEMİZDE IRKÇILIK YOKTUR!
Bu güzide cümleyi birçok akademisyen defalarca televizyon ekranlarından söylemiştir. Aralarında tarih profesörleri bile var. Bir insanın bunun söylemesi için kör ve kalpsiz olması lazım. İşin gerçeği her ülkede ırkçılık vardır. Ölçüsü değişiktir ama mutlaka vardır. Burada mesele ölçüyü olabildiğince azaltabilmek. Bunu hukuki yollarla desteklemek kaçınılmaz. Bundan daha da önemlisi ise genç kuşaklara her ne şart olursa olsun asla zalimle saf tutmamayı öğretmek, daha akademik bir dille söylersek onları ırkçılık konusunda eğitmek. Ülkemiz için bu bir hayal değildir. Biliyorum ki bu ülkede milyonlarca kişi ırkçılık ve ayrımcılığa karşı ve sadece düşündüğümüz kadar görünür değiller.
YUNANLARDAN NEFRET EDİYORUM
Henüz 4-5 yaşlarındayken annem ve babamın olduğu bir ortamda oyun oynadığımı hatırlıyorum. Birdenbire kafamı kaldırıp “Baba biliyor musun? Yunanlardan nefret ediyorum” dediğimi… Babam önce bu fikrime şaşırmış sonra da çok kızmış ve üzülmüştü. “Deniz, hiç kimseden senden farklı olduğu için nefret etmemelisin. Kimse nereli olduğunu seçemez” demişti. Sonra da bir daha böyle sözler duymak istemediğini eklemişti. O yaşlarda bir çocuk neden nefret duysun? Anaokulunda hastalanmıştım ve okula gidemiyordum. Bu yüzden okuldan duymuş olamazdım. Ailemin arkadaşları farklı kültürlerden ve dinlerden insanlardı; tabii o yaşta bir çocuk olarak bunu bilemiyordum. Herkes biz neysek oydu benim için. Ama Yunanlar öyle mi ya? Yunanların kötü olduğu fikrini bir yerden öğrenmiş olmalıydım. Muhtemelen televizyondan duymuşumdur. Bu olaydan sonra babamla annem benim bu tip fikirlerim olmamasına çok gayret gösterdiler.
İlkokula geldiğimde, sınıf arkadaşlarımın çoğu Yahudiydi. Hamursuz Bayramında evden getirdikleri peksimeti beraber oturur yerdik. Bir gün yine arkadaşlarımdan birine öğle yemeğinde benimle paylaştığı peksimetini yerken, “Neden normal ekmek yemiyoruz?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Bana “Çünkü bunu yememiz gerekiyor” demişti. Ben de yememiz gerektiğine yürekten inanmıştım. Öyle ya, yememiz gerekiyordu. Şimdi düşünüyorum çocuk olmak ne kadar harika bir şey! İnsan hiçbir önyargıyı, hiçbir kimliksel baskıyı, hiçbir düşmanlığı tanımıyor. Tek kıskandığınız şey MonAmi pastellerindeki altın renkli boyaydı. Eğer altın rengin varsa, kesinlikle havalıydın ve asla paylaşmazdın. Gerçekten çocukluğun böyle naif, böyle huzurlu bir yönü var.
Ailemin ilginç olduğunu düşünüyorum çünkü çocukken sıklıkla Holokost üzerine filmler izlediğimizi, ayrımcılık üzerine konuştuğumuzu hatırlıyorum. Annem ve babam bu konuda çok dikkatli insanlardı. Bizim bu tip ırkçı fikirlere kapılmamızı asla istemezlerdi. İyi yürekli çocuklar olmamızı isterlerdi, o veya bu ırktan ve kültürden gelip bunu başkalarının kafasına kakmamızı istemezlerdi. Bu yüzden çocukluğumdan hatırladığım amcalar ve teyzelerin isimleri hep farklı kültür ve dinlerden insanlardı. Evimiz Birleşmiş Milletler gibiydi. Ne güzel hayatmış.
Şanslıydım çünkü benim ailem bu konularda duyarlıydı ve beni eğittiler. 4-5 yaşında “Yunanlardan nefret ediyorum” diyen küçük kız çocuğu seneler sonra Yunanistan üzerine çalışan bir akademisyen olduysa, eğitimin ne kadar faydalı ve önemli olduğuna başka kanıta gerek yok, kendi değişimimi örnek verebilirim.
OKULDA NE ÖĞRETİLİYOR?
Yıllar geçti şimdi bu yaşımda bakıyorum da neler öğrendik okulda… Hele o milli güvenlik dersleri. “Dört tarafımız düşmanlarla çevrili” diye kaygılı bir ses tonuyla ders anlatan öğretmenler. Bunu neden söylüyorum? Çünkü pek çok kişi esasen lise bitene kadar işte bu öğrendikleriyle şekilleniyor. Üniversitede inançlarını sil baştan yenileyen kişi sayısı sınırlı. Çoğu kişinin buna vakti bile kalmıyor hele ki iş hayatına atılınca. Bu yüzden eğitim sistemimizi bir de bu gözle ele almalıyız.
Kulüp dizisinden sonra Türkiye’de azınlık düşmanlığı ve 6-7 Eylül üzerinden ekonominin millileştirilmesi konusu yeniden gündeme geldi. Ama bunu kim tartışıyor? Ancak belli bir entelektüel birikimi olan kesim. Geri kalan ne öğreniyor? Hiçbir şey. Okulda ne öğretildiyse o kadarı. Peki okullarda yeni bir bakış açısıyla tarih öğretemez miyiz? Müfredata Holokost’u koyamaz mıyız mesela? “Türkiyeli Yahudiler İspanya’dan Osmanlıya geldiler bu yüzden de soykırımdan etkilenmediler” gibi bir önkabul var. Bunun ne kadarı doğru? Mesela Türk diplomatların kurtardığı Yahudilerle ilgili bir bilgi veriyor muyuz? Bu insanların acılarını biz de paylaşabiliyor muyuz?
Bunlar da ilginizi çekebilir