AYM, Yargıtay ve mahkemelerin Hizb-ut Tahrir'in silahlı bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin kararlarının gerekçelerinin “yeterli” olmadığına hükmetti. Buna göre, cezaevindeki Hizb-yt Tahrir üyeleri serbest bırakılabilir. Odatv'den Müesser Yıldız, AYMnin Hizbut Tahrir yargılamalarına ilişkin kararını kaleme aldı. Örgütün Türkiye'deki faaliyetlerini hatırlatan ve dava sürecini aktaran Yıldız'ın bugün Odatv'de yayımlanan "Hizb-ut Tahrir'in "terör örgütü" sayılmamasının perde arkası" başlıklı yazısı şöyle: Son dönemde en ufak eylem ve eleştiri bile “terörist faaliyet” sayıldığı için ülkemizde adeta “terörist” enflasyonu yaşanırken, Anayasa Mahkemesi, Atatürk'e küfredip, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkarak, yerine hilafet devleti kurmayı amaçlayan Hizb-ut Tahrir'i “terör örgütü” olmaktan çıkarabilecek bir karara imza attı. Sözkonusu kararın perde arkasına dair iddiaları aktarmadan önce bu örgütle ilgili bazı ayrıntıları hatırlatalım. AKP'Lİ BAKANIN AÇIKLAMALARI Örgüt lideri Yılmaz Çelik 2005 yılında Fatih Camii'nde düzenledikleri eylemde, hilafet bildirisi okuyup, Atatürk'e hakaret edince, dönemin Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Bu adamın bu işlerle alakası olmaz. Para karşılığı bu işleri yapan biridir. Bunlar uluslararası bir örgüt. Ertesi gün de Londra'da eylem yaptılar” diyerek, Çelik'i yakalamayan İstanbul polisine tepki gösterdi. Hizb-ut Tahrir üyelerinin 2004'te Fatih Camii'nde kendisine de bildiri verdiğini ve bunları gözaltına aldırıp, İstanbul Emniyet Müdürüne örgütün bölgede evleri olduğunu söylediğini açıklayan Şahin, şunları anlattı: “Ramazan’da bayram namazı için Fatih Camii’ne gittim. Çıkışta, şadırvan tarafındaki kapıyı tercih ettim. Kapının iki yanında iki genç durmuş, çıkanlara kapalı birer zarf veriyordu. Aynı zarfı bana da uzattılar. Alıp açtım. Tahmin ettiğim gibi içinde bildiri vardı. Hizb-ut Tahrir imzasını gördüm. Bildiride tamamen cumhuriyete küfür ediyorlardı. Bunun üzerine orada bekleyen polisleri çağırdım. Adamların eylem ve bildirilerinin yasadışı olduğunu söyleyip gözaltına almalarını, haklarında işlem başlatmalarını tavsiye ettim. Bu sırada onların gözcüsü olduğunu tahmin ettiğim sakallı biri bana çıkıştı. ‘Amerikan uşaklığı yapıyorsunuz’ falan gibi laflar etti. Ben de ona, ‘Bunun Amerikan uşaklığı ile ne alâkâsı var. Burada rahatlıkla ibadet edebiliyorsunuz, buralarda huzur içinde gezebiliyorsunuz. Bütün bunları Cumhuriyete borçlusunuz. Eğer yasal bir şey olsa niye zarf içine gizlesinler? Bu dağıtılan bildiri sadece Cumhuriyete küfür içeriyor’ dedim. Daha sonra, savcılık olaya el koyana kadar da takip ettim. Sonrasını bilmiyorum... Bunlar kim ki, Müslümanlığı savunmak onlara kalsın. Akıllarına göre ayetlerden alıntılar yaparak, küfür ediyorlar.” O dönemde, örgüt lideri Yılmaz Çelik'in Atatürk ve Cumhuriyete hakaret ettiği gerekçesiyle daha önce de iki kez gözaltına alınıp, çıkarıldığı mahkemelerde serbest bırakıldığı orta çıktı. Sonrasında ise Çelik ve birçok örgüt üyesi tutuklanıp, cezaya çarptırıldı. “FETÖ”DEN ÖNCE “FETÖ”DEN SONRA Uzatmayalım, Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2008 yılında, “Her ne kadar bugüne kadar silahlı eylemi olmasa da ileride silaha başvurabilir” şeklindeki bir kararla, Hizb-ut Tahrir'i “terör örgütü” kabul etti. Örgüt, bu kararın yargıdaki “FETÖ mensupları” tarafından alındığını öne sürdü. Ancak Yargıtay'daki “FETÖ mensuplarının” temizlenmesinden sonra oluşturulan 16. Ceza Dairesi de 2017 yılında 61 kişi hakkında verilen cezaları onarken, “Terör örgütü sayılması için silahlı olmasına gerek yok. Hizb-ut Tahrir bir terör örgütüdür” dedi. Daire'nin 9 üyesine karşılık sadece bir üye Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü sayılmasına karşı çıktı. İktidar medyası da sözkonusu üyenin muhalefet şerhini, “hukuk dersi” olarak nitelendirdi. Örgütün İslâm hukukunu savunduğunu vurgulayan bu üyenin karşı oy yazısı özetle şöyleydi: “1953 yılında Kudüs’te temeli atılan örgüt, Mısır’da bulunan Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütünden çözülen ve Ürdün’de kurulan bir örgüttür. Türkçe karşılığı; İslamcı Kurtuluş Partisidir. Örgüte girerken yapılan yemin, örgütün amacını ve kullanılacak araçları da belirgin biçimde ortaya koymaktadır: 'İslam’ın emin bekçisi olacağıma, Hizb-üt Tahrir’in anayasasını, düşüncelerini ve görüşlerini, kendi görüşlerime aykırı olsa bile, benimseyerek gayesi olan İslami hayatı tekrar başlatmak ve gerçekleştirmek için gayret sarf edeceğime, Allah’ı şahit tutarak yemin ederim'. Emniyet’in her dava dosyasında bulunan ve dosyamız içerisine alınan en son güncellenmiş hali ile Hizb-ut Tahrir bilgi notlarında da açıklandığı üzere, bu yayınların hiçbirinde zor/şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı, dünyaya yansıtılan suç oluşturucu bir davranışa rastlanmamaktadır. Örgüt, her alanda İslâm hukukunun uygulanmasını benimsemiş ve bu hukukun dört temel kaynağı olan Kur’an, sünnet, icma, kıyası esas alarak eylemlerini yürütmeye karar vermiştir. 1953 tarihinde kurulmuş olmasına rağmen ülkemizde veya başka bir ülkede bu örgüt adına ele geçmiş silah, mühimmat veya bu nitelikte araç ve gereç bulunmamaktadır. Terör örgütü sayılması anayasa ve ceza kanunumuza uygun düşmemektedir.” AYM O ÜYENİN GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEDİ AYM’nin geçtiğimiz günlerde aldığı karara gelelim. Yazının başında isminden söz ettiğimiz Yılmaz Çelik, 2011 yılında terör örgütüne üye olmaktan 6 ay 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İşte Çelik'in bu karara ilişkin başvurusu üzerine “adil yargılama hakkının ihlâl edildiğine” karar veren AYM, Yargıtay ve mahkemelerin Hizb-ut Tahrir'in silahlı bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin kararlarının gerekçelerinin “yeterli” olmadığına da hükmetti. AYM'nin bu kararı alırken, iddiaları dosya üzerinden görüşmek yerine, yerel mahkeme gibi delil toplayıp, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Hizb-ut Tahrir'le ilgili bilgi ve belge istemesi, ayrıca Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 9 üyesi yerine karara muhalif kalan tek üyenin görüşüne ağırlık vermesi dikkat çekti. AYM'nin kararının, diğer “Hizb-ut Tahrir terör örgütü üyeliğinden” ceza alanlar için de emsal niteliğinde olacağı açık. Malûm, uzunca bir süredir iktidar medyası sadece Hizb-ut Tahrir değil, 28 Şubat döneminde hapis cezasına çarptırılanların mağdur edildiğini belirtip, bu mağduriyetlerin giderilmesini istiyor. Bu hatırlatmadan sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 2017'deki Hizb-ut Tahrir kararının perde arkasına dair bazı kulis bilgileri paylaşalım. İddialara göre, bu karar yaklaşık 3 yıl beklemiş. Sebebi ise böyle bir kararın ileride diğer tüm dini örgüt, cemaat ve tarikatların da “silahsız terör örgütü” kapsamına alınmasına yol açabileceği endişesiymiş. Uzun görüşme ve tartışmaların ardından Yargıtay'ın 9 üyesi bu kararın alınmasında direnmiş. Anlaşılan o ki, birilerinin diğer dini örgüt, cemaat ve tarikatlara ilişkin endişesi, AYM'nin Hizb-ut Tahrir kararı ile ortadan kaldırılıyor. Kararla, adeta Atatürk'e ve Cumhuriyet'e sövmenin, hilafeti savunmanın önünün açılıyor olması bir yana, birileri 15 Temmuz'a kadar “FETÖ” için de “Dini bir örgüt. Eğitim hizmeti dışında amacı yok” demiyor muydu?